DEPREM, İNSAN ve SOSYAL HİZMETLER
DEPREM, İNSAN ve SOSYAL HİZMETLER
Erdbeben, Mensch und Soziale Dienste
Doç. Dr. İlhan Tomanbay
Hacettepe Üniversitesi
Sosyal Hizmetler Yüksekokulu
ÖZET
Marmara depremi ve yarattığı yeni durum salt teknik değil, sosyal sonuçlara da yolaçtı. Bu yazıda depremin sosyal boyutu ele alınmakta, depremle ortaya çıkan sosyal sorunlarla başetmek için sosyal mesleklerin, bu arada sosyal çalışmanın görevleri irdelenmekte, Marmara depreminde sosyal hizmetler boyutunda yapılanlar ve yapılması gerekenler tartışılmaktadır.
Anahtar sözcükler: deprem, sosyal çalışma, sosyal hizmetler, sosyal sağaltım, sosyal rehabilitasyon, sosyal bakım, gönüllü kuruluşlar.
ZUSAMMENFASSUNG
Das Erdbeben im Marmara-Gebiet und seine hervorgerufene neue Lage hat nicht nur auf technische Folgen, auch auf soziale Folgen verursacht. In diesem Beitrag ist die soziale Dimension des Erdbebens als Thema behandelt; die Funktion der sozialen Berufe, unterdessen der Sozialarbeit untersucht, um mit den sozialen Problemen, die durch das Erdbeben herausgekommen sind, fertigzuwerden; es wird diskutiert, was nach dem Erdbeben Marmara gemacht worden sind und gemacht werden sollen.
Schlüsselbegriffe: Erdbeben, Sozialarbeit/Sozialpädagogik, soziale Dienste, Sozialtherapie, Sozialrehabilitation, Sozialpflege, frewillige Organisationen (NGO).
İçindekiler
- Giriş
- Deprem ve Sosyal Çalışma
- Sosyal Çalışma Tarihinde Doğal Yıkımlar
- Depremin Sosyal Yüzü
- Marmara Depreminde Ortaya Çıkan Sorunlar
- Doğal Yıkım Durumlarında Sosyal Hizmetler
GİRİŞ
17 Ağustos 1999 günü Karadeniz Ereğlisi’nden Çanakkale’ye, Karadeniz kıyılarından Eskişehir’e değin geniş bir bölgeyi sallayan deprem özellikle Marmara Denizinin doğu ve güney kıyılarında büyük can aldı; kayıtlara dünya tarihinin en büyük depremlerinden biri olarak geçti. Ölü sayısı 20.000 dolaylarında olduğu açıklandı. İlk depremden 28 gün sonra 5.8 şiddetinde bir ardçı deprem yine yapıları yıktı; yeni canlar aldı. Marmara depremi ile birlikte ve ardından, deprem Ankara’dan Elazığ’a, İzmir’den Alanya’ya, Sivas’tan Muğla ve Bodrum’a değin kendisini gösterdi; gösterisini sürdürüyor. 12 Kasım 1999 günü de Bolu, Düzce, Kaynaşlı hattında büyük bir deprem oldu. Aynı acılar daha küçük ölçekte yaşandı. Ardçı depremler denilen deprem silsileleri sürüyor. Ardçı depremlerin daha bir yıl süreceği söyleniyor. Öteyandan bilimciler açıklama yaptılar. Marmara bölgesinde önümüzdeki iki yıl ile 20 yıl arasında büyük bir fay kırılması daha bekleniyor (Hürriyet, 14.09.1999). Bunlar gösteriyor ki, toplum olarak artık deprem kültürümüzü, deprem bilgilerimizi, her boyutta depreme karşı önlemlerimizi geliştirmek, bu arada depreme sosyal bakış açımızı da belirlemek zorundayız.
Marmara depreminde görüldü ki, deprem sırası ve sonrasında iki güç odağı çalışıyor: Asker ve sivil güçleriyle Devlet (yerel yönetimler bu kapsamda) ve gönüllüler. Gönüllüler iki tür hizmet sunuyor: Bireysel ya da örgütlü olarak. O zaman iki tür gönüllü var: Bireysel gönüllüler, örgütlü gönüllüler. Marmara depreminde devletle gönüllü çabalar arasında hangisi daha iyi, hangisi daha çok iş yapıyor, hangisi daha dürüst ve hangisi daha seri gibi sorular soruldu, tartışmalar yaşandı. Zaman zaman gönüllü kuruluşlar ve kişiler medyada öne geçti, daha dikkat çekti. Çünkü, devletin yaptıkları zaten zorunlu görevi olarak görülüyor, hatta tam tersine Devlet bir türlü yeterince etkin olamadı gibi eleştirilere de yapılıyor. Ancak, şu söylenmelidir ki bu tür doğal yıkımlarda devletle devletdışı kuruluşlar bir bütünlük içinde çalışırlarsa herikisi de etkin olabilirler. Tersi deyişle, her ikisinin de etkinliği bütünlük içinde çalışmalarına bağlıdır.
DEPREM VE SOSYAL ÇALIŞMA
Deprem sosyal hizmet uzmanlarını doğrudan ilgilendiriyor. Sosyal çalışma mesleğinin işlevleri arasında doğal yıkım durumlarında vereceği hizmetler de var. Çünkü sosyal çalışma mesleğinin odağı insandır ve doğal yıkım insana her boyutta zarar veren bir doğa olayıdır. Bu zarar geçici/kalıcı fizyolojik zarardan geçici/kalıcı sosyal zarara değin uzanır. Yani, doğal yıkımla karşılaşan insan fizyolojik ve maddi yitiklerinin yanısıra toplumsal uyumunu ve sosyal çevresini de yitirebilir.
Depremde insanlar için ilk elde yapılacakları üç genel kategoride toplayabiliriz. (a) Enkazdan, öncelikle, kurtarılabilecek insanları kurtarmak. (b) Sonra, yaşamını yitiren insanları çıkartmak. (c) Yaşayanların temel gereksinimlerini karşılamak, onları fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlıklarına kavuşturmak. Sosyal çalışma mesleğinin görevi üçüncü aşamada başlıyor.
Sosyal hizmetler için deprem durumunda iki hareket noktası beliriyor. Biri şudur: Doğal yıkım, (a) özel gereksinim grupları yaratır, (b) varolan özel gereksinim gruplarının durumlarını daha da zora sokar. Özel gereksinim grupları sosyal çalışmanın doğrudan çalışma alanını oluşturur. İkincisi: Doğal yıkım (a) toplumsal dengeyi, ve, (b) bireyin sosyal dengesi ile içsel dengesini bozan bir olaydır(*). Sosyal çalışma toplumsal ve bireyle ilgili olan “sosyal dengeyi” bozan etmenleri yoketme ve bu dengelerin yeniden kurulması için çözüm ve hizmet üretme işlevi olan bir meslektir.
Yukarıda özetlenen iki ana konu sosyal çalışma ile doğal yıkım ya da deprem arasındaki doğrudan ilişkiyi belirler ve sosyal çalışma mesleğinin deprem konusundaki görev alanını çizer.
Burada kastedilen “varolan” özel gereksinim grupları korunmaya ve bakıma muhtaç insanlardır, öncelikle çocuklardır, yaşlılardır, özürlülerdir. Yalnız yaşayanlardır, yoksullardır, barınaksızlardır, işsizlerdir, vb.
Depremle ortaya çıkan özel gereksinim grupları, öncelikle, deprem dolayısıyla özürlü duruma gelen sağlam insanlar, bir gecede herşeyini yitirip yoksullar grubuna katılan geçimi normal insanlar, “varolan” barınaksızlara eklenen yeni barınaksızlardır. Sağlığı deprem nedeniyle bozulan insanlardır. Deprem nedeniyle anababasız kalan çocuklar, ortada kalan gençler, kadınlar, evlatlarını yitiren yaşlılardır. Bütün bunlar, doğal yıkımın boyutu oranınca bir anda ortaya çıkmış ivedi yardım ve bakım isteyen “özel gereksinim grupları”dır.
Bütün bu insanlar sosyal çalışma mesleğinin müdahale etmesi gereken gruplardır. Sosyal hizmet uygulamasının güçlüğü buradadır ki, bu denli geniş bir yardım bekleyen grup varken bunlardan birini ya da birkaçını seçerek hizmet vermek meslek uygulamasını sınırlandırmak olur. Örneğin deprem bölgesinde sosyal çalışmacı salt çocuk, yaşlı ya da özürlüyle çalışarak hizmeti ve mesleğin işlevini sınırlamamalıdır. Kuşkusuz bir insan her işi yapamaz, burada söylemek istediğim, sosyal çalışmacılar aralarında tutarlı bir görev bölüşümü yapmalıdırlar.
Deprem insanın fizik çevresinden (dış çevre) ruhsal dünyasına (iç çevre) değin çok geniş bir yelpazede zararlara, sarsıntılara ve yıkımlara yolaçar. Depremde insanın fizik çevresiyle ruhsal dünyası arasındaki fay hattında oluşan çatlaklar da bireyin sosyal ve kültürel ortamında ve kurulu düzeninde ansal değişikliklere, yani sosyal sorunlara neden olur.
Deprem, sosyal sorunlar bazında önce aile yapısında çatlaklar oluşturur; aileleri parçalar; aile ilişkilerini sarsabilir.
Ailenin özellikle sosyopsikolojik destek gereksinimi olan bireylerinin, özel gereksinim gruplarına girebilecek yapıda olanlarının yaşamlarını yaşam anlayışlarından çevreleriyle ilişkilerine değin değiştirebilir.
Meslekle deprem arasında özel gereksinim grupları dışında işlevsel bağ kuran öbür konu da toplumsal uyum konusudur. Toplumsal uyum sosyal çalışmanın sonul ereğidir (nihai hedef). Gerek bireyler arasında, gerek bireyin kendi içinde, gerek doğal ve kurumsal çevresiyle ve gerekse toplumsal kurumlar arasında varolan dengenin bozulması toplum boyutunda “toplumsal sorun”, birey ve çevresi bağlamında “sosyal sorun” yaratmaktadır. Deprem de bireyin sosyal ve kurumların toplumsal dengelerini bozan bir olaydır. Bu noktada devreye sosyal sağaltım uzmanı olarak sosyal çalışmacı girer; toplumsal ve sosyal uyumun sağlanması için mesleksel müdahale tekniklerini kullanır.
Bir doğal yıkımla ortaya temel ivedi gereksinimler çıkıyor. Bunlar, beslenme, barınma, sağlık (ve temizlik) hizmetleridir. Bunun ardından, depremden etkilenen her yaştan insan için toplumla ve doğal çevreleriyle yeniden gerilimsiz ve barışık yaşayabilmeleri için sosyal rehabilitasyon gerekiyor. Ve bir süre bu hizmetlerin çadırlarda verilmesi gerekiyor. Yani insanları doğal yaşamlarına döndürmek ve doğal işlevlerini yeniden kullanabilme yetilerini geliştirmek işlemi doğal olmayan koşullarda gerçekleştirilmek zorunda. Çünkü, içinde çalışılacak yapılar hep yıkılmış.
Sosyal çalışmacının deprem sonrası insanlara yönelik hizmetleri sosyal sağaltım ve sosyal rahabilitasyon ve sosyal bakımdır. Sosyal çalışmacı bu hedeflerine sosyal destek hizmetleriyle ulaşır. Sosyal destek sistemleri üç boyutludur. Maddi destek (para, beslenme, barınma, eşya vb.), duygusal ve psikolojik destek (sözel destek, güçvericilik), bilgi desteği (danışmanlık). Tufan, bu üç destek boyutuna bir dördüncü desteği katmakta ve buna güvence veren destek adını vermektedir. Bu destek türü ilk üç desteğin sağlanmasıyla ancak gerçekleşebilir (Tufan 1999).
Deprem, sosyal sorunlar yarattıkça sosyal mesleklere de çalışma alanı ve hizmet modelleri yaratır ve bu modeller uygulama içinde gelişir ve boyutlanır; tıpkı Marmara ve Düzce depremlerinde sosyal çalışma, çocuk gelişim ve eğitimi ve psikoloğluk gibi mesleklerde olduğu gibi.
SOSYAL ÇALIŞMANIN TARİHİNDE DOĞAL YIKIMLARIN YERİ
Sosyal çalışma mesleğinin ortaya çıkmasında iki tarihsel gelişmenin birarada büyük rolü vardır. Bunlardan biri sanayi devrimi ve bu sürecin yarattığı topraktan kopma, işsizlik, yoksullaşma vb. olaylardır. İkincisi de savaşlar gibi insan iradesiyle yaratılmış kitlesel yıkımlardır. Bunlar aile parçalanması, çocuğun, kadının, yaşlının yalnız kalması, sokakta kalması, hastaların, özürlülerin artması, gelecek güvensizliği, işsizlik, açlık, kıtlık ve salgın hastalıklar gibi olumsuz sonuçlara yolaçarlar. Yaralanmış toplum yaratır bu tür olaylar; hasta toplum yaratır. Böylesi toplumların yeniden sağlığına kavuşturulması, eski dengelerini, dirikliğini (dinamizmasını), üretkenliğini, birey ve toplum olarak içsel uyumunu ve toplumsal mutluluğunu yeniden kazanması, hatta, daha üst düzeyde kazanması için alınması gereken önlemler ve yapılması gereken “işler” bir bütünlük içinde sosyal çalışma mesleğinin ortaya çıkmasına yolaçmıştır. Meslek, giderek belli bir dizge, plan, proğram, ilke ve etik çerçevesinde yürütülen çalışmalarla yaratılan kuramların ışığında kendisini belirlemiştir. Daha önce dinsel kuruluşların yaptığı çalışmalarla dizgeleşmeye başlayan sosyal çalışmalar çağdaş devlet aşamasında dinsel yardım kimliğinden sıyrılarak devletin sosyal devlet boyutunda olmazsa olmaz hizmetleri arasında girmiştir.
Sanayileşme ve savaşlar diye başlıklaştırabileceğimiz bu iki ana kategori kapsamına daha sınırlı olduğunu benimsemek koşuluyla doğal yıkımları da yerleştirebiliriz. Doğal yıkım insanları, önce savaşlarda olduğu gibi, canlarından eder. Geride kalanları yalnız, öksüz, yetim, aç, yoksul bırakabilir. Ekonomik dengeleri, gelir dağılımını altüst edebilir. Gelir kanallarını tıkar, işsizliği arttırır, işsizliğin yaratacağı sorunları körükler. Özürlü insanların sayısını çoğaltır, insanları toplum içinde yalnızlaştırır, güvensiz, ürkek, duruma göre içe kapalı, çekingen, saldırgan yapar, dayanışma duygularını beslediği denli düşmanlıkları da kışkırtır. Bunlar, toplulukta ya da toplumda dengeleri, ilişkileri, dinginliği ve refahı bozar.
Bu durumlar bireylerin yaralarının sarılabilmesi için, açlığın, işsizliğin, yoksulluğun bireyler üzerindeki baskın ve ağır etkilerinin hafifletilebilmesi için müdahaleyi gerekli kılabilir. Bu müdahale araçlarından biri de akla gelebilen diğerlerinin yanısıra sosyal çalışma mesleğidir. Bu anlamda, sosyal çalışma bir müdahale mesleğidir. Bireyleri, toplulukları ve toplumların dengelerini bozmamak, bozulan dengeleri yeniden kurmak, huzur ve refah ortamını sosyal boyutta yaratmak için yapılan her türlü müdahale sosyal çalışmanın işlevleri arasındadır. Bunlar Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulunda verilen derslerde şöyle kategorize edilir. Sosyal çalışma mesleğinin sağaltıcı, koruyucu-önleyici, geliştirici-değiştirici işlevleri bulunmaktadır.
Avrupa’da sosyal çalışma mesleğinin ortaya çıkmasında sanayileşme ve savaşlar büyük etken olmuştur. Bunların doğurduğu sorunlar bireyleri kitlesel boyutta etkilemiştir. Buna karşı alınan önlemler, yapılan müdahaleler zaman içinde dizgeleşerek sosyal çalışma mesleğinin oluşturmuştur.
Avrupa’da 18. yüzyılda belirginleşen ve sorunlarını yaygınlaştıran sanayileşme sürecini Alman toplumbilimci Mollenhauer (1968) sosyal çalışma mesleğinin başlangıcı olarak görüyor. Oysa İtalyan tarihçi Montanari bu “savaş, açlık, kıtlık ve salgın hastalıklar”ın tarihini, kendi deyişiyle bu “topyekun çaresizlik” tarihini Avrupa için 3. Yüzyıla dayıyor (1995, 15). Sanayileşme öncesi yaşanan bu çaresizlikler ile devlet değil din kurumu başetmeye uğraşmış idi. Aynı, İslamın girişinden sonra, yani 1000. yüzyılın başlarında Anadolu’da bu tür kitlesel yoksulluk, açlık ve hastalıklara karşı İslam dinini vakıflar aracılığıyla müdahaleleri gibi(*). Daha sonra, her boyuttaki felaketlerle uğraşma çabaları meslekleşti ve sosyal çalışma doğdu.
Konuyu bu genel yaklaşımdan hemen Türkiye’de deprem sorununa getirmek istiyorum. Çünkü felaketlerin tarihi sonsuzluğu içerir. Tüm sosyal boyutlarıyla bugüne uzanır.
DEPREMİN SOSYAL YÜZÜ
Türkiye’de depremler Cumhuriyet’ten sonra toplumu oldukça etkilemiş ve ancak kalıcı sonuçları bugüne değin istendik ölçüde birikememiştir. Bu konuda yapılan araştırmaları bulmak olası değildir. Kısa bir araştırma sonunda ulaştığım 1995 Dinar depreminden bir yıl sonra Dinar’da yaşayan halka uygulanan bir soru kağıdının sonuçları sosyal bulgular içeriyor. Bu nedenle konumuzla ilintili görerek alıntılamak istiyorum.
1995 yılında Dinar’da yaşanan ve büyük zararlara yolaçan depremden sonra bölgede bir alan araştırması yapan Yrd. Doç. Dr. Dolunay Şenol Çevik’in genel yorumu şudur(*): “Aradan geçen süre içinde Dinar’da fiziksel çevre, sosyokültürel hayat, aile hayatı, ekonomi, eğitim, dünyaya bakış açısı vb. pekçok şey eskisinden farklı olmaya başladı (Çevik, 1998, 1). Araştırmanın sonuç bölümünde de benzer yorum şu tümcelerle yapılmış: “Depremden sonra ilçe sosyokültürel, ekonomik, fiziki ve psikolojik olarak oldukça değişikliğe uğramıştır.” (agy, 193).
Bu değerlendirmeyi Marmara depremine taşırsak deprem bölgesinde de birçok şeyin temelden değişeceğini öngörebiliriz. Çeşitli gazetelerde çıkan değerlendirmelerde depremin “milat” olarak anılmasında bu değişiklik özleminin yeri vardır.
Şimdi bu araştırmadan sosyal çalışma ve sosyal hizmetleri ilgilendiren sonuçları vermek istiyorum.
Dinar’da resmi anlatımlara göre 1 Ekim 1995’te yaşanan depremden tam bir yıl sonra yani Kasım 1996’dan başlayarak çadırda yaşayan insan kalmadı. Demek ki, Marmara depreminden daha küçük olan Dinar depreminin konut sorunun çözülmesi bir yılı almış. Bu, sosyal hizmet açısından binlerce konutsuz insanın önündeki bir yıl için sosyal proğramlar yapılması görevidir.
Deneklere sorulan sorulardan birkaçı şunlar:
Deprem anında neler düşündünüz? Yanıtlar: Dinar depremi sırasında deneklerin % 29.7’si paniğe kapılmış, % 27.8’i ailesini, % 13.8’i ölümü düşünmüş (s. 30).
Deprem anında nasıl davrandınız? Yanıtlar: Deprem anında deneklerin % 49.7’si korku dolu olduklarını söylemişler, % 21.6’sı şaşkın, % 15.3’ü bilinçsizce, % 5’i aptalca davrandıklarını; salt % 10’u soğukkanlı olduklarını belirtmişlerdir. Deneklerin % 14’ü deprem anında nasıl davrandıklarını anımsamıyorlar. Sosyal hizmetler için bu bilgi depremden çıkmış bireye ve gruba mesleksel boyutta yaklaşırken önemli bir veridir.
Depremden sonra çocuklarınızın eğitim durumu nasıl oldu? Deneklerin % 14.5’u çocuklarının depremden sonra Dinar dışında daha iyi eğitim aldıklarını söylüyorlar. % 18.3’ü yatılı okula yollanmışlar, % 2.8 veli çocuklarının eğitiminin etkilenmediğini söylemiş ve % 63.3 anababa çocuklarının eğitimlerinin yetersiz ve çok kötü olduğunu belirtmiş (s. 69).
Aile yaşamı ne şekilde etkilendi? Değişiklik olmadı diyen % 41.8, akrabalarla birarada yaşadık diyen % 27.7, ailemiz parçalandı diyen % 30.8 (s. 71).
Depremden sonra aile içi ilişkilerinizde değişiklik oldu mu? Samimiyet arttı diyen % 37.5, dayanışma arttı diyen % 20, sakin ve duyarlı olduk diyen % 10.6, sinirli ve anlayışsız olduk diyen % 27.8, bencilleştik diyen % 3.8 (s. 73).
Soru: Deprem aile ekonominizi nasıl etkiledi? Yanıtlar: % 27 olumlu, % 49.7 olumsuz etkiledi. % 22.7 etkilenmedi.
Görülmektedir ki, Deprem anında nüfusun büyük çoğunluğu paniğe kapılıyor ve ölümü düşünüyor. Üçtebiri de ailesini düşünüyor. Nüfusun yarısı korku duygusunu yaşıyor, üçtebiri şaşkın ve bilinçsiz hareket ediyor, çok küçük bir bölüm soğukkanlılığını koruyabiliyor.
Nüfusun yarıdan fazlası depremle çocuklarının eğitimlerinin kötülediği fikrindedirler. Nüfusun üçtebirinin depremle ilgili olarak ailesi parçalanıyor. Ve deprem aile ilişkilerinde de değişikliklere yolaçıyor. Olumsuz sonuç olarak sakin ve duyarlı, sinirli ve anlayışsız ve bencilleştikleri duygusundalar.
Öteyandan, nüfusun yarısının aile ekonomisi sarsılıyor, bozuluyor.
Bu sonuçlar sosyal hizmetlere görevler yüklüyor. Görülmektedir ki, Bu bilgiler sosyal hizmetler için depremden çıkmış bireye ve gruba mesleksel boyutta yaklaşırken önemli bir veridir. Kuşkusuz olumlu yanıtlar veren yüzdelerin de değerlendirmelerini gözönüne alarak, olumsuz yanıt veren kesimlerin sosyal sağaltımları için gerekenleri, sosyal hizmetler proğramlamalı ve uygulamaya aktarmanın yollarını aramalıdır.
Yukarıda sözü edilen araştırmanın sosyal hizmetler bakımından çıkarılacak genel sonucu şudur: Deprem aileyi sarsar. Deprem aile içi ilişkileri sarsar. Deprem aile ekonomisini sarsar ve deprem eğitimi sarsar. Araştırmadan çıkan bu sonuçları Marmara depreminde de somut olarak yaşayarak gördük.
Araştırma kapsamında olmayan başka sosyal hizmet alanlarında da depremin ne denli tahripkar olduğunu kabul etmek için araştırmaya gerek yok. Marmara depreminin sonuçlarına bakarak ortaya çıkarılabilir. Örneğin, Marmara’da görüldü ki deprem sağlık hizmetlerini ve sağlığı sallamıştır; Adalet hizmetlerini sallamıştır.
Marmara depremi bir sonuç daha yaratmıştır. Aynı kurtarma alanında sivil savunma personelinin olduğu gibi eğitim alanında öğretmenlerin, sağlık alanında doktorların, psikoloğların, adalet alanında cumhuriyet savcıları ile cezaevi müdür ve diğer ilgili personelin, ve sosyal hizmetler alanında çalışan sosyal çalışmacıların da depremle ilgili olarak eğitimden (seminerlerden) geçmelerinin zorunluğu da ortaya çıkmıştır.
Bunun gibi, Çevik’in araştırmasındaki anlatımla; “Muhtemel depremlere karşı yöre halkının birincil ihtiyaçlarını depremden en kısa süre sonra karşılayabilecek ilkyardım ve kurtarma çalışmalarını sürdürebilecek, halkın zaruri ihtiyaçlarını tespit edip en kısa süre içinde organize bir şekilde giderebilecek profesyonel bir ekibin oluşturulması da bir başka önemli nokta.” (s. 195). Gerçi, Çevik’in araştırmasında, ben biliyorum, Afyon Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünden giden sosyal çalışmacılar çeşitli çalışmalar yaptılar, ancak, sosyal hizmetlerin adı bile yok. Gene de kendisinin yukarıdaki anlatımına katkı olarak söylemeliyim ki, örgütleme, halk katılımını sağlama ve sağlığın sosyal boyutunun gerçekleştirilebilmesi açısından bu ekipte her aşamada görev alabilecek sosyal çalışmalıların bulunması da çağdaş bir hizmet modelinde gereklidir. Depremde kurtarmanın birinci aşaması fiziksel kurtarmadır, ancak, Marmara depreminde görüldü ki, sosyal ve psikolojik kurtarma da kurtarmanın ivedi bir parçasıdır. Aile destek hizmetleri, sosyal (ve sosyopsikolojik) destek hizmetleri, kurtarma sonrası gerekli olabilecek diğer sosyal hizmetler bir depremsonu çalışmasında daha da ağırlık kazanan ve toplum sağlığı açısından kaçınılmaz olan hizmetlerdir(*).
MARMARA DEPREMİNDE ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR
Depremden sonra ortaya fiziksel ve maddi sorunlar çıktı önce. Bunlar bu yazının konusu değil. Hemen ardından toplumsal sorunlarla içiçe, bu yazının ana konusunu oluşturan sosyal sorunlar ortaya çıktı. Depremden etkilenen bireylerin açlık, temizlik, barınma, parasızlık, çocukların gereksinimlerinin giderilememesi vb. gibi. Hemen ardından paniğin ve korkunun yarattığı örselenmeden travmaya değin giden ruhsal sorunlar. Ortada kalan çocuklar, yaşlılar, kadınlar, her yaştan yalnız kalmış insan.. Bunların kaygıları, korkuları, panikleri, ruhsal çökkünlükleri (depresyonları)..
Ana ve/ya babasını yitiren çocukların yakın akrabalarına ulaştırılmaları, yurt ve yuvalara yerleştirilmeleri, koruyucu aile bulunması, yerleştirilmeleri ve gerekiyorsa evlatlık verilmeleri zamanla yarışılması gereken işlerdir. Çünkü, deprem paniğinin aşılamadığı dönemlerde deprem bölgesinde yapılan hırsızlıkların en tüyler ürperteni çocuk hırsızlığıydı. Konu Kocaeli Sosyal Hizmetler İl Müdürü tarafından dile getirildi (Hürriyet, 23.08.1999). Çocuk hırsızlığının rakamsal sonuçları üzerine şu anda bilgimiz yok; bilmek de olanaksız.
Parçalanmış aileler ortaya çıktı. Aileler dağıldı. Birbirlerinin izlerini yitirdiler.
Gençlere enerjilerini boşaltacak olanakların sağlanması sosyal hizmetleri üretenlere düşüyor. Bu konuda kimi girişimler yapılmış. Adapazarı’nda görev yapan sosyal çalışmacılar anlatıyorlar: “Salt çocuklar değil, ergenlerin, yani gençlerin sorunu da yakıcı. Bütün gün boş dolaşmanın zehirli sonuçları var. Onlar için bir oyun alanı, örneğin masa tenisi, voleybol sahası, satranç çadırı filan yaratmak istiyoruz.” (Engin, 1999)
Kimi hastaneler yıkıldı, kimisi oturulması riskli duruma geldi. Sağlık hizmetleri bir yandan önem, ivedilik ve yoğunluk kazanırken öteyandan sağlık hizmetlerini aksatacak tüm olumsuzluklar yığıldı.
Depremden özel yaşamlarındaki sıkıntılarının yanısıra üniversite öğrencileri de öğrenimleriyle ilgili sıkıntılar yaşadılar. Kaldıkları yurtlar ve derslikleri yıkıldı ya da oturulamaz duruma geldi. Kredilerini ödeyecek kaynakları yokoldu. Öğrencilerin eğitim ortamları bozuldu; okulları yıkıldı.
Uzmanlara göre depremi yaşayanlar arasında deprem sonrasında farklı tepkiler yaşanabilir. Örneğin duygusal, zihinsel, fiziksel ve sosyal tepkiler. Yazımızı doğrudan ilgilendirdiği için sosyal tepkileri özetleyelim: İş yaşamında, okulda, arkadaşlık ve evlilik ilişkilerinde ya da anababa olarak sorunlar yaşanabilir. Huzursuzluk, güvensizlik, insanlardan uzaklaşma, kendini reddedilmiş ya da terkedilmiş duyumsama, aşırı yargılayıcı ve suçlayıcı olma, herşeyi denetim altında tutma isteği ve genel olarak ilgi azalması gibi duygular. Bunlar, insanın sosyal ilişkilerini ve sosyal çevresini etkiler, değiştirir, geliştirir ya da yokeder. Bu durum Marmara depreminde günügününe yaşandı ve gözlemlendi (Hürriyet, 26.08.1999). Bu tepkiler uzun bir süre, aylarca sürebilir.
DOĞAL YIKIM DURUMLARINDA SOSYAL HİZMETLER VE ÖNERİLER
Sosyal çalışma mesleğinin uygulamasını yöreden yöreye, bölgeden bölgeye birbirinden farklı olarak etkileyen birçok etmen vardır. Bunlar, çalışılan toplumun ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel yapısı, coğrafya ve iklim koşulları, nüfus yoğunluğu, toplumun yerleşim biçimi, yöre halkının eğitim ve bilinç düzeyi, erek kitle, gerekseme öncelikleri, çalışılan personelin nicel ve nitel durumudur (Tomanbay, 1992, 166). Bu kadar değişken ve farklılık gösteren etmenlerin hemen hemen tamamı bir doğal yıkımda kendi içlerinde sarsılırlar. Bu sarsıntı sosyal çalışmacının işlevini ve işlerini görmesini daha da zorlaştırır. Ancak, çelişkidir ki, bu zorlaştıran ortamın yarattığı sorunlar, zaten sosyal çalışmacının başetmek için varolduğu sorunlardır aynı zamanda.
Marmara depreminde en öncelikli yerine getirilen maddi destek sağlanma sürecinde gazetelere yansıyan düzensizlikler biryana yardımların bir merkezde toplanması doğru adres ve kişilere yeterli ölçüde sevkedilmesi ve dağıtılması gibi konularda sosyal çalışmacı sözsahibidir. Maddi yardım sadece depremin yakın sonrasında değil aylar hatta yıllar sonra bile bir ölçüde sürebilecektir. Bu nedenle, yardım düzeninin uzun evreli olarak düşünülmesi ve toplanmasından dağıtımına kadar aksatılmadan yürütülmesi mesleksel bir eylemdir.
Depremde günün herhangibir saatinde gerilim yaşayan çocuğundan kadınına, gencinden yaşlısına tüm insanların sıkıntılarını hafifletmek için konuşmak gereksinimi içine girdiklerinde çevirebilecekleri, konuşup boşalabilecekleri, bireysel sorunlarını yöneltebilecekleri bir telefon hattı kurulması düşünülemedi deprem bölgesi için. Bu telefon hattında, hazırlıklı sosyal çalışmacılar başvuranlara yol göstermeden sorularını yanıtlamaya, dert dinlemeden sosyopsikolojik destek vermeye değin her türlü sıkıntılı konuda hazırlıklı, eğitimli olmalıdırlar. Ve bu telefonla hizmet verenler konuşma, ses tonu ve söz dağarcığı ve ikna gücü bakımlarından da varlıklı ve seçilmiş olmalıdırlar(*).
Avrupa ülkelerinde sosyal çalışmacılardan ayrı bir işlev daha bekleniyor. Özellikle çocuklar ve gençlerle çalışanlar bu gibi durumlarda bir müzik aleti çalıp şarkı söyleyerek erek gruplarını sıkıntılı ortamlarından uzaklaştırırken sanata ve estetiğe de yaklaştırmış oluyorlar. Adeta, doğal yıkım arasında kültür eğitimi veriliyor. Gölcük’te bir çadırköyde ABD’li Dolly Johnson depremzedelerin yardım meleği olduğu tümcesiyle verilen fotoğraflı haberde Dolly Johnson şunları söylüyor: “Herkes yardıma muhtaç. Ancak çocukları durumu daha vahim. Buradaki kamp çalışmalarını biraz düzene soktuktan sonra onlara akşamları gitar çalıp şarkılar söyleyeceğim.” (Hürriyet, 29.08.1999).
Türkiye’de genel olarak sosyal mesleklerin eğitiminde bir müzik aleti çalmayı öğretmek gibi estetik dersler bulunmadığından çocuklara bir müzik aleti çalmayı eğitsel bir hizmet olarak görme aşamasına gelemedik henüz. (Bunun yerine, Türk Psikoloğlar Derneğinin yaptığı gibi deprem bölgesinde, Gölcük’te oyuncak çadırı kuruldu, onları depremin geriliminin dışına çıkarabilmek için(*).)
Sosyal çalışmacılar deprem bölgelerinde sürekli ve düzenli olarak veri toplama ve değerlendirme çalışmaları yapmalıdırlar. Bundan, ilerdeki bir doğal yıkım durumlarında yapılacak hizmetlerin verileri çıkarılabilir.
Yurttaşlar bir doğal yıkım anında ve sonrasında, ilk elde nereye başvuracaklarını bilemez durumda olmaktadır. Bunlara ivedi yol göstermek de sosyal çalışmanın görevidir. Bu konuda doğal yıkımlardan önce hazırlıklı olan İl Sosyal Hizmetler Müdürlükleri devreye girip halkı istekleri doğrultuda yöneltmelidir. Bu, sosyal çalışmanın danışmanlık işlevidir.
Sağlık alanında ise deprem bölgelerindeki hastanelerde tıpsal sosyal hizmetin önemi daha bir büyük. Çünkü yaralı olup da deprem bölgesinde bir hastanede (ya da çadır hastanede) kalan ya da başka bir kentteki hastaneye götürülen kimseler evlerinin ve ailelerini akıbetlerini bilmek isteyecekler, gündelik birçok işlerinin hastaneden çözülmesini takıntı durumuna getirebileceklerdir. Sosyal çalışmacılar için olgu yönetimi bu tür durumlar için geçerli bir yöntemdir.
Deprem bölgesini terketmek isteyen kişi ve ailelere, gittikleri yörelerde aradıklarını bulamayıp, istedikleri düzeni kuramayıp eski yerleşimlerine geri dönmek isteyenlere gitmek istedikleri yere değin yol parası ve cep harçlığı, kumanya sağlanması sosyal çalışma mesleğinin ilk ve temel hizmetlerinden birisidir.
Depremde zarar görenler için hukuksal danışmanlık da ivedi önem taşıyan bir hizmet. Yaşamın hemen her alanında depremzedelerin hak yitimine uğramamaları için, konutlarının yıkılmasıyla ilgili davalardan, yıkılmış evlerinin kooperatif borcunu ödeyip ödemeyeceğine, enkaz altında belgeleri yitmiş ödemeleri ya da alacaklarına, işyeri yitimi, çalışamadıkları günlerin ücretlerini alabilip alamayacaklarına, sigorta şirketleriyle iletişim ve sorunlarına, ölen yakınları ya da yakınlarının ortada kalan çocuklarının güven altına alınmalarına ilişkin çok geniş bir yelpazede hukuksal sorunları ya da danışma gereksinimleri olacaktır. Istanbul Barosu bu konuda girişimde bulunmuş, ancak bu hizmet gazetelerin haberleri arasında sıkışıp kalmıştır. Hukuk danışmanlık hizmetlerinin verildiği ve nerede ne zaman verildiği konuları mağdur halka bir kanal tarafından iletilmelidir. Bu danışmanlık hizmeti de bütün dünyada sosyal hizmetlerin görevidir. Bunun yanısıra borçların (kooperatif, kredi borcu vb. gibi) depremzedeyi mağdur etmeyecek akılcı bir plan içinde ödenmesi konusunda sosyal çalışmacı borçlu ile alacaklı arasında sosyal bir arabulucu olabilir; sorunu karşılıklı anlayış içinde zamana yayıp çözümleyebilir. Özellikle Fransa’da sosyal çalışmacılar salt bu konuda uzmanlaşarak hukuksal arabuluculuk masalarında görev alıyorlar.
Deprem sosyal hizmet yönetimlerini ilgilendiren bir konuyu daha ortaya çıkardı. Halkın ve hatta medya mensuplarının sosyal hizmetlerden ne denli habersiz olduğunu. Yıllar önceden belleklere kazınmış bir Çocuk Esirgeme Kurumu adı ve bu kurumun, adı üstünde, çocuklarla ilgilendiği bilgisi dışında “TC Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” üzerine bir bilgi yok. Adları daha bir yerleşik olan psikoloğlar ve öğretmenler gazetelerde daha bir sık anıldılar deprem sonrasında. Deprem olup, çocuklar sokakta kalıp, hatta çocukların sokakta kalacağı düşüncesi dayatınca çocukların geleceklerini düşünen haberciler sosyal hizmetler dışında polisten öğretmene, gönüllü hanımlardan psikoloğlara değin akıllarına gelen her türlü kurumu, mesleği ve kişiyi devreye soktular. Çünkü sosyal çalışmacılar onların bilgi portföylerinin çok dışındaydı. Örneğin, Hürriyet gazetesi 23.08.1999 günü “Bu telefonları saklayın” anabaşlığıyla kriz merkezleri ve masalarının telefon numaralarını yayınladı. İlçe ve beldelerdeki kriz masalarının yanısıra konuyla doğrudan ilgileri olan Başbakanlık, İçişleri, Sağlık, Bayındırlık ve İskan Bakanlıkları ile Genelkurmay, Kızılay, Ankara Valiliği ile Başkent Üniversitesinin telefon ve fax numaralarının arasında bölgede yoğun çalışmalar yaptıklarını bildiğim Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün, İl Müdürlüklerinin ya da herhangibir sosyal hizmetler çadırının telefon numarası yoktu (Hürriyet, 23.08.1999). Bu, tanımamadandır. Buna benzer bir başka bilgisizlik de ortaya çıktı. Öyle ki, Hürriyet gazetesinden Fatih Altaylı Teke Tek köşesinde deprem sonrası başlık atıp uyarı görevini yerine getiriyor ve “Koruyucu aile için acil yasa” çıkarılması gerektiğini söylüyordu. Yani koruyucu aile hizmetinin ya depremle ilgili olarak yeni keşfedildiği ya da yasasız, gönülle işleyen bir hizmet olduğu bilgisine sahipti (Hürriyet, 25.08.1999). Adını duyduğu koruyucu aile kurumunun yasasının olabileceği aklına gelmiyordu ve bu iş için yeni yasa çıkarılmasını istiyordu. Bilmiyorum bir yetkili makam yazı ya da telefonla kendisine bu işin yasasının yıllardanberi varolduğunu iletti mi? Özetle, a) SHÇEK böylesi durumlarda bütün çalışmalarının yanısıra yazılı, sözlü ve görüntülü basın ile de sıkı bir iletişim kuracak örgütlenmeyi gerçekleştirmeli; (b) deprem dönemi dışında da sosyal hizmetler üzerine kamuoyu ve özellikle medyanın aydınlatılması için projeler geliştirmelidir.
Öteyandan Devletin tüm katları gibi SHÇEK Genel Müdürlüğün de depremde çocuktan yaşlıya, özürlüden diğer gereksinim gruplarına değin depremde açığa çıkmış insanlara elini uzatmada geç kalmadığını ummak istiyorum. Bu gibi durumlar için SHÇEK Genel Müdürlüğü acil eylem planının tozlu raflarda değil masa üzerinde sürekli durmasının gereğini ansızın yakalayan deprem göstermiş olmaktadır. Bu durum sosyal hizmetler alanında çalışan diğer tüm kamu kuruluşları ve birimleri için de geçerlidir.
Marmara depremi konusunda sosyal hizmet uzmanlarının meslek örgütü olan Sosyal Hizmet Uzmanları Derneğinin bir varlık gösterememesi, herhangibir çalışmaya katılamaması üzüntü verici oldu. Oysa dernek, yani bir gönüllü örgüt olarak sosyal çalışmacıların gönüllülük gizilgüçleri deprem bölgesine ve olayına aktarılabilinirdi. Türk Psikoloğlar Derneğinin yaptığı gibi acil bir “Sosyal Hizmet Kılavuzu” kitapçığı yayınlanıp deprem bölgesinde dağıtımı sağlanabilirdi. Kaldı ki, bu konuda sosyal çalışma meslek olarak eşgüdüm şansı yüksek bir konumda bulunmaktadır; çünkü her ilde ve ilçede Sosyal Hizmet Müdürlükleri vardır. Dernek aracılığıyla gazetelerde çıkacak sosyal hizmet kriz merkezlerinin telefonları hizmetlerin işleyişini kolaylaştırırdı(*). Böyle bir çalışma salt derneği tanıtmakla kalmaz, salt mesleği tanıtmakla kalmaz aynı zamanda deprem bölgesindeki sosyal hizmet alanında yaşanan karmaşaları da büyük ölçüde önlerdi.
Sosyal çalışmacılar deprem bölgelerinde gece gündüz çalışan, kendi özel dertlerini geriye iterek başkalarının yaşamını kurtarmak, başkasına yardım etmek için çırpınan ve bu süreç içinde uyku ve beslenme düzeni bozulan insanlara da gerekiyorsa yardım etmelidir. Onlara sosyopsikolojik destek sunmalı, süpervizörlük işlevlerini yürütmelidir. Çünkü yardım için kendi zamanını, enerjisini harcayan, beden ve ruh sağlığını riske eden, sosyal düzenini gönüllü olarak bozan bu insanlara da zaman zaman sosyal ve ruhsal destek gerekli olabilir.
Evi yıkılan ve yaşadığı kenti terkeden insanların ve ailelerinin yeni yerleştikleri ortamlarda yeni konut edinme, yeni iş edinme, çocukların eğitim kayıtları, çevreye alışma, yeni arkadaşlar kazanma, yeni çevreye uyum gösterme gibi birçok gereksinimleri olacaktır. Örgütlü hizmetleriyle sosyal çalışmacılar birey ve ailelerin bu tür sorunları için de devrede olmalıdır.
Sosyal çalışmacılar çalıştıkları insanların depremle ilgili içsel tepkilerini, zamanında anlayarak sosyopsikolojik yaklaşım ve tekniklerle hafifletmeye çalışabilirler. Bu onların görevleri arasındadır.
Birçok gönüllü kadın örgütü deprem bölgesindeki çocuklar ve kadınlar için birşeyler yapmak istediler ve nereden, nasıl başlayacaklarını bilmiyorlardı. Ne bilgi almak, ne yönlendirilmek, ne destek sağlamak için başvuracakları bir yer vardı. Böyle bir makamın örgütlendirilmesi, varsa netleştirilmesi, gönüllü çalışmaların resmi hizmetlere katkı ve destek bakımından yararlı olabilmeleri için gereklidir. Bu örgütlenme iki bazda olabilir. Resmi bir kurum, bu SHÇEK olabilir, gönüllü kuruluşlar eşgüdüm merkezi olarak çalışır; ya da, gönüllü kuruluşlar kendi aralarında bir gönüllü örgütlenmeyle eşgüdümü sağlarlar. Böyle bir gönüllü örgütlenme de iki zamanda yapılabilir. Birincisi, gereksinim durumunda eşgüdümlü çalışabilmek için önceden sağlanmış ve sürekli toplantılarla sürdürülen bir birlikteliktir. İstenen doğaldır ki bu olmalıdır. İkincisi, Marmara depremi gibi özel durumlarda hızla biraraya gelecek olan gönüllü kuruluşlar ya da gönüllü kuruluşlar dışındaki diğer sivil toplum örgütleriyle birlikte hızla bir eşgüdüm merkezi kurulmasıdır. Bu zaman yitirten bir yöntemdir. Özlenen durum sürekli birliktelik ve işbirliğidir.
Bir başka önemli konu da deprem bölgesinde çocuk hırsızlığıdır. SHÇEK elemanlarının polis ile işbirliği içinde bu olayın önlemesi için eşgüdüm içinde çalışmaları ve sokakta kalmış her yaştan çocuğu durumlarına göre farklı yöntemlerle koruma altına almaları zorunludur.
Sosyal çalışmayı dolaylı olarak ilgilendiren bir öneri de şudur: Depreme dayanıklı konut yapımı konusunda tüm ülkede, ancak, özellikle deprem bölgelerinde yaygın bir halk eğitimi başlatılmalıdır. Halka satın alacağı ya da kiralayacağı konutların depreme dayanıklı olup olmadığını inceleme anlayışını kazandırılmalıdır. Bu hizmet sosyal hizmetlerin geliştirme işlevi kapsamında yeralır.
Çadırkentlerde bit, pire, uyuz, ishal tehlikesi, yıkıntılarda salgın tehlikesi, sağlık birimlerinin suların klorlanması, klor tabletleri dağıtılması vb. gibi hijyenik önlemleri almasını, sosyal birimlerin halkı konu üzerinde aydınlatacak, önlem alma düzeyine getirecek sosyal çalışma tekniklerini kullanmasını zorunlu kılabilir.
Bir gözlemimi belirtmek istiyorum. Marmara depremi sivil ve özel kişiler ile gönüllü kuruluşlar gözünde sosyal hizmetleri tanıttı, anlamlandırdı, önemini kavrattı. Resmi ve yerel kurumların yanısıra gönüllü ve özel kuruluşlar da rehabilitasyon merkezinden eğitim ve oyuncak çadırına değin girişimlerde bulundular Sosyopsikolojik destek hizmetlerinin önemini desteklediler. Sosyal sorunların sosyal hizmetleri dayattığı yerde sosyal hizmetler belli kesimlerde gerekliliğini duyumsattı.
Yukarıda yazdığım önerilerin birçoğu için Türkiye’nin sosyal kategorilerinin henüz hazır, hazırlıklı ve deneyimli olmadıklarını biliyorum. Bu hizmetler için gerekli anlayışın bile uygulamaya dönüşecek bir olgunluğa ulaşmadığı kanısındayım. Gene de önerileri kayda geçirmeyi anlamlı buldum(*). Yürürlüğe girebilecek olanlar hemen, diğerleri anlayış, ortam, kadro olarak hazır olduğumuz zaman sosyal çalışmanın portföyüne alınabilirler. Bilinmelidir ki, bu hizmetler, sosyal hizmetler, gelişmiş ülkelerin dünyasında dizgeleşmiş günlük hizmetlerdir.
KAYNAKÇA
ALTAYLI, Fatih. “Koruyucu Aile İçin Acil Yasa”, Hürriyet, 25.08.1999
Cumhuriyet, 28.08.1999; 10.09.1999
ÇEVİK, Dolunay Şenol. “Dinar ve Deprem”, iç: T.C. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Araştırma Dairesi. Deprem Araştırma Bülteni, Y. 25, S. 78, Ekim 1998
ENGİN, Aydın. “Çadırkentlerin Sessiz Kahramanları”, Cumhuriyet, 03.09.1999
Hürriyet Gazetesi, 23.08.1999; 26.08.1999; 27.08.1999; 14.09.1999; 04.09.1999 (Akdeniz Bölge Eki)
Mıhçıoğlu, Cemal. Sözcüklerin Öyküsü, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1996
Milliyet, 23.08.1999
MOLLENHAUER, Klaus. Einführung in die Sozialpädagogik, 4. Auflage, Weinheim/Berlin: Julius Beltz, 1968
MONTANARI, Massimo. Avrupa’da Yemeğin Tarihi, Çev: Mesut Önen; Biranda Hinginar. Istanbul: Afa, 1995
Radikal, 01.09.1999
SEVİM, Jülide. “Ömür Boyu Korku”, Milliyet, 23.08.1999
TEKİN, Talat, Orhon Yazıtları, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu, 1988
TOMANBAY, İlhan. Ana ve Çocuk Sağlığında Sosyal Boyut, Ankara: Doruk, 1992
TOMANBAY, İlhan. Sosyal Çalışmayı Yapılandırmak, Ankara, SABEV, 1999/1
TOMANBAY, İlhan. Sosyal Çalışma Sözlüğü, Ankara, Selvi, 1999/2
TOMANBAY, İlhan ve ark. Doğal Yıkımlarda Sosyal Hizmetler – Kılavuz -, Antalya: Akdeniz Üniversitesi AKSUM Yayını, 1999/3
TUFAN, Beril. “Deprem ve Sosyal Destek Hizmetleri”, Cumhuriyet, 10.09.1999
*
(*) Genelde aynı anlamda kullanılan sosyal ve toplumsal kavramlarını bu yazıda farklı anlamda kullanıyorum. Bu yazıda toplumsal tüm toplumla ilgili olan anlamındadır. Yani, toplumla ilgili olan herşey bu kavramın kapsamına girmelidir. Askerlik de toplumsal bir olaydır, tüm toplumu ilgilendiren ve sarsan olaylar, Hizbullah olayı, çeteler, toplumsal olaylardır. Sosyal ise, özel gereksinim grupları, nüfus grupları, çalışanlar gibi toplumda belli kategorilere giren insanların sosyal durumları, ilişkileri, sorunları vb. ile ilgili olan anlamındadır. Bu ayrımın da sosyal çalışmacılar ve sosyal hizmet alanı için çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Toplumsal” ve “sosyal” kavramlarının farklı kullanımı konusunda bakınız: Tomanbay, 1999 (1); Tomanbay, İlhan. 1999 (2), s. 50-52. Mıhçıoğlu toplumsalın yanısıra sosyal terimine karşılık olarak toplumcul sözcüğünü türetmiştir. Bkz: Mıhçıoğlu, 1996.
(*) İlginç olan şudur. İslamda ve hristiyanlıkta sosyal çaresizliklere karşı dinler müdahaleci olurken, İslamdan önceki Türk toplumlarında sosyal çaresizliklere karşı merkezi otorite (devlet, hükumet) çözümler üretiyordu. Ortaasya’da, Asya tipi üretim biçiminde devletin susuzluğa karşı arklar, sulama kanalları açması, açlığa karşı yemek dağıtması gibi. Bunun öyküleri Orhun yazıtlarından çıkarılabilir. (Bakınız: Talat Tekin, 1988)
(*) Sözkonusu araştırmada araştırma ve rapor yazım teknikleri açısından kimi yanlışlıklar bulunmaktadır. Bu yazıdan amaç, araştırmacıyı eleştirmek olmadığı gibi yazının konusu da olmadığı için baştan sona bu hataların burada ele almadım. Ancak alıntı yaptığım bulguların okuyucu tarafından değerlendirilmesinin tam yapılabilmesi açısından bu hataların da değerlendirmeye katılmasının doğru olacağını düşündüğümden birkaç örnek vermek istiyorum: Araştırmada sınırlılıklar ile sınırlama karıştırılmış, sınırlılıklar başlığı altında araştırma sınırlamaları yazılmıştır. Yeri yanlıştır. Sayıltılar beklenen sayıltılar değildir. Zaten araştırmacı da , sayıltılar… varsayılmıştır, demekle sayıltı ile varsayım karıştırılmıştır. Varsayım ayrıca “hipotez”, “denence” olarak kullanılması sayıltı bölümünde sayıltı ile varsayımın anlam karışıklığına düştüğünün işaretidir. Öteyandan araştırmada hem amaçlar ve bu başlık altında varsayım anlamında sorular sorulmuş, hem de ayrıca varsayımlar başlığı konmuş. Araştırma bulgularının amaçtaki sorularla mı yoksa varsayım bölümündeki varsayımlarla mı ilgili solduğu sorusu bile karşıklığı ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca dile bütünlük görülmediği gibi çizelgelerde de düzen bulunmamaktadır. Örneğin, Tablo 90 ile Tablo 21’de aynı tablo iki kez kullanılmıştır. Metinde adıgeçen kaynak kaynakçada bulunmamaktadır (Örnek: Öztin, 1994). Kitapta ayrıca dil ve dizgi yanlışlıkları çoktur. Bunlar ilk elde gözebatan yanlışlıklar. Araştırmadaki konumla ilgili alıntı ve değerlendirmeleri bu ve benzeri yanlışlıkların gözönüne alınarak değerlendirilmesi için bu örnekleri verdim.
(*) Bu boyut Çevik’in araştırmasında hiç ele alınmamıştır.
(*) Depremzedeler için bu telefon hattı depremzedelerin sorunları için kurulamadı, ancak, depreme para sağlamak için kuruldu. Telekom “Özel servis numaralı deprem hattını” hizmete soktu. Belirlenmiş numarayı arayanlardan kesilecek 938.000 TL telefon faturalarına işlenecek ve toplanan para depremzedelere aktarılacak (Hürriyet, 27.08.1999)
(*) Oyun çadırı fikri, ilginçtir, ilkkez Milliyet gazetesinde haberci Jülide Sevim’in yazısında gözüme çarpmıştı (Milliyet, 23.08.1999). Bir süre sonra gerçekleşti (Radikal, 01.09.1999).
(*) Örneğin Türk Psikoloğlar Derneğinin Ankara, Istanbul İzmir ve Bursa Şubelerinin telefon ve fax numaraları gazetelerde büyük puntolarla yayınlandı (Hürriyet, 26.08.1999). Bunun gibi Istanbul Barosu Çocuk Hakları Komisyonu, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Istanbul Marmara Eğitim Vakfı gibi gönüllü hizmet yapan birçok kuruluşun telefon ve fax numaraları çeşitli gazetelerde yayınlanmıştır (Cumhuriyet, 28.08.1999). Birçok gönüllü kuruluş bu hizmet ve tanıtım olanağını çok iyi kullandı.
(*) Depremde sosyal çalışmacının yapması gereken hizmetler kategorileştirilerek bir el kitapçığında derlenmiştir. (Bkz: Tomanbay (3)). Antalya’da resmi ve gönüllü kurum ve kuruluşlarda çalışan bir grup sosyal çalışmacının katkılarıyla hazırlanan el kitabı Akdeniz Üniversitesinden istenebilir.