KENTE YENİBAŞTAN BAKIŞ – KENTSEL EKONOMİ VE DEPREM

Prof. Dr. İlhan Tomanbay
Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Hizmetler Yüksekokulu

GİRİŞ

1999 yılının Ağustos ayında yaşanan Marmara Bölgesi depremi kent olgusuna yenibaştan bakmamızı, ülkece yeni bir bakış geliştirmemizi ve konuya ilgimizi arttırmamızı ve gündem masamıza koymamızı zorunlu kılmıştır.

Kentlerde insanlar toplu olarak yaşıyorlar. Bu yaşam biçimi bir yandan toplu yaşamanın gereği olarak, biryandan yaşadıkları köyden farklı bir ortamın gereği olarak kendine özgü güzelliklerinin yanısıra kendine özgü sorunlar yaratıyor.

Sosyal çalışma bu kente ve kendine özgü sorunlarla ilgili bir meslek olduğu için kente bütünsel bir bakışla bakar; kentin salt sosyal sorunlarıyla değil, kentin planlanmasından, ekonomisine, kültüründen politikasına, kentsel yaşamın her boyutundan her boyuttaki işleyişine, yaşam ölçününden (standart) yaşam niteliğine değin ilgilenir.

Ülkenin coğrafyasından iklimine, bitki örtüsünden jeolojik yapısına değin bir tarih perspektifi içinde bakılamadığı sürece bir önceki parağrafta belirttiğim bakışları da anlamlandırmak olası değildir.

Denizlere akıp giden topraklarımızdan yanan ormanlarımıza, kirlenme oranı güngün artan sularımızdan göçen binalarımıza değin yaşadığımız büyük boyutlu zararlar kente (a) tarihsel perspektif içinde, (b) ülkesel boyutta, (c) kentin planlanmasından başlayarak bir bakışı geliştirebildiğimiz zaman (a) ülkenin kentleri ve kentsel yaşamı çağdaş anlamda soluk alıp vermeye başlayacak; (b) sosyal çalışma kente daha kavrayarak sahip, kentsel sorunlara karşı çıkabilecektir.

Bunun, bu yazı boyutunda seçtiğim önemli temellerinden biri de, hem de öncelikle, kentsel ekonomidir.

KENTSEL EKONOMİ

Kentsel ekonomi bir kentin yaşaması için gerekli etkinliklerle hizmetleri düzenleyen ekonomidir. Kentler ekonomi üretir; önemli bir dağıtım ve tüketim merkezleridir. Ekonominin bu üç temel ögesi kentlerde yığımlanır. Kenti kent yapan her türlü ekonomsal etkileşim ve etkinlik kentsel ekonominin konusudur. Bu çerçevede, ayrıca; “Ülke içinde bir kentin ekonomiye katkısı nasıl olacaktır? Bu katkı gelecek beş ve/ya on yılda nasıl yönlenecektir veya hangi boyutlarda artacak veya azalacaktır?” (Seviğ, 1995) gibi soruları da kentsel ekonomi sorar ve yanıtlarını arar. Görülüyor ki, kentsel ekonomi ulusal ekonominin ayrılmaz bir parçasıdır.

Egon Matzner(*) Avusturya’da 1971 yılında yayınlanan yazısında ekonomsal bilimsel araştırmaların kentlerin ekonomsal ve parasal gelişmelerine ilgi duymalarının 1960’lı yılların sonlarında giderek arttığını yazmaktaydı. 1995 yılında Seviğ konuyla ilgili yazısına şöyle girmektedir: “Kentleşme ekonomisi bugün ülkemizde bilinmeyen bir konudur” (Seviğ 1995). Ve Matzner bu bilimsel ilginin sonunda yeni bir disiplinin doğduğunu belirtiyor ve daha 1971 yılında bu disiplinin adını koyuyor: Kentsel ekonomi kuramı (Theorie der Stadtswirtschaft)(*).

Türkiye’nin 1990’lı yılların sonunda bile alışık olmadığı bu kavramları Avrupa 1970’li yılların başında, hatta 1960’lı yılların sonunda disipline eder ve tartışırken 1999 yılında Marmara depreminin yıktığı kentlerde bozulan kentsel ekonomi sorunsalını imgelemimde toparlayarak Matzner’in bu eski yazısını andım ve önemli noktalarını güncelleştirmekte yarar umdum.

Yazara göre kentsel ekonomi kuramının gelişmesinde birçok neden rol oynadı. Bunlardan biri, kitlesel işsizlik sorununun, Keynes’in geliştirdiği “sağlamlaştırma politikası araçları”yla geniş ölçüde çözülmesinden sonra, ekonomsal gelişmenin sorunları ve bununla birlikte halk ekonomisinin yarattığı değerin sektörel ve bölgesel bileşimi sorularının ortaya çıkmasıdır. Kentleşmenin evrensel sorunları (aynı zamanda endüstrileşmenin neden ve sonuçları) kentleri gittikçe artan ölçüde ekonomsal etkinliğin merkezi yaptı. Bunun sonucu olarak kentlerin brüt ulusal üretimdeki payı yükselme gösterdi.

Bu bağlamda, nüfusun gelişmesi ve ekonomsal etkinliklerin artması aynı zamanda kamu kuruluşlarına ve onların verimlerinin arttırılmasına gereksinim duyulması sonucunu doğurur, ki bu gereksinimi en yüksek oranda Marmara depremi sonrasında ülkece duyduk.

Matzner’e göre, kamu kuruluşlarının kentin gereksinimlerine koşut olarak sürekli büyütülmesi gerekliliği kent maliyesinin yükünü de sürekli olarak arttırır. Ancak, kentler salt ekonomsal gelişmenin kamusal ağırlığını taşıyan merkezler değildir. Kentte yaşayanlar ekonomsal gelişmenin yarattığı birçok sorunları da çoğunlukla yaşamak zorundadırlar. Kaçınılmaz çelişkidir ki, kentler, bir yandan altyapılarının geliştirilmesi için parasal bir yük altına girerken bu gelişmenin bedeli olan çevre kirliliğine karşı da ayrıca para harcamak zorundadırlar. Kent yönetimleri, kentlerde ortaya çıkan hava ve su kirlenmesini, sanayi ve sokaklarda motor gürültüsünden olumsuz etkilenmemek, bunları bir sınıra çekebilmek için ekonomilerinden pay ayırmak zorundadırlar. Ancak, ayrılan bu pay kentin sosyal refahına katkı sağlayacağından sosyal refah ortamı da ekonomiye yeni bir ivme kazandıracak ve kentin maliyesi üstündeki yük bir gitgel olayı gibi hafifleşip ağırlaşacaktır.

Kentlerde altyapıların ve kamu hizmetlerinin geliştirilmesinde kentsel giderlerin sürekli artması gibi kimi başka olaylarda da kamu maliyesine yük biner. Bu tür başka olaylardan biri deprem gibi yaygın doğal yıkım durumlarıdır.

Deprem kent ekonomisini şiddeti ile doğru orantılı olarak etkiler. Şiddetli bir deprem salt toprağı ve yapıları değil, kentin ekonomisini de sarsar, zarara uğratır. Sanayi bazında, yıkılan fabrikalarda üretim ya durur ya da depremin acı sonuçları oranınca yavaşlar. Hizmet sektöründe de aynı şey yaşanır. Hizmetler durur, ağırlaşır ya da sokağa çıkar. Sokakta sürdürülmeye çalışılan hizmetler sürekli olarak eski verimi vermez. Ticaret aksar; ticaretin hammaddesi, tüketim maddesi, bunların alım ve satım hacmi, alım ve satım alanı ve ticaretin yönü değişir. Sonuçta, şiddetli bir deprem ya da bir başka doğal yıkımda bir kentin geliri azalır ve ancak, aynı zamanda harcamaları artar. Bu durum, kenti, yöneticileri ve yaşayanlarıyla salt ekonomsal olarak değil toplumsal, toplumcul (sosyal) ve politik yönlerden de sıkıntıya sokar.

Hatta böylesi durumlarda binen yük, kamu harcamalarında görüldüğü gibi sürekli artan, bilinen ve beklenen bir yük değil, beklenmedik ve birden binen bir yüktür ki bir kent için bu yükü taşımak da oldukça güçleşir.

Kentsel ekonominin önemli ögelerinden biri de yapılardır. Kent içinde yapılar hızlı rant sağlayan araçlardır. Yapıların kent içindeki konumu, kat sayısı, kullanım amacı onun kullanım değerini arttırmakta ve bu da hem o yapının alımsatım değerini, hem çevresinin değerini yükseltmekte, bu da, o yapının arsasına ya da kendisine sahip olanlar için sürekli ve hızla artan bir varlıklılık kaynağı olmaktadır. Rantla kent birbirinden ayrılmaz iki olgudur; birbirlerini beslerler.

Bu durum, kentlerde yapılaşmayı öneme çıkarır. Ne denli büyük, görkemli ve güzel bir yapıyı ne denli ucuza getirirseniz kent içinde o denli varlıklı, o denli prestij ve statü sahibi olursunuz. Bu ikilem, kentlerin biryandan maliyesinin güçlenmesine, bir yandan kentsoylu kesimlerin ve – kentsel – kültürlerinin gelişmesine yararken, öteyandan da olası bir depremde salt o kentin ve içinde yaşayanların değil kent ekonomisinin de zarara uğramasının sanki bir simgesidir.

Depremde yıkılan yapılar biryandan mal ve can yitimi ve sosyal sorunlar demekse bir yandan da sarsılan ya da yıkılan yıkılan kent ekonomisi demektir. Deprem öncesi merkezkent olarak ekonomi dağıtan bir kent depremden sonra bir çevrekent (periferik) olarak dış desteklere gerek duyar duruma gelebilir; tarihsel ve ekonomsal değerini tamamen yitirebilir.

Deprem durumunda kent ekonomisini zorlayan bir başka konu da deprem konutlarının bitirilmesiyle ilgili zamanlamadır. Fizik ve sosyal koşullar deprem konutlarının kısa sürede bitirilmesini zorunlu kılarken kent ekonomisi konuya bu kısa sürede kaynak aktarmakta zorlanabilir. Bu çelişkinin yarattığı sıkıntı Marmara depremzedeleri için konut yapımında yaşanmıştır (Sak 1999). Çelişkiyi, kentsel ekonomik üretim kaynakları değil dış yardımlar çözmüştür.

Yeni bir bilimsel disiplin olan kentsel ekonomi salt konusuyla değil araştırmada kullanılan bilimsel yöntemlerinin farklılığıyla da diğer ekonomsal – bilimsel alanlardan ayrılır. Yöntemlerin çeşitliliği kentleri ilgilendiren konularla ilgili birçok disiplinin birarada olmasından kaynaklanmaktadır. Uzun zaman ekonomi bilimcilerinden önce, öncelikle mimarlar, plancılar, mekan araştırmacıları, coğrafyacılar, istatistikçiler, nüfusbilimciler, toplumbilimciler, ruhbilimciler ve tarihçiler bu konuyla ilgilenmişlerdi. Kentleşme konuları ile bugün matematikçiler de, davranış ve danışma kuramcıları da ilgilenmektedirler. Öyle ya kente yeni gelenlerin danışma gereksinimi o kentte uzun süredir yaşayanların düşünemeyeceği denli büyüktür. Bu durum, – sosyal – danışma hizmetinin de yeterli, etkin ve verimli olarak düzenlenmesini gerektirir. Aslında, sosyal çalışmacılar Avrupa’da kentsel ekonomiyi de işleyen meslek takımlarının içinde 1970’li yılların sonunda yeralmaya başlamışlardır. Bunların hepsi, kent ekonomisi kuramını belki de geleneksel ekonomi bilimcilerinden daha fazla zenginleştirmekteler. Bu katılımla sosyal çalışmacılar uygulama süreçleri içinde yoğun olarak etkin olurken kentsel sosyala çalışma yöntemleri üzerinde de düşünmek ve yöntem geliştirmek zorundadırlar. Bugün varılan sonuç, kentleşme alanında hızla yayılan ve etkinleşen çeşitli bilim dallarıdır. Onların ürünlerinin yararları, Keynes’in dediği gibi gelecek onyıllarda günlük yaşantımızda giderek görülecektir. Çünkü, bugünkü bilimin geliştirdiği düşünceler yarının politikasının düşünceleri olacaktır.

Kentleşme olgusunda 1950’li yıllardanberi Türkiye’nin yaşadığı bir süreç var. Bu sürecin toplumsal boyutunda kentsel ekonomiyi ilgilendiren ve etkileyen göreli yoksulluk/göreli varlıklılık olayı vardır. Görece yoksulluk ve görece varlıklılık kendini en kolay ve yaygın olarak kentleşme sürecinde gösterir. Kente yeni gelen insanlar gecekondularda kendilerine – kente bakıma – kötü koşullarda bir barınma olanağı buldukları zaman, kendilerini geldikleri köy ortamıyla kıyaslayarak, görece varlıklı, görece refah içinde görebilirler. Köye göre daha iyi durumdadırlar ve bir süre için mutludurlar. Gecekonduya yeni gelenlerin, kendilerini geldikleri köyle kıyaslamaları süreci birgün sona erer ve aynı insanlar, bu kez kendilerini kentte eskidenberi yaşayanlarla kıyaslamaya başlarlar. Zaman içinde köyden uzaklaşıp, kente yaklaştıkça süreç tersine dönmüştür. Artık algılama ve değerlendirmeleri köye göre değil, kente göredir. Artık kendilerini kentliye göre yoksul görmektedirler. Oysa, belki de ilk geldikleri güne bakıma, baba iş bulmuş, ana temizlige çıkmış, çocuk çıraklığa durmuş, yani refah düzeylerinde artma da olmuştur. Kendilerini buna karşın yoksul görmektedirler. Bu durum, göreli yoksulluk/göreli varlıklılık olayıdır.

Köyden kente geçiş sürecinde en belirgin nitelik taşıyan görüngü kırda üretim teknolojisinin radikal bir ölçekte değişmesidir. Nüfus artışı, yaşam biçimi ve düzeyine ilişkin yetersizlikler, kentin çekici etkisi, toprak yetersizliği, toprağın miras yoluyla parçalanması gibi öteki etmenlerin hiçbiri tarihin bir noktasında ulusal demografik dengeyi bozabilecek etkinlik düzeyine ulaşamamışlar (Şenyapılı, 1981, 33).

Deprem bölgelerinde yaşayan ve işini, malını, mülkünü yitiren insanların eski toplumsal düzeylerini yeniden yakalamaları, hatta onun üzerine çıkabilmeleri heyecanı kentsel ekonominin o bölgelerde işleyişinden etkileneceği gibi bu heyecan bizzat kentsel ekonominin işleyişini de etkileyecektir.

1990 yılında H.Ü. Sosyal Hizmetler Yüksekokulunda yapılan bir seminer çalışmasında, kent ortamında (Ankara) sokaklarda ayakkabı boyayan çocukların sosyoekonomik durumları incelenmiştir. Bu çocukların çoğunun babası işsizdir ya da çok düşük ücretli işlerde çalışmaktadırlar (Artan vd. 1990). İncelemede belirtilen, onların bu işi yapmalarına neden olan sosyal ve ekonomik etmenler büyük ölçüde kent ekonomisinin belirlediği etmenlerdir ve bu etmenlerin kentsel ekonomi disiplini çerçevesinde iyileştirildiği ölçüde ayakkabı boyayan çocukların ekonomik ve sosyal durumları da iyileşecektir. Ayrıca söylenmelidir ki, bu 11 ile 16 yaşları arasındaki sokak çocukları da tüm sorunları içinde kentsel ekonomiye küçücük de olsa katkı yapmaktadırlar.

Ayrıca kentler rant üretirler. Rant kentsel üretimin önemli bir payını oluşturur. Örneğin, kırlar tarımsal ortamlarıyla ve sahip oldukları fabrikalarla tarım ve sanayi sektörlerinde ulusal gelire önemli katkılar yaparlar. Ancak oralarda hizmet ve rant boyutlarında ekonomsal katkılar çok düşüktür. Kentler, hizmet ve rant hasılalarıyla öneçıkarlar; sanayi ve ticaret sektörlerinin katkıları da kentsel hasılayı büyütür.

Gelişmiş, ekonomsal ve sosyal sıgası büyük bir kent, yanlış coğrafik yerleşim hataları nedeniyle bir gün bir doğal yıkım karşısında, hem sanayi, hem hizmet ve hem de rant ekonomisinde kendisinde ve ülkede ekonomsal kayıplara yolaçar. Bunun yerine konması hem güç, hem pahalı ve hem de zaman yitirici olabilir.

Kentsel ekonomi, yani kentlerde üretilen ve işletilen ekonomi ülke ekonomisinin önemli bir parçasıdır. Her gelişmiş ülkede kentsel hasıla kırsal hasılanın önüne geçmiştir. Türkiye’de tarımın payı gelişmiş ülkelere bakıma hala yüksekse de kentsel ekonomi dünyadaki tarihsel eğime uygun olarak ağırlığını giderek artırmaktadır.

Türkiye’de hizmet sektörü doğal olarak en üst düzeyde anakent ortamında gelişmiştir. Ancak, sanayi doğal olmayarak büyük kentlerin duldalarında öbeklenmiş; yani ülke coğrafyasına dengeli olarak yayılamamıştır. Bu yazının ilgilendiği nokta bu gerçeğin nedeni değil sonucudur ve bu sonuç, coğrafik ve jeolojik değerlendirmeleri yapılmadan ve onlara uyulmadan kendiliğinden gelişen ya da imar edilen kentlerin deprem gibi bir doğal yıkımda çok büyük ekonomsal kayıpların merkezi olabilecekleridir. Bu nedenle (a) coğrafik ve jeolojik değerlendirmeleri – doğru ve bilimsel olarak – yapmak; (b) kentlerin imarında, bu değerlendirmelerden çıkan sonuçlara uygun altyapı ve bina yapım teknik ve uygulamalarını gerçekleştirmek, ve (c) ondan sonra o kentsel ortamlarda ekonomiyi planlamak ve sosyal yaşamı düzenlemek akılcı ve çağdaş yaklaşım olacaktır.

Egon Matzner’in yazısı önce kentsel gelişme sürecini açıklamaya çalışıyor. Kentlerin gelişmelerini açıklayan kuramların gelişmekte olduğuna ve gelişmesi gerektiğine işaret ediyor.

1971 yılında yayınlanan makale o yılların, yani otuz yıl öncesi Avrupa’sının kentiçi sorunlarını irdeliyor. Kentleşmenin yarattığı sorunlar ve çözümü ile kentsel ekonominin ilişkilerini araştırıyor. Kentsel ekonomiyi de yazıda ağırlıkla kamu sektörü açısından alıyor, kamusal hizmetleri değerlendiriyor.

Kamu bütçesiyle kent büyüklüğü arasındaki ilişkiden hareketle büyüyen kentte artan kentsel sorunların giderilmesinde kamu bütçesinin nicel yeterliğini yetersizliğini irdeliyor. Bu hizmet için kentte toplanan vergilerle bu hizmetlerden yararlanan kesimlerin büyüklüğü arasındaki ilişkiye yazar, kamu bütçesiyle gerekli hizmetlerin dengeliliği ve yeterliliği açısından yaklaşıyor.

Bu ekonomsal durum, konum ve ilişkilerin yeterlilik düzeyinde incelenebilmesinin kentin yaşamını rahatlatacağını, kamusal hizmetlerin daha rantabl ve düzenli verilmesine yardımcı olacağını belirterek artık günümüzde kent ekonomisi araştırmalarının gittikçe önem kazandığını vurguluyor. Yazının başında bu araştırmaların yaygınlaşması zorunluğunu belirten Matzner, yazısının sonunda da Avusturya’da ve diğer kimi ülkelerde bu gelişmeleri örnekliyor.

Bu araştırmalar en azından şunun için gereklidir. Kentler büyüdükçe kamusal hizmetlere gereksinim ve onların boyutları büyüyecektir. Ancak bu gelişme kamu maliyesine artan bir yük de getirmektedir. Büyüyen gereksinim ile büyüyen maliyet arasındaki dengenin kurulabilmesi güvenilir kamu ekonomisi araştırmalarıyla olabilecektir.

Egon Matzner’e göre günümüzde tamamlanmış bir kentsel gelişme kuramı yoktur. Bu alanda ortaya çıkmış yaklaşımlar vardır ancak. Bunların geliştirilerek tamamlanması gerekmektedir. Matzner öteyandan, kentsel gelişme kuramlarına bir noktadan öte bağlanmama gereğine de işaret ediyor. Çünkü, bir teze bağlanan bir kişi her gelişmeyi o tez sınırları içinde değerlendirmeye çalışacağından kendisini sınırlandırmış olur. Ona göre, bu modeller yalnızca kararların hazırlanmasına hizmet eden yardımcı araçlardır, yoksa uygulama emri değildirler.

Matzner’in anlatımına göre, kentsel ekonomi kuramı üzerinde 1970’li yıllarda bir Amerikan kurulu tarafından kentleşme ekonomisi üzerinde başlatılan çalışmaları içeren ve 50 sayfadan daha fazla tutan bir rapor hazırlanmıştır. Londra’da konuyla ilgili kurulan bir merkez, kurulduğu 1968 yılından 1971’e değin, yani üç yıl içinde kentsel ekonomi konusunda 100’ün üzerinde araştırma raporu yayınlamıştır. İsveç’te yıllardır oldukça kapsamlı araştırmalar yapılır, kentsel ve bölgesel gelişmenin sorunları üzerine. F. Almanya, Avusturya ve İsviçre’de de konuyla ilgili birçok çalışmalar vardır. Bu bilimsel kaynaklar ve bunlara dayalı etkinlikler sırasında sorunlara çözüm aranırken yeni sorunlar da ortaya çıkabilir. Örneğin aynı alanda (kentsel ekonomi ve kentsel hizmetler alanı) hizmet üreten birbirine yakın mesleklerin arasında doğan sürtüşmeler gibi.

Bir kent çok boyutlu bir olgudur. Kentsel ekonomi kuramı bu yüzden gerekli olduğu zaman, bütünün salt bir kesimini aydınlatabilir ve olsa olsa diğer kesimlerle birlikte desteklemeye işaret eder.

SONUÇ

Türkiye’de de kentleşme olayının boyutları büyüdükçe kentsel ekonomi araştırmaları gereksinimi kuşkusuz büyüyerek duyulmaktadır. Kentsel gelişme süreci üzerine ne biliyoruz, kentsel ekonominin düzenlenmesi, değerlendirilmesi üzerine hangi bilgilere dayanabiliyoruz ki kentsel yaşamın, ekonomsal kaynaklar rantabl olarak kullanılıp geliştirilmesi sağlanabilsin.

Kentsel ekonomi araştırmaları, kentsel gelişim araştırmaları, özellikle nüfusu günde 400 dolayında denetimsiz ve hazırlıksız artan bir kentte danışsal ve kılavuzsal yarar sağlayacaktır.

Yazıda sayılan sözkonusu araştırma merkezlerinden Türkiye’de kaç yerde var; kaç tane var? Verimli çalışıyorlar mı? Bunlar ikinci etap sorulardır. Ancak, bir Ankara ve Istanbul nazım plan çalışmalarını anarsak olanların da verimli ve etkin çalışmalar yapamadığı açıkça görülür. Üniversitelerimizde kentleşmeyle ilgili bölümlerde yapılan araştırmaların ne derece kentlerin ekonomsal ve hizmet düzenlenmesinde etkili ve katkılı olabildikleri, ses verebildikleri de ayrı bir sorudur.

Türkiye’de, yapılsa da, kent geliştirme araştırmaları yerini bulmamakta, düzenli, planlı gelişme çalışmalarına gereksinimi olduğu halde başıbozuk ve denetimsiz gelişen kentler sahip aramaktadırlar.

Bir de buna kentsel hizmetlerin kamu eliyle verilmesindeki yetersizlikleri, bu alanda kamu maliyesinin tıkanıklığını eklersek, ülkemizdeki sorun boyutlarını açığa çıkaracaktır. Türkiye’de kamu maliyesini güçlendirmek, bir, kamu hizmetlerini verimli ve sürekli kılmak, iki, kentte mekan planlamasını ve düzenlemesini denetime almak, kentleri insanca yaşayabilir yerler kılabilmek için zorunludur.

İlk elde anakent belediyelerimizde araştırma büroları geliştirilebilir. Ancak, mali bakımdan yetersiz ve zorunlu hizmetlerini yeterince yerine getiremeyen bir belediye, araştırma anlayışında da başarılı olamayacaktır. Kaldı ki kent yöneticilerimizde, genel olarak, böyle bir araştırma birimi kurmak için gereksinimden çıkış yapan bir düşünsel birikimin olduğu da söylenemez. Çünkü kent ekonomisi oluşturulmuş kent politikasıyla bütündür. Kentlilik bilincinin yeterince oluşmadığı bir ülkede kentsel politikanın da geliştiğini söyleyemeyiz.

Oysa, Türkiye’de kentsel sorunlarımızın çözümünde ana görev belediyelere verilmiştir. Önce onların çağdaş kentsel anlayış ve parasal bakımlardan geliştirilmeleri gerekir. Bu sağlanınca, aynı anda ciddi boyutta geliştirilecek kentsel ekonomi ve geliştirme araştırmaları da bu yeni kaynakların en verimli kullanılış biçimini gösterecektir. Bilim yuvalarımızda da bu konuda kürsülerin geliştirilmesi geç de olsa olaya bir yerde sahip çıkmamızın başlangıcı olacaktır.

Kentsel ekonominin sorunlarının kuramsal ve deneysel çözümlenmeleri her ülkenin koşullarına göre kendi yollarını bulurlar. Bu sözü edilen ülkeler kuşkusuz endüstrileşme ve kentleşme sürecinde en geniş biçimde ilerlemiş ülkelerdir. Kentsel sorunları ciddileşmiş ülkelerdir. ABD, İngiltere, İsviçre, Fransa, F. Almanya gibi… Zaten Matzger’in önemli makalesi 1960’lı yılların sonunda Avrupa’da yaşanan hızlı kentleşme, sosyal refah nedeniyle kentlere yaşanan içgöç, yabancı işçi göçü olgularının arasında kentsel yöneticilerin kentsel ekonomiyi ve genelde kentsel dokuyu sağlıklı geliştirebilmeleri kaygıları içinde yazılmıştır (Tomanbay, 1980). Türkiye’nin bugünü 1970’li yılların Avrupa kentleşme olaylarından daha önem taşır durumdadır. Kentleşme hızlıdır ve üstüne üstlük baştanberi sağlıklı bir eğimde gerçekleştirilememiştir. Kentleşme ve kent planlaması anlayışı geliştirilememiştir. Bunun nedenleri ayrı bir yazının konusudur.

Ancak, ne var ki, Marmara ve Düzce depremleri, Düzce’nin il yapıldığı, Adapazarı’nın ve başka birçok yerleşimin yeni yerlerinde yenibaştan kurulduğu bir dönemde, sadece teknik boyutta değil genel anlamda kentleşme planlamalarınn Türkiye’de artık üzertinde durulan, disipline edilen güncel konular arasına girmesine vesile olmalıdır.

Sonuç olarak, doğal yıkım insanların ekonomik, sosyal, kültürel, ruhsal durumlarını bir anda değiştirebilir. Aynı tez kentler için de doğrudur. Doğal yıkım kentlerin ekonomik, sosyal, kültürel, ruhsal durumlarını bir anda değiştirebilir. Deprem olduğunda kentlerde bir anda yaşam duruyor. Tüm insanlar tek bir konuya kilitleniyor: Deprem. Kentlerin biçimi değişiyor; yapılar yıkılıyor, yollar çatlıyor, konutların yerini yıkıntılar ve çadırlar alıyor. Elde kalan para cepte kalan oluyor.

Sosyal çalışma ve sosyal hizmetler de kentsel ekonomiden pay alır. Kentin ekonomik üretim sıgası o kentteki sosyal hizmetlerin  gelişmişlik düzeyi ile koşutluk gösterir. Bu bağlam, o kentteki sosyal çalışma ve sosyal hizmetlerin uygulama başarısını da bir ölçüde belirler.

Herşey o denli birbirine bağlı ki.

KAYNAKÇA:

ARTAN, Taner/Ayfer ARSLAN/İsmet ÇAĞLAYAN/Abdullah ÖZBAY. “Çocuk Çağındaki Boyacıların Kent Hayatındaki Sosyoekonomik Durumlarının İncelenmesi”, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu Seminer Çalışması. Seminer Sorumlusu: Sevil Atauz. Ankara, Mart 1990. Yayınlanmamış metin.

MATZNER, Egon. “Zur Theorie der Stadtwirtschaft – eine Übersicht”, in: “Berichte zur Raumforschung und Raumplanung”, S. 2, s. 3-11, Österreichische Gesellschaft für Raumforschung und Raumplanung, Wien/New York, Springer Verlag, 1971

SAK, Güven. “Deprem Tartışmaları Üzerine”, Radikal, 02.09.1999

SEVİĞ, Veysi. “Kentleşme Ekonomisi”, Yeni Yüzyıl, 04.08.1995

ŞENYAPILI, Tansu. Gecekondu, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Basım İşçiliği, Ankara, 1981

TOMANBAY, İlhan. “Kentsel Ekonominin Kuramına Genel Bir Giriş”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Politika Kürsüsünde master proğramı için hazırlanan seminer raporu. Yayınlanmamış metin. Ankara, 1980

*


(*) Egon Matzner, Avusturya’l›, HS. Doçent Doktor’dur. Yerel Bilimler BelgeliŸinde çal››r (Viyana). Egon Matzner Avusturyalı bir kent plancısıdır. Kentlerin mekansal düzenlemesi ve ekonomsal boyutları ve planlaması konusunda kuramsal çalışmaları vardır. Türkiye’de kentsel ekonominin varlığını tartışma konusu yapmamız gereken şu günlerde Avusturyalı bir kentsel ekonomistin düşüncelerini kamuoyuna tanıtmanın yararlı olacağına inanıyorum.

(*) Sözkonusu yazıda, tam karşılığıyla “Stadswirtschaft” diye adlandırılan “kent ekonomisi” ya da kentsel ekonomi anlamdaş olarak yerel ekonomi karşılığı olan “Kommunalökonomie” kavramı ile de karşılanmış. (İngilizce: urban economics, Fransızca: économie urbanie).

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir