UMUDA DOĞRU

İlhan Tomanbay

Umuda doğru deyişi olayı çok özlü özetliyor. Şunu özetliyor: Bir insanın ya da insan gruplarının, ya da insan yığınlarının doğup büyüdüğü, kültürünü oluşturduğu ve bütünleştiği, alınterini akıttığı, ekmeğini yediği, köklendiği toprakları zulüm gördüğüne inanarak, bırakmak ve ayrılmak zorunda kalması üzerine tekbaşına ya da ailesiyle, gizli yollardan, yasadışı yollardan, dilini, kültürünü bilmediği, kendisi için karanlık ve bilinmez bir başka ülkeye geçmesi ve kendisine ve ailesine, o bilmediği topraklarda yeni yaşam, yeni gelecek ve umut aramasını özetliyor.

Bir acılar denizinden gelecek ışığına doğru süzülme bu denli özlü simgelenebilir. Umuda doğru…

Sığınma bir ülkede zulüm görmeden yaşayanlar için anlamı kolay anlaşılamayan bir kavram olabilir. Ancak, yaşadığı ülkede gördüğü politik ve sosyal zulüm üzerine, öldürülme korkusu üzerine başka umarı kalmadığı için öz topraklarını terk etme kararı alan ve çoğunlukla kaçak yollardan daha rahat yaşayabileceğini umduğu başka ülkenin topraklarına geçen insana sığınmacı deniyor. Osmanlıca: “mülteci”, “iltica eden” İngilizce: asylum seeker (sığınma arayan), Almanca: “Asylsuchende” (sığınma arayan) ya da “Asylant”.

Aslında hepimiz, her alanda, her konuda sürekli olarak umuda doğru yekinmiyor muyuz? Okurken kendimize yeni bir umut belirliyoruz. Çalışırken öyle… Her hareketimiz iyi bir gelecek, iyi bir aile, iyi bir çevre umuduyla değil mi? Bir umuda doğru top koşturuyoruz hepimiz. Umuda doğru gelişiyor insan ve insanlık. Bir umut ışığı alıp götürüyor bizi geleceğimize ve bir bilinmeze.

Ancak bu tür umuda yolculuk ile bir sığınmacının, bir mültecinin umuda yolculukları aynı değil. 

Yukarıda dediğim gibi, insanın zulüm görerek ya da gördüğüne inanarak köklendiği toprakları, devletlerin, iktidarların kurduğu bir hukuk düzeninin dışında yollar bulup korkular ve kaygılar içinde terk etmesi kolay mıdır? Bununla da bitmiyor.

Bir bilmediği, tanımadığı, suyunu bile içmediği, dilini anlamadığı, huyunu suyunu yabancıladığı insanların bulunduğu bir ülkeye, kaygıyı geometrik büyüten korkular içinde, gene kaçak, gene hukukdışı yollardan, gece karanlıklarında dağlar tepeler aşarak  girmeye çalışması kolay mıdır?

Kendi topraklarından çıkış ayrı bir yıkımdır sığınmacı için…

Bilmediği topraklara giriş ayrı bir travmadır sığınmacı için. 

Bir başka ülkeye sığınan insan kendi ülkesindeki sosyal düzenini dağıtmaktadır. Ev düzenini, aile düzenini dağıtmaktadır. Çalışma düzenini dağıtmaktadır. Çocukluk, gençlik, erişkinlik ortamını dağıtmaktadır. Kişiliğini oluşturan, kendisini “o” yapan anılarını, yaşantılarını geride bırakmaktadır. Kendisini besleyen, geliştiren kaynaklarından uzaklaşmaktadır. Ve bir başka ülkeye geçmektedir. Başına her an ne geleceğini bilemediği topraklara… Umutsuz bir çaresizlikle ve kendi içinde zorla da olsa umut üreterek…

Bu süreçte, insanın, o güne değin sürdürdüğü ama o gün dağılan sosyal çevresi, bitip giden ilişkileri o kişinin psikolojisinde de büyük değişikliklere yol açar. Kişiyi baskılar, kişiliğini kıskaç altına alır. Umutla umutsuzluk arasında, mutlu bir gelecek ile “neden böyle oldum” arasında sıkışır insan. Başaracağımla başaramayacağım arasında gider gelir. Bu sıkışmaların, gidip gelmelerin insan ruhunda yarattığı altüst oluş onun kişiliğini de zorlar, dünyaya bakışını da sıkıştırarak değiştirir. Köklü değişmelere uğratır insanı. Kolay mıdır?

Uykusuz geceler, kahırlı bekleyişler, iç ezilmeleri, içe kapanmalar. İç daralması, utanmalar, kızgınlıklar, öfke nöbetleri. Ailesinin yüzüne bakamamalar, sevgilerin zorlanması.. Çocuklarını düşünmeler ve çözüm bulamamalar. Açlık, ekmeksizlik. O güne değin körüklenen umutların boşa çıkması. Arkadaşsızlık. Dertleşememelerin sıkıntısı. Yalnız kalış, çevresizlik. Yeni kapılar arayış. Hem de polise görünmeden arama zorunluluğu. Tıkanış… Sessizce feryad edişler… Isyan. Çığlıkların duyulmaması. Yardım eli arayış. Ve bulamayış. Tekrar sessizlik. Yine içe kapanma… Tükenme. Sürekli olarak kendinden veriş. Varolan duruma teslim oluş. İnsanlık onurunu ezen ve reddedilen durumun içsel olarak reddedilirken çaresizlikten benimsenmesi. Kısır döngünün yinelenmesi. Dibe vuruş. 

Yeniden umut üretme… mi? Bilinmez.

Yaşanan bu kaçınılmaz süreçte alabora olan ruhsal yapı. İnsan ruhunun giderek özürlü duruma gelmeye başlaması. Hem de bütün kalıcı etkenleriyle… Ruhsal çökkünlük… Isyanın sonuçsuzluğunun başlattığı ruhsal yozlaşma. Yani: Tedavi gerektirecek ruhsal rahatsızlıkların ortaya çıkması. Giderek, ruhsal travma.

Öteyandan, terkedilen ülkede yitirilen sosyal çevrenin, gelinen yeni ülkede kolayına yeni bir sosyal çevre yaratamamanın yarattığı sosyal rahatsızlıklar. İnsansızlık. Karşıkarşıya gelinen anlayışsızlık. Anlayışsızlığı anlayama. Bunca insanın arasında çözüm bulunamamasının yarattığı sosyal küsüş. Kendi ülkesindeki eski toplumdan kopuş. Yeni gelinen ülkede yeni sosyal çevre yaratamama, yalnızlık ve bir süre sonra yeni oluşturulmaya çalışılan yeni sosyal çevreden de kopuş. Yani: Tedavi gerektirecek sosyal rahatsızlıkların ortaya çıkması. Giderek, sosyal travma.

Ruhsal ve sosyal çökkünlük, yani ruhsal ve sosyal depresyon. Ruhsal ve sosyal sağaltım gerektiren iki olgu.

Sığınma görüldüğü gibi kolay bir süreç değil. Değil uygulaması düşüncesi bile insanın ruhunda volkanlar patlatan bir süreç. İnsanı değiştiren bir süreç. İnsan bir kez geldiğine göre dünyaya, insanın bu değişimi hepimiz isteriz ki olumluya ve mutluluğa doğru olsun; gelişme yönünde olsun. Yıkıma, yozlaşmaya, tükenmeye doğru olmasın. İnsanların da, toplumların da, devletlerin de, hükumetlerin de ereği budur zaten ve bu olsun. Yitirilen bir tek insan yitirilen bir dünyadır. Hasta olan bir tek insan eğer sağaltımı için gerekli örgütlü çabalar yoksa, zamanla, toplumun hastalanmasıdır. Nasıl ki kahkaha bulaşıcıdır; aynı umutsuzluk ve depresyon da öyle. İddialı bir söylemle, bireysel dertler çözülmezse toplumsallaşır.

Bu gazetede toplumun gözünden uzak kalan insanların dramlarını ele alacağız. O insanlar değişik ülkelerden ülkemize geldiler. Zulümlerden kaçtılar, yeni ve mutlu bir gelecek özlüyorlar. O insanları aramıza alacağız. O insanları tanıyacağız. Neler çektiklerini ve çekmekte olduklarını anlamaya çalışacağız. Onlar gelerek toplumumuzun ortasına yeni bir sorun getirmiş oldular. Bu sorunu görmezden gelemeyiz. Ülkemizin her sorununu çözmek sorunda olduğumuz gibi bu sorunu da çözmek zorunda değil miyiz? Onların sorunu bizim sorunumuz. Bir süre sonra “onların” sorunu toplumumuzun sorunu oluyor. Çözmek zorundayız.

Sığınma insanın yeni bir insanlık arayışıdır. Bu gazetede, sığınan insanlara yeni umutlar, yeni gelecekler, yeni açılımlar, yeni öneriler arayışı içinde olacağız. Onların sorunlarının hukuksal, sosyal, kültürel ve psikolojik boyutta çözümlenmesi için çözümler üreteceğiz. Onların yaşamlarını yansıtacağız; farklı görüşleri ele alıp tartışacağız. Çünkü;

İnsanın insanlıktan çıkmasını önlemek gerek.

İlhan Tomanbay
SGDD Başkanı
1 Eylül 2005, Ankara

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir