DİLDE BOZULMA: YİNEYİ YİNE YİNELEME


İlhan TOMANBAY

Sekiz öneriyle kaygı ve endişeye son! İlgi ve alakana teşekkür ederim. Hepinize saygı ve hürmetlerimi sunuyorum. Sağlık ve sıhhat diliyorum. (Sağlıklar sıhhatler nasıl?). Durum ve vaziyet kötü. İçten ve samimi bir yaklaşımla…; Saygın ve itibarlı bir insan… Bir raporda tertip düzen çok önemlidir. Toplumda ihtiyaç ve gereksinimi olan kişilerin… Gayet mutlu mesut yaşayıp giderler… Sorun ve problemleri çözmek bizim işimiz. Hizmet ve servis odaklı çalışmalar… İlke ve prensipler boyutunda yaklaşacak olursak… Nitelik ve kalite çok önemlidir. Deneyim ve tecrübe kazanmalı insan. Duygu ve hislerinize hakim olmalısınız. Gerekli itina ve özen gösterilmeli… Noksanlıklar ve eksiklikler mutlaka olacak… Bir kez daha aklıselim ve sağduyu çağrısı yapıyorum. Her türlü imkan ve olanak size sunulmaktadır. Sizleri hasret ve özlemle kucaklıyorum… Bir sorusu suali olan var mı? Yanlış ve hatalı tavırların var… Bir kez daha aklıselim ve sağduyu çağrısı yapıyorum…

Google haritalar web sayfası başta olmak üzere birçok web sayfasının altında bir tıklama penceresi ve adı: Şartlar ve koşullar… Gördükçe içiniz bulanır. Tomtom nevigatör web sayfasında ve benzeri birçok web sayfasında koşullar ve şartlar yazılı. Akıl alır gibi değil! (E. 20 03 2013)

Koşulsuz ve şartsız…” Bunu büyük bir telefon operatörü, reklamında haftalarca geçti. Nasıl olur, insanın aklı almıyor. Böyle büyük bir telefon operatörünün reklamını hazırlayan da yaratıcı ve nitelikli elemanlara sahip önemli bir reklam firması olsa gerektir. Bu bilerek yapılmaz. Esprisi de yok. Demek ki senaryoyu hazırlayan firma dilbilgisi yoksulu gençleri çalıştırıyor. Aynı anlamdaki bu iki sözcük kolay kolay birlikte kullanılmıyordu. Bir reklamla başardılar bunu da…

Yollanan bir epostada da benzer durum: “Bu elektronik posta işbu linki kullanarak ulaşabileceğiniz Koşul ve Şartlar dökümanına tabidir.” (www.turktelekom.com.tr/tt/portal/email-yasal-uyari” (lutfen-yanitlamayiniz@turktelekom.com.tr13:56 (21 saat önce) (E. 06 2013)

Ne demek oluyor bütün bunlar? Ne olduk biz?

Neden aynı anlama gelen Türkçe veyabancı sözcükleri birbiri ardınca sıralıyoruz? Neden Türkçe söylediğimiz, durmuş oturmuş, yaymış yayılmış güzel Türkçe sözcüklerimizi bir de eski kullanımlarıyla destekleme gereksinimi duyuyoruz? Virüs hızıyla da yayılıyor. Aynı anlamın iki ayrı sözcükle arkaarkaya söylenmesinin ardında yatan gerekçe, güdü, itki, psikoloji nedir?

Dilimiz mi yetmiyor? Kavram dağarımız mı yetersiz? Yoksa kavram dağarımızı aynı anlam taşıyan sözcükleri ardarda sıralayarak varsıllaştırdığımızı mı düşünüyoruz? Dilde doyumsuzluğumuz mu var? Başka doyumsuzluklarımızı böyle mi bastırmaya çalışıyoruz da bilmeden ele veriyoruz? Entel mi olduğumuzu duyumsuyoruz? Bilisizliğimizi mi gizlemeye çabasıdır bu? Birileri mi bizi zorluyor; içimiz mi istiyor? Hangi boşluğumuzdur bu?.. Kültürel mi, psikolojik mi, toplumsal bir itki mi bu? Nedir, nedir?

Diyebilirsiniz ki, anlatımı güçlendiriyor. Anlatmak istediğimizi daha bir vurguluyor. Buna ne derece gereksinimimiz var? Pekiştirec gereksinimimizi gidermek için bu yolu mu bulduk?

Anlatmak istediğimizi daha bir güçlendirmek için bir olanağımız var. Pespembe, dupduru,kopkoyu gibi güçlendiriciler var. Farklı bir anlatım bulmak bizi daha entel kılmaz mı? Daha doyurucu olmaz mı özümüz için? Niye yapamıyoruz? Neyimiz eksik?

Ancak, ilgiyi günlendirmek için alakayı, saygıyı güçlendirmek için hürmeti, kaygıyı güçlendirmek için endişeyi, sağlığı güçlendirmek için sıhhati de yanısıra söylemek doğru mu?

Böyle bir güçlendirmeye ne bizim ne güzel Türkçemizin gereksinimi olsa gerek.

Yok. Olmamalı!

O güçlendirici mi?

Değil.

Yoksa sözcük dağarcığımızın darlığından ötürü mü Arapça ve Türkçe sözcükleri ardarda kullanma gereksinimi duyuyoruz? Uzunkonuşabiliyor, etkili ve uzun yazabiliyor olmuş olmak için mi?

İşin özü şu:

Dili bilerek kullanmadığımız için aynı anlama geldiğini bilmiyoruz.

Öğrendiğimizde de bir süre sonra dilimiz alıştığı için söylemeyi sürdürüyoruz.

Aynı yere geliyoruz.

Dil bilinci olmayınca, yani dili bilerek kullanmayınca böyle tekrarların üzerinde de durmuyoruz.

Bunlardan birinin Arapça diğerinin Türkçe aynı anlamda olduklarını düşüncemize getirmiyoruz.

Sonra bu cehaletimizi güçlendirmek kılıfı içinde saklamaya çalışıyoruz.

Oysa;

İlgi alakanın Türkçesidir, saygı hürmetin, çıkar menfaatin, kaygı endişenin… aynı anlamda türkçeleridirler.

Birde şugerekçe önesürülebiliyor. Kaygı Psikolojinin, endişe, örneğin, sosyolojinin terimidir. Bir disiplin Arapçasını, diğer disiplin Türkçesini kullanır gibi bir bakış olabilir mi? Olsa olsa kişisel ve öznel bir bakış olabilir bu.

Bunların birini kullanmak kendimizi anlatmaya yeter.

“Bab-ı Ali’nin büyük kapısından

“Mürur edip geçerken

“Tek atlı bir süvariye

“Tesadüfen rastgeldim.”

diyerek aynı demeleri farklı sözcüklerle yineleyerek anlatan şiirde olduğu gibi, Arapça ve Türkçe karşılıklarının yanyana kullanılması yukarıdaki şiirde olduğu gibi eski dilden yeni dile geçiş sırasında güldürü ve alay konusu olabilecek bir konu belki olabilir, ancak bugün ne böyle bir sorun var ne böyle bir gereksinim, toplumumuzda…

Bunların dışında, konuşurken, “örneğin mesela” diyenlere mi, “Yönetimsel ve idari” demeye başlayanlara mı şaşarsınız, yanarsınız?

Erdemle fazileti kaybetmeyelim lütfen… diyen televizyon konuşmacısına?

Menfaat ve çıkar ilişkisine vurgu yapanlara ya da menfaatlerini ve çıkarlarını savunanlara mı…?

Gündelik konuşmalardaki yinelemeleri bıraktım. Mesleklerinin yazı yazma aşamasına geçmiş ”erbablarının” yazdığına bakın: “Kendi yarattığımız bu olumlu enerji sayesinde, gün boyunca tüm gereksiz kaygı ve endişelerimizden kurtulabiliriz.” Vah, vah, vah!

“Bakıma muhtaçlık riski, kişinin, özürlülük, yaşlılık, hastalık veya malullük gibi sebeplerden dolayı başkalarının sürekli olarak bedenî desteğine ihtiyaç duyma tehlikesidir. Bakıma muhtaçlık sorunu ve bundan kaynaklanan sosyal bakım hizmetlerine talep de, bu riskin somut olarak ortaya çıkmasıyla söz konusu olmaktadır.” Bu tümcede özürlülük ve malûllükle ne gibi bir fark gösterilmek isteniyor? Bir mevzuatta bir tarihte bir sözcüğün kullanılması, günümüzde aynı olgunun farklı bir kavramla kullanılması, eski yasal düzenlemede kullanılan terime yasayla ilgili farklı bir anlam kazandırmamalı .

Bir de güç kuvvet deyişi var ya da güçlü kuvvetli… (Güç kuvvetin Türkçesi’dir; kuvvet gücün Arapça’sı!). Bu deyiş ağızlara plesenk olmuş.Bu ağızlara plesenk olmuş diye yeni yeni anlamsız plesenkler yaratmak dili varsıllaştırma mıdır? Hiç sanmıyorum.

Ya Türkçe’yi seçin, ya diğer dilden kökenleneni… Ben Türkçe’yi yeğlemenizi yeğlerim, ama başka bir sözcüğü kullanmanıza karışamam. Ama Türkçe’de yanlış yapmanıza karışırım. Hem kendisini yetiştirebilmeniz, geliştirebilmeniz adına karışırım, hem güzel Türkçe’nin berbat edilmemesi adına karışırım. Hem sizin için, hem çevremiz, hem geleceğimiz çocuklarımızın Türkçe’yi sağlıklı kullanabilmeleri ve kendilerini düzgün anlatabilmeleri adına karışırım.

Çünkü bu bir eğitim konusudur. Çünkü kendini geliştirme olayıdır. bir eğitim konusudur. Bu bir psikoloji konusudur. Çünkü kendini anlatabilme olayıdır. Bu bir toplumbilim konusudur. Çünkü toplumun dil sağlığı olayıdır. Kendini aynı anlamları veren farklı sözcükleri kullanarak ifade edenler bu üç temel alanda eksiklidirler. Hem dilimize, hem kendilerine ve hem de topluma zarar vermektedirler.

Bu bir anlatım bozukluğudur. Kendini ifade edememenin ifadesidir.

Gereksiz sözcük kullanma bir anlatım bozukluğu olarak görülür. Ancak gereksiz sözcük kullanma deyince aynı anlama gelen bir Türkçe bir diğer kökenli sözcüğün ardarda kullanılması anlaşılmalıdır.  Oysa zaman zaman kullanılan, ikisi de Türkçe olan iki sözcüğün ardarda kullanılması anlatımı güçlendirecek, vurguyu arttıracak bir güç yaratabilir. “Yaşadığım sorunlar bitmiyor tükenmiyor…” gibi. Ancak bu bile edebi bir vurgu olarak, bilinçli olarak yapıldığında tat verebilir. Herkesin hergün yaptığı Arapça ve Türkçe sözcükleri ardarda dillendirmesi vurgudan çok anlatım yetersizliğinin zavallı bir görünümü gibi geliyor bana.

Gerçi bu tür yanlışlıklar birbirine baka baka yayılıyor ya da, bilmiyorum, yanlış eğitim temelinde yayılıyor. Bu tamam da kendisine toplumsal, psikolojik, eğitsel bir ortam da buluyor ki yayılıyor. Toplumun eğitim düzeyindeki genel düşüklük bu süreci hızlandırıyor. Bu bir düzey yitirmenin, dilini giderek yitirmenin sessiz ifadesi olsa gerektir.

“Yineyi yine yinelemek” konuşma değildir. Konuşamamadır.

Bu yazı bir tanıdır. Bir toplumsal ve dilsel sağaltım arayışıdır.

(25 01 2014, Ankara)

*

Yeri gelmişken, özellikle engelli yurttaşlarımızın istekleri doğrultusunda özürlü kavramı yerini resmi boyutta engelli kavramına bıraktı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını kuran 633 sayılı KGK’de geçen Özürlü ve Yaşlılar Genel Müdürlüğünün adı kısa bir süre sonra herhalde yasa maddesinde yapılan bir değişiklikle Engelli ve Yaşlılar Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi. Engellilerden gelen bir öneri olduğunu bilmeme ve bu nedenle anlayışla karşılamama karşın söylemeliyim ki aslında bu iki kavram aynı anlamda değildir. Almanca ve İngilizce örneklerinden görüleceği üzere özürlü (beschädigt (Alm); disabled person (İng.)) doğuştan bedensel ya da zihinsel olarak olağan doğmayan kişilere, engelli (behindert (Alm.); handicapped person (İng.)) doğal doğup da yaşamının herhangi bir anında geçirdiği bir şanssız kaza sonrası yaşamın getirdiği koşullar nedeniyle engellenmiş kişilere verilen anlamsal karşılıklardır. (Almanca behindert sözcüğü tam anlamsal karşılığıyla engellenmiş, beschädigt sözcüğü tam anlamsal karşılığıyla zarar görmüş demektir.). Dolayısıyla, Almanca ya da İngilizce uygun sözcükleri kullandığınız anda kişinin doğuştan mı sonradan mı varlıksal bir zarar görmüş olduğunu alıyorken Türkçe konuşunca doğuştan mı sonradan mı diye sormak zorundasınızdır.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir