SOSYAL HİZMET ALANLARINDA ÜSTLENDİKLERİ BÜYÜK ROLLERİYLE DÜNYA VE TÜRKİYE’DE SANATÇILAR

Prof. Dr. İlhan Tomanbay
İstinye Üniversitesi

Hani ABD’de Avrupa’da kimi sanatçılar, toplumsal ya da sosyal duyarlılığı yüksek konularda öncülük yapıyorlar ya. Örneğin İrlandalı pop sanatçısı Bob Geldof Afrika’daki açlar için konser veriyor. Afrika’daki açlığa dikkat çekmek, kimi “sosyal hizmet uzmanlarının” pek sevdiği deyişle “farkındalık yaratmak” için.

Başka içinler de olabilir:

  • Kendini doyuma ulaştırmak için.
  • Hayır yapıp hayırdua almak için.
  • Cennete gitmek için.
  • Kendini varkılma gereksinimi için,
  • Kimlik oluşturma gereksinimi için,
  • Popülaritesini arttırmak için,
  • Diğer sanatçılar arasında öne çıkmak için.
  • Popülaritesini arttırıp daha çok para kazanmak için.
  • (Herhalde, boş zamanını değerlendirmek de bir gerekçe olabilir, ancak bu gerekçe sanatçılar için pek geçerli olmamalı.)

Bunların hepsini erekleyebilir bir insan, bir sosyal hizmet yapmaya karar verirken. Hepsi haktır, hepsi doğaldır.

Bir de onlar, yani alanında sivrilmişler, öne çıkmışlar arasından seçerek onları belirli sosyal hizmet alanlarında sivrilterek onların ünü üzerinden konuya duyarlığı ve farkındalığı arttırmayı hedeflemek de konuyla ilişkili örgütlerin işidir. Uluslarüstü örgütlerin iyiniyet elçileri bu kapsamdadır.

Bir de sanatçı olarak sosyal hizmet alanlarında birşeyler yapmanın, hiçbirşey yapmıyorsa konuşmanın da sanatçılara belirli bir saygınlık kazandırdığı açıktır. Bunları da ikiye ayırabiliriz.

  • Sosyal hizmet etkinlikleri yapanlar,
  • Konuyla ilgili sadece konuşanlar.

Sosyal alanlarda yabancılar daha çok birşeyler yapıyor ve Türkiye’den olanlar daha çok konuşuyor. (Elbette gerçek uygulayıcılar da var. Haluk Levent gibi, sessizce yurtdışında birşeyler yapan Gamze Özçelik gibi.) Bu tavırların ikisi için de “kendini öne çıkarmak için…” diye düşünülebilir, ancak bu yazıda benim böyle bir iletim ve savım olmayacak, çünkü bu bakış öncelikli hedefin çok çok gerisinde kalan bir bakıştır.

2015 yılında İrlandalı Rock sanatçısı Bob Geldof, – özellikle İngiltere Başbakanı Sosyal Demokrat Tony Blair döneminde – Afrika’daki açlığa dikkat çekmek ve açlığa karşı kullanılmak üzere yardım konserleri düzenliyordu. Üç kıtada 16 saatten fazla süren konserlerle sağlanan para Afrika’ya yardım için yarılıyordu. O tarihlerde konserler çok ilgi gördü.

Washington, Edinburgh, Johannesburg, Londra gibi kentlerde düzenlenen konserleri üç milyondan fazla kişi izledi. Buna benzer bir konser daha önce 1985 yılında yapılmış ve 1,5 Milyon kişi katılarak izlemişti.

Bu tür konserler sadece maddi yardım toplamıyor, dünya toplumlarını Afrika’daki açlık için duyarlı duruma getiriyordu. Sade bununla da kalmıyor, toplam toplumlardaki empati algısını ve yüzdesini arttırıyordu.

Türkiye’den de bu tür güzel işler yapanlar var. Kuşkusuz daha bireysel kalıyor bunlar, kitlesel değil. Örneğin, “İyilik Meleği Oldu! Her Fırsatta Afrika’daki Yardıma Muhtaç Çocukların Yanına Giden Gamze Özçelik” adlı haberden Gamze Özçelik’in zaman zaman Afrika’ya gidip aç çocuklara, yardıma muhtaçlara yardımlar yaptığını okuyoruz. Haberi ayrıntılarıyla okudum. “Gamze Özçelik’i son zamanlarda magazin gündeminde görmüyor olabilirsiniz. Sebebi ise kendini yardıma muhtaç çocuklara adamış olması! Ne güzel hareketler bunlar…” “Yılların güzel oyuncusu Gamze Özçelik son zamanlarda sürekli Afrika’ya gidiyor.” gibi haberlerle ilgili ilginç fotoğraflar da var.

Haberden anlaşıldığına göre, Özçelik, Afrika ziyaretlerinde kişisel görüşlerini insanseverlik ve inanç düzeyinde dile getiriyor. Sözleri iddialı ve dışa dönük değil. Sözleriyle kendisini anlatıyor; sıcak ve sevimli. Sanatçının kamuoyu oluşturma, duyarlık arttırma gibi hedefleri ve programları görünmüyor haberde. Kişisel bir çalışma. Daha çok eylemci. (Bugünler aktivist denmeye başlandı.) Neden olmasın? En azından dışa dönük söylemleri yok ve pot kırmıyor. Yoksullara, açlara, yardıma muhtaçlara yardım ederken iddialı bir kamuoyu oluşturucu kimliği yaratmıyor. Böylece yanlış bir algı da yaratmıyor (https://onedio.com/haber/iyilik-melegi-oldu-her-firsatta-afrika-daki-yardima-muhtac-cocuklarin-yanina-giden-gamze-ozcelik-767826). Buna benzer bir de yabancı örnek:

İsviçre Basel doğumlu tenisçi Roger Federer birkaç ödül alan, başarılı bir tenis şampiyonu. Kurduğu Roger Federer Vakfı aracılığıyla Afrika’ya eğitim yardımları yapıyor. Bir gün Afrika’da bir çocuğun (Güney Afrika’nın Port Elizabeth bölgesindeki Ndzondelelo lisesini ziyaretinde, 15 yaşındaki Nolonwabo Batini adlı çocuk) “Ben yarının geleceğiyim.” deyişinden yola çıkarak bu mottoyla kurduğu vakıf aracılığıyla Afrika’da okullar açmaya başlamış.

Dünyanın en yoksul ülkelerinden olan Malavi’ye yaptırdığı okul sayısı 81’i (2016) herhalde bugün geçmiştir. Malavi dışında Botswana, Namibya, Güney Afrika, Zambiya, Zimbabve de Roger Federer Vakfı’nın çalışmaları yürüttüğü ülkeler arasında. Bir Malavi ziyaretinde söylemiş olduğu şu söz, gazete haberine göre, “onun inancını, amacını gayet güzel özetliyor”: “Her çocuğun eğitim fırsatına sahip olması son derece önemli, ben elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ediyorum.” (https://onedio.com/haber/-ben-yarinin-gelecegiyim-lafindan-yola-cikarak-afrika-yi-okulla-donatan-roger-federer-685149)

Federer sadece tenisçi ve sporcu değil, bir “eğitim” ve “sosyal hizmet” emekçisi. Sosyal yardıma adamış kendisini. Afrika ziyaretlerini hiç aksatmıyor. Her fırsatta çalışmaları yerinde görmek için Afrika’ya gidiyor. Dünyaya dönük bir bildirisi görünmüyor. Fazla konuşmuyor. Yapıyor, mutlu oluyor. Dolayısıyla o da dışarı konuşmuyor; pot kırmıyor; işini yapıyor.

Gene de bu eğitim modelini yaşama aktarabilmesi için kendisinde oluşan eğitim ve yardımla ilgili düşünceleri dünyaya aktarılabilecek nitelikte ve hata taşımıyor. Diyor ki: “Eğitim bir insan hakkıdır, eğitim yoksulluğu ortadan kaldırır, eğitim sağlıklı bireyler yetişmesine yardımcı olur ve eğitim sosyal bilinci geliştirir.” Vakfın bir ilkesi de kişisel yardımlardan kaçınması ve yoksullar için toplu çözümler geliştirmesi. Bunu ilke edinmiş Federer. (agy). Yani felsefesi ve ilkeleri olan bir yardım sistematiğine sahipler.

Yukarıda örneklerini verdiğim alanlarda yapılanlar tam içeriksel anlamıyla sosyal hizmet kapsamında eylemlerdir. Herkesin hakkıdır, herkes yapabilir. “Ben sosyal hizmetlerin uzmanım” diyenler de dahil, sosyal hizmetler sadece bizim işimiz, benden başkası yapamaz diyecek hiçbir meslek ve meslek sahibi olamaz!

Bir de Birleşmiş Milletlerin çocuk, genç, kadın, yoksul, göçmen, sığınmacı duyarlık dozu yüksek sosyal hizmet alanlarında duyarlık, farkındalık ve tanınmışlık sağlamak için belirli sanatçılardan destek aldıkları biliniyor. Örneğin UNICEF (Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu), UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü), UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) bu konuda başı çekiyor.

UNICEF’in her yıl hemen her ülkede iyiniyet elçileri olarak belirli sanatçıları öne çıkardığını bilirsiniz. Onlar sanat boyutlarının yanısıra çocukları savunarak, çocuklar için bağış toplayarak bu unvanı hakederler. Dolayısıyla UNICEF’in “her çocuğun sağlık, eğitim, eşitlik ve korunma haklarına sahip olması misyonunu” desteklediklerini deklare etmiş olurlar.

1954’de Danny Kaye, daha sonra Peter Ustinov, Audrey Hepburn gibi zamanın en popüler sanatçılarının öncülük ettiği iyiniyet elçisi olma rolünü bugün uluslararası, bölgesel ve yerel düzeyde birçok sanatçı yerine getiriyor. Türkiye’den de iyiniyet elçileri var. Bunlar “UNICEF Türkiye iyiniyet elçileri” olarak adlandırılıyorlar.

Örneğin, Piyanist, Devlet Sanatçısı Gülsin Onay (2003), Piyano İkilisi Ferhan ve Ferzan Önder (2003), Yazar ve gazeteci Ayşe Kulin (2007), tiyatro sanatçısı Müjdat Gezen (2007), Gazeteci, Televizyon Yapımcısı Tayfun Talipoğlu (2007), Tiyatro ve Devlet Sanatçısı Yıldız Kenter (2007), Bilkent Senfoni Orkestrası (2009), Sinema Oyuncusu Türkan Şoray (2010), Sinema ve Dizi Oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ (2011), Flüt Virtüözü Şefika Kutluer (2012), Sinema ve Tiyatro Oyuncusu, Yazarı ve Yönetmeni Ali Poyrazoğlu (2012), Müzisyen Ferhat Göçer (2012), Sinema ve dizi Oyuncusu Tuba Büyüküstün (2014) bu adlar arasındadır.

Bu konuda müzik ve edebiyat sanatçısı, besteci Zülfü Livaneli ayrı bir yer alıyor. 1996 yılında UNESCO tarafından iyiniyet elçisi olarak atanan Livaneli BM’in Türkiye ile sınırlı olmayan, uluslararası alanda atanan tek Türk iyiniyet elçisi idi. Ancak geçtiğimiz yıllarda UNESCO politikalarını eleştirerek iyiniyet elçiliğinden istifasını istedi (5 Eylül 2017). Herhalde doğru ya da yanlış, ancak, kişisel ve onurlu bir davranış olarak değerlendirilmelidir. (Merak edenler için: https://m.bianet.org/bianet/toplum/175214-zulfu-livaneli-unesco-gorevinden-istifa-etti)

UNESCO uluslararası iyiniyet elçileri olarak farklı yıllarda Livaneli gibi Forest Whitaker, Jean Michel Jarre, Pierre Cardin, Mihriban Aliyeva, Christian Amanpour, Herbie Hanckok, Grand Düşes Maria Theresa, Monaco Prensesi Caroline, Claudia Cardinale gibi önemli adlar da yeralıyor.

Nisan 2017’de Pakistan’da okul servisinde Taliban tarafından düzenlenen saldırıda yaralanarak dünya çapında gündeme gelen Nobel Barış Ödülü sahibi ve “kızların eğitimi konusunda sembol haline gelen” Malala Yusufzay en genç ve ilk sığınmacı BM barış elçisi olarak atandı.

Gene 2017 yılında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından Suriyeli sığınmacı yüzücü 19 yaşındaki Yusra Mardini’nin iyiniyet elçisi seçildiği belirtildi. UNHCR tarafından yapılan açıklamada, “Mardini, dünyanın dört bir yanındaki yerinden edilmişlerin sesi olmuş ve onların hayatlarının yeniden inşa etmenin yanı sıra gittikleri ülkelere olumlu katkılar sağlama konusunda gösterdikleri direnç ve kararlılığa güçlü bir örnek oluşturmuştur” denildi. Ailesiyle birlikte Almanya’ya yerleşen Mardini kendisinden önce iyiniyet elçisi olarak sığınmacılar konusunda etkin çalışmalar yapmış olan ünlü aktris Angelina Jolie’den sonra seçilen en ilginç ad.

Angelina Jolie, Amerikalı manken, film oyuncusu, film yapımcısı ve hayırsever. Üç Altın Küre, Oskar, iki Sinema Oyuncuları Derneği ödülü sahibi.

Hayırseverliği ve evlatlık üç çocuğa sahip olması gibi özelliklerini ortaya çıkaran, belki de onun bu özelliklerini keşfederek ortaya çıkarması için itici güç olan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği oldu. 27 Ağustos 2001’de onu UNHCR İyiniyet Elçisi olarak onurlandırdı ve onun da isteği üzerine Uzak Doğu’ya götürdü. Orada Julie, 2001’de Kamboçya’da doğan ve Battambang’da bir yerel yetimler evinde kalan Maddox’u yedi aylıkken evlat edindi (2002 Mart). İkinci evlatlığı Zahara Marley’i altı aylıkken Etiyopya’da Addis Ababa’da bulunan “Çocuklar İçin Yeni Ufuklar” (Wide Horizons For Children) adlı anasız babasız çocukların korunduğu bir evden 2005’te çıkarttı, aldı. 2007’de de Vietnam’da yerel bir hastaneye terk edilmiş olan üç yaşındaki Pax Thien’i evlat edindi. Üçünü de öz çocukları gibi büyüttü. Daha sonra iki de kendisi tekiz ve ikiz üç biyolojik çocuk sahibi oldu.

Kamboçya’da Tomb Raider filmini çekerken yoksulluk ve sürgün dünyasının içinde farklı bir bilinç kazanan Jolie gönüllü olarak UNHCR (BM Mülteciler Yüksek Komiserliği) ile çalışmaya başladı. Sığınmacıların koşullarını daha iyi görebilmek için sığınmacı kamplarını ziyaret etti. İlk alan çalışmasını Sierra Leone ve Tanzanya’da gerçekleştirdi (2001).

Jolie, UNHCR’a Pakistan için 1 Milyon Dolar bağışladı ve Afgan sığınmacılarla buluşmak üzere Pakistan’a gitti. Jolie, tüm dünyada 20 ülkeden fazla yerde alan çalışmaları yaptı; sığınmacılarla buluştu.

2007’de, Jolie bir-iki günlük görevde Darfur’dan gelen mülteciler için kötüleşen güvenlik durumunu değerlendirmek için Çad’a döndü. Bunun sonucu olarak Jolie ve Pitt, Çad ve Darfur’daki üç yardım kuruluşuna 1 Milyon Dolar bağışladı. Bu tarihlerde Jolie Suriye’ye ilk ziyaretini gerçekleştirdi ve iki kez Irak’a gitti.

Daha önce dört kez katıldığı Dünya Mülteci Günü’ne 2009 yılında Washington’da katılan Jolie, 2005 ve 2006 yılında Dünya Ekonomik Forumu’na davet edildi. (Foruma Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Ali Babacan da katılmıştı.) Jolie, ayrıca insanların sorunlarını anlatmak amacıyla kongre üyeleriyle Washington’da lobi yapmaya başladı. 2003’ten beri Jolie kongre üyeleriyle en az 20 kez buluştu.

2015 yılında BM Güvenlik Konseyi’nde Çin ve Rusya’nın Şam rejiminden, ABD, İngiltere ile Fransa’nın muhaliflerden yana tutum alması üzerine, Jolie, Konsey’deki bu bölünmenin bir an önce bitmesini talep ederek “Konsey tek vücut olmalı” önerisiyle gündeme geldi. (http://www.ensonhaber.com/angelina-jolie-kimdir-2015-04-25.html).

Bu heyecanlı ve kapsamlı adanmışlığı huzurlarınıza getirmek istedim. O zaman adınız zaten Angelika Jolie oluyor. Ve bu durum hem sanatçıya artı, hem mağdurlara umut, hem kamuoyuna “farkındalık” oluyor. Belirlenmiş bir sosyal hizmet alanında fırtına gibi bir yaşam, hem alanda çalışan, hem para desteği sağlayan, hem insan kurtaran… Böylesi bir sosyal yaşamın Jolie’nin çok özel fırtınalı özel yaşamı içinde gerçekleştiğini de belirtmeliyim.

2016 yılında da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği iyiniyet elçisi olarak Oscar ödüllü Avustralyalı aktris Cate Blanchett’i seçmişti. Bunlar seçildikleri konularda ciddi ve uzun evreli çalışmalar yapıyorlar. Okuyorlar, ortamları yaşıyorlar ve eğitim alıyorlar. Örneğin, Cate Blanchett’in yeni görevine ilişkin söyledikleri sözlere bakın:

“Bu rolü almakla gurur duydum, bu eşi görülmemiş kriz dünyanın ortak bir sorumluluk içinde olmasını gerektiriyor. 60 milyon mültecinin üçte birinden fazlası yerlerinden ve yurtlarından edildi, bu mültecilere şefkat yolunun açılması lazım. Bu konuda BM Mülteci Yüksek Komiserliği ile uzun zamandır çalışıyorum, bütün problemleri biliyorum ve bunları çözmeye ve düzeltmeye geldim” (http://www.milliyet.com.tr/bm-nin-yeni-iyi-niyet-elcisi-cate/dunya/detay/2238502/default.htm)

2005 yılında da BM Mülteci Yüksek Komiserliği Türkiye Temsilciliği de bir ses sanatçımızı, Değerli Muazzez Ersoy’u iyiniyet elçisi olarak ilan etmişti. Bir süre sonra kendisi Sığınmacı ve Göçmenler Derneğinin (SGDD) Kayseri Şubesinin açılışına davet edildi. Açılış sırasında SGDD başkanı olarak ben de oradaydım.  BMMYK Türkiye komiseri ile birlikte Kayseri’ye geldi. Açılışta birşeyler söylemesi rica edildi. Hiçbirşey söyleyemeden açılışı yaptı, söyleyecek bir şey maalesef bulamadı. Oysa sığınmacılar konusunda bir birikimi olmayabilir, ancak biraz etkin bir çalışmayla kısa sürede kendisini birşeyler söyleyecek noktaya getirebilirdi. Merak, ilgi, bilgi zincirini kullanabilirdi. Basına daha sonraları tutarlı açıklamalar yapabilirdi. Kayseri dışında başka bir özel güne gitti mi bilmiyorum, ancak, etkin gidişleri olsaydı gerçekten hepimiz bilirdik; aklımızda kalırdı.

Yani insanın iyiniyet elçisi gibi duyarlık ve farkındalık yaratması için seçilen birinin o alanda kendisini yetiştirmesi beklenir. Türkiye’de de zaten konuyla ilgili başka aday da bulunamamıştı. Şimdi var mı, sanmıyorum. Alanında sığınmacılar için, yoksullar için, çocuklar için vb. birşeyler yapmayı yaşam tarzı seçenler iyiniyet elçisi olur.

Türkiye’den de farklı örnekler verelim.

Zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte 2011 yılında Somali’ye bir grup müzik sanatçısı gitti. Ajda Pekkan, Sevtap Erener, Demir Demirkan (Erener’in o zamanki eşi) dönüşlerinde verdikleri demeçlerde şunları söylediler ve yaptılar.

Ajda Pekkan, dönüşünde “Biz Afrika’daki bu aç insanların dili olacağız” gibi çok anlamlı bir sav dillendirmişti. Herkesi yardıma çağırdı. Aynı yıl Istanbul Kuruçeşme Arena’da düzenlediği yardım konserinde toplanan 330.000 TL’nin Somali’ye yardım parası olarak kullanıldığı belirtiliyor.

Pekkan, bu konuşmasında; ”Bu ziyaretle, Türkiye’nin artık ne kadar güçlü bir ülke olduğunu, bizler gibi ses getiren insanların da bu anlamda bir fayda sunduğunu göstermiş olduk. Bundan sonra da el ele bir şeyler yapacağız.” diyerek konuştu. Daha sonra Afrika için birşeyler yaptı mı, gitti mi o konuda internette bir bilgi bulamadım. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/275766/_Biz_Afrika_daki_bu_ac_insanlarin_dili olacagiz.html)

Bu yazıda Erener’in bir gözleminin de yer almasını istiyorum. “… gittiğimiz, gördüğümüz şey açlığın ötesindeydi. Silahlar bizi çok etkiledi. 16, 18 ve 20 yaşlarındaki çocukların üzerleri mermi ve silahlarla dolu. Açlığa mı bakacaksınız, oradaki garip gerilla durumuna mı, yoksa savaşa mı bakacaksınız? Belli bir süre sonra o kadar normal oluyor ki gördüğünüz resim. Nefes alamıyorsunuz, dehşete düşüyorsunuz gördükleriniz karşısında.” Çok güzel ve korkunç bir gözlem. Bunun bir sanatçı tarafından dillendirilmesi ayrıca etkileyici.

Sanatçı Demirkan da dönüşünde, tüyler ürpertici gözlemlerini aktardıktan sonra “İyi ki gittik… toplumda bu farkındalığı yaratamazdık… , elimizden geleni de yapmalıyız…” gibi sözler söylemiş.

Bu arada söylemeliyim. Özel yaşamını tanımadığım Demir Demirkan’ın bibliyografisini okudum. Özel yaşamı ve sanatıyla ilgili bilgilerin dışında Afrika ziyareti ve verdiği herhangi bir konser bilgisi yoktu. Demek sanatçının yaşamında Afrika, silahlı çocuklar, açlık ve hastalıklar bir ziyaret süresince etki yapmış. Üçünün de duyarlık ve ilgi yaratmak için daha sonra yaptığı herhangi bir program ve söylediği söz yok. Keşke olsaydı, bir süre hiçdeğilse sürdürselerdi, görev edinselerdi.

Şimdi bakınız. 2017 Ramazan Bayramında da SABAH Gazetesinin sürmanşetinden renkli bir haber:

ATV’de gösterime giren “Kızgın Çiçekler” dizisinin iki oyuncusu Özgür Çevik ve İpek Karapınar bayram için bir öneriyle manşete çıkmışlar. Demişler ki, “Bayramda yetimhaneleri ziyaret etmeyi unutmayın.” Ve eklemişler. “Oralarda müthiş çocuklar var.” Birinci ve ikinci ileti ikisi de belirlenen hedef açısından çok doğru ve güzel. Ama, ikinci kendilerinin “oralara” gittiklerini gösteren bir ifade olsa da, ancak, birincisi onların oralara gitmediğini gösteriyor. Çünkü Türkiye’de yetimhane yok!

Türkiye’de çocuk ve gençlik evleri var. Eski adları da yetiştirme yurdu idi. Osmanlı döneminden kalma bir addır yetimhane. Bugün yok. Nereye gidip müthiş çocukları gördüler acaba? Ya da müthiş çocukları gördükleri yerlere girerken o kuruluşların adlarını bir yetkiliye sormadılar mı?

Bu tür kuruluşlara yetimhane, öksüzlerevi gibi adlarla belirtmenin oralarda yaşayan çocukları ve gençleri örseleyici bir ifade olduğunun ayırdına kendikendilerine düşünseler çıkaracak kültür düzeyinde olduklarına eminim bu sanatçıların. Peki neden bu düşünmeden konuşma? Neyin taklidi bu? Ne yapma isteği? Sanatçılar sosyal hizmet yapmaya soyunuyorlarsa kendilerinden seçtikleri sosyal hizmet alanı ve konu üzerinde biraz önden edinilmiş bilgi ve gerçek duyarlılık beklemek herhalde hakkımızdır.

Bu iki değerli sanatçı da, kulaklarına gitmiştir, engelli bireylerimizin kendilerine sakat ya da özürlü denmesinden hoşlanmadıklarını. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının engelli örgütleriyle yaptığı toplantılarda dile getirmeleri üzerine Bakanlık sağlıklı bir duyarlıkla 2011’de göreve başlayan bakanlığın Özürlü ve Yaşlı Hizmetler Genel Müdürlüğünün adını bir yıl içinde değiştirip Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü yapmıştı. Kötü mü oldu?

Bunlar duyulmamış olabilir kendilerince, ancak sahip oldukları insan duyarlığı, kullanılan kavramların iyi seçilmesi gerektiği kültürünü kendilerine herhalde bahşetmiştir. Kavram seçimi önemlidir. Öteyandan bir konuda konuşmaya karar verenler önce o konuda bilgi sahibi olmalı ve ziyaret ettikleri kuruluşların güncel ve doğru adlarını herhalde öğrenmelidir. Ayrıca sosyal hizmet alanında konuşacak, sosyal hizmet yapacak olanların önce bunu içselleştirmeleri gerekir. Çünkü sosyal hizmet içten yapılırsa sosyal hizmet olur.

Sosyal programlarda etkin olmayı herkesten de beklememiz herhalde doğru olmasa da başlayanların hiçdeğilse bir noktaya değin bu duyarlığı sürdürebilmesini bekliyor insan. Sosyal hizmet tek seferlik etkinliktir; olabilir, ancak barış sözcüleri, duyarlık sözcüleri seçilenler biraz uzun süreli verim sağlamayı seçebilseler ne güzel olur.

Kültür önemlidir. Türkiye’de de Avrupa, ABD sanatçıları gibi kültür, iyiniyet elçileri olmaya özenip de bir şey söyleyememek, konuşunca yanlış konuşmak ise bu özümsenemeyen kültürel farklılıktan kaynaklanıyor. Benzemeye çalışmak diye birşey kültürel benzeşmeyle olur ancak; özümsemeyle olur. Yoksa öykünme olur o, yani, taklitte kalır.

Özümsenmeden kullanılan benzemeye çalışmalarda yapay ve gülünç olunma riski yüksektir. Bağımlı olmaya da hazırım mesajı da saklar içinde ayrıca. Bu durum gülünç olmaktan daha da tehlikelidir. İnsanın kişiliğini alır.

Bütün bunları bu değerli sanatçıları, bizim sanatçılarımızı eleştirmek için yazmadım. Bu tür duyarlık gösterileri bir bilgiyle yapılsa, bir de belirli bir tarihsel süre içinde sürdürülse diye yazdım. Böyle olursa bu işler anlamlı oluyor. Uzun zaman verenler ancak o açlık ve yoksulluk sıkıntılarıyla kendilerini içselleştirip anlamlı kalıcı sözler söyleyebiliyorlar. Ve uzun süre kalıp yaşamlarının belirli sürelerini bu tür işlere verenlerin yoksulluk konusunda adları kalıcılaşabiliyor. Çünkü süre içinde birikim yaratabiliyorlar. Yoksa anlık gösterileri aşamıyor.

Bir de böylesi sosyal hizmet konularında konuşmanın ağırlığı, anlamı da bu sürenin anlamlı uzunluğuna koşut olarak daha değerli olabiliyor. Yoksulluk ve benzeri sosyal hizmet konuları için sanatçı konuşması böyle uzun vadeler içinde, kalıcı işler yaparak ifade edilirse farkındalık yaratabiliyor.

Özellikle sanatçıların kendi alanları dışında bir konuda konuşmaları çok önem taşır. Evet kamuoyu yaratılmasına katkısı olur, farkındalık yaratır, konuya dikkat çeker. Ancak konuya egemen olmadan sosyal bir konuda konuşmak, medyanın önüne çıkmak hem kendilerini zor duruma düşürebilir hem savunmak istedikleri kişileri incitir. Kültür bilgiyle desteklenirse iyi bir noktada etkili olabilir.

Sanatçıların sosyal hizmete ve sosyal konulara gösterdikleri ilgi ya da göstermeleri sağlanan ilgi sonuçta kaça ayrılıyor?

  1. Kişisel olarak sanatını uygulayarak (daha çok müzisyenler) sağlanan kazancı sosyal hizmet hedeflerine aktarmak.
  2. Kazancının bir kısmını doğrudan sosyal hizmet uygulamalarına yatırmak ve buna zaman vererek içinde yeralmak. (Örgüt kurarak ya da kurmadan.)
  3. Büyük uluslarüstü sosyal hizmet kuruluşlarının kendi konularında duyarlık ve farkındalık yaratılması için görev vererek programladığı sanatçılar (iyiniyet elçileri) ve bunların programlanmış etkinlikleri.
  4. Tüm bu çabalarının hedef ağırlığını yurtdışına, özellikle Afrika’daki yoksullara yöneltmek.

Türkiye’de son yıllarda bu dört modelden de çok farklı biçimde sosyal hizmet alanlarına giren bir sanatçı kendi yarattığı model farklılığıyla gün gün daha çok dikkat ve ilgi çekiyor: Müzisyen Haluk Levent. Öyle farklı ki, bu farkıyla bir başka yazının konusu olmayı hakediyor.

(08 01 2020, Istanbul)

*

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir