GEÇMİŞSİZ BUGÜN OLUR MU? GEÇMİŞ GEÇMİŞTE KALIR MI?

İlhan TOMANBAY

“Sosyal hizmet uzmanları” o gün meslekleriyle ilgili bir olumsuzlukla karşılaştıkları zaman derhal olmaz diye eleştiriyorlar.
(a) O sınırlı durumu,
(b) o an için,
(c) değerlendirip,

hemen arkasından,
(a) o durumu,
(b) o anda,
(c) eleştirip
geçiyorlar.

Peki bu olumsuz durumu oluşturan koşullar nedir?
Bu sorun bu anda mı ortaya çıktı?
Hangi hazırlıklarla ya da hazırlıksızlıklarla bu durum oluştu?
Bu durumun oluşmasında bizim yanlışımız oldu mu?
Kimin yanlışı oldu?
Neyi eksik yaptık da bu duruma geldik?
Nerede hata yapıldığı için bu durum ortaya çıktı?
sorularını, üç seçenek;
(a) ya sormuyorlar;
(b) ya soracak oluyorlar ya da ender de olsa,
(c) ya soruyorlar.

Son iki tavırda olanların yanlarına derhal yaşını başını almış birileri yaklaşıyor ve onlara diyor ki:

“Geçmişi kurcalamanın bir yararı yok. Geçmişe değil bugüne bakalım! Bak bu sorunlar bugün önümüzde. Geçmiş geçmişte kaldı. Kurcalama. Bunu çözelim.”

Ardı da geliyor bu davranışın. Diyorlar ki:

“O geçmişi açan var ya, mesleğe kötülük yapıyor; ortalığı karıştırıyor.; ajitasyon yapıyor… vb. Niyeti iyi değil!”

Bu yayılıyor. Etkin çevreler içinde tutuyor da…

Bugünün geçmişine bakan yok. Bugüne böyle geldiysek bugüne yürüdüğümüz bu yolun taşlarını kimler ne zamanlar döşedi, soran yok. Buraya hangi taşların örülmesiyle yürünüldü, bilen yok.

Yoksa geçmişi kurcalama diyenler mi o sorumlular?

Bunu da soran yok.

Ve aynı oyun başa dönüyor.

*

“Sosyal hizmet uzmanları” o gün meslekleriyle ilgili bir olumsuzlukla karşılaştıkları zaman derhal olmaz diye eleştiriyorlar.
(a) O sınırlı durumu,
(b) o an için,
(c) değerlendirip,

hemen arkasından,
(a) o durumu,
(b) o anda,
(c) eleştirip
geçiyorlar.

Peki bu olumsuz durumu oluşturan koşullar nedir?

Bu sorun bu anda mı ortaya çıktı?

Hangi hazırlıklarla ya da hazırlıksızlıklarla bu durum oluştu?

Bu durumun oluşmasında bizim yanlışımız oldu mu?

Kimin yanlışı oldu?

Neyi eksik yaptık da bu duruma geldik?

Nerede hata yapıldığı için bu durum ortaya çıktı?

sorularını, üç seçenek;

(a) ya sormuyorlar;
(b) ya soracak oluyorlar ya da ender de olsa,
(c) ya soruyorlar.

Son iki tavırda olanların yanlarına derhal yaşını başını almış birileri yaklaşıyor ve onlara diyor ki:

“Geçmişi kurcalamanın bir yararı yok. Geçmişe değil bugüne bakalım! Bak bu sorunlar bugün önümüzde. Geçmiş geçmişte kaldı. Kurcalama. Bunu çözelim.”

Ardı da geliyor bu davranışın. Diyorlar ki:

“O geçmişi açan var ya, mesleğe kötülük yapıyor; ortalığı karıştırıyor.; ajitasyon yapıyor… vb. Niyeti iyi değil!”

Bu yayılıyor. Etkin çevreler içinde tutuyor da…

Bugünün geçmişine bakan yok. Bugüne böyle geldiysek bugüne yürüdüğümüz bu yolun taşlarını kimler ne zamanlar döşedi, soran yok. Buraya hangi taşların örülmesiyle yürünüldü, bilen yok.

Yoksa geçmişi kurcalama diyenler mi o sorumlular?

Bunu da soran yok.

Ve aynı oyun başa dönüyor.

*

“Sosyal hizmet uzmanları” o gün meslekleriyle ilgili bir olumsuzlukla karşılaştıkları zaman derhal olmaz diye eleştiriyorlar.

(a) o sınırlı durumu,
(b) o an için,
(c) değerlendirip…

Sürdüreyim mi?

Yıllar böyle geçiyor. Kısır bir döngü sıkışık kanalında sürüp gidiyor. Gelişme olmuyor.

Yukarda örneklediğim eleştiriler de hep kendi dışındaki “suçluların” eleştirisi oluyor.

Ya her dönemin hükumetleri…

Ya bizi çekemeyenler….

Ya bizi engellemek isteyenler… bitmiyor; sonu gelmiyor.

Kimse neden bu haldeyizin yanıtını

  • kendine (içsel yaklaşım) ile
  • geçmişine (tarihsel yaklaşım)

bakarak aramıyor.

Her günü aynı boyutta süren bir oyun zevk de vermez, insanı başarıya da götürmez.

Tarih bir süreçtir. Öncesiyle sonrasıyla bir bütündür. Hani derslerde öğrendik ya, sistem yaklaşımı kuramı! İşte onun söylediği gibi. Sistem bir bütündür. Her yaşanan bir öncekinin parçasıdır.

Yada bir başka yaklaşım ne diyor?

Bütünü görmek.

Hele sosyal çalışmacı olarak bir sosyal sorunu kavrayabilmek için bütünü görmeden kavrayabilir misiniz? Bütün “ariz amik”tir. (Biraz aşağıda ele alacağım.)

Demiş ya Yahya Kemal:

Ne harabi ne harabatiyim

Kökü mazide olan atiyim.

Harabi de harabati de harab kökünden gelir. Harab yıkılmış, tahrip olmuş demektir. Yani, harabi, giden, meyhaneye gittiği için harab olan ve giden… Harabati, gene aynı kökenden ve ama sofi olan, dünya zevklerini bırakmış, nefsini köreltmiş, konusunun ehli olan kimse…

Ne yıkılmış ve derbeder (ayyaş, meyhaneci…) biriyim, ne de sofiyim (kötülüklerden arınmış). Kökü geçmişte olan geleceğim, diyor Yahya Kemal. Yani birinin varlığı geçmişteki diğerinden gelir. Yani, değişim birden olmaz diyor Yahya Kemal.

Demek ki sistemi bir bütün olarak görmeden parçayı değerlendiremezsiniz. Değerlendirirseniz, yanlış olur. Geçmişle gelecek arasında bir bağ olur. Geçmiş geleceği belirler. Yani bugünü ve bugün de yarını… Bu böyle sürer gider. Geleceğe giden taşları bizler ellerimize öreriz. Toplumsal yapı adıyla alınan ders bunu anlatır; bunun dersidir.

Bu arada bir estetik yanlışı da düzeltme yeri olsun burası.

Mehmet Akif Ersoy’un enfes naziresi siyasetçiler için doğrudur, bilimciler için doğru değildir.

Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

Tarihten, kavram buysa, “ibreti” bilimsel bilgilere dayandığı için bilimci alır. Bilimci geçmişle gelecek arasındaki bağı sürekli kurduğu için o – acı – tarihin tekerrürüne engel olmaya çalışır. Siyasetçi siyasetin sığlığında sadece günü düşünür. (Bu yüzden bu türlere siyasetçi, geçmişle bağı sorumlulukla kuranları ayırmak için onlara diplomat derler.)

Bu iki dizenin başındaki ilk iki dize daha da görkemlidir:

Geçmişten adam hisse kaparmış, ne masal şey!

Beş bir senelik hisse yarım hisse mi verdi?

Burada Mehmet Akif’in serzenişte bulunduğu, siyasetçidir. Siyasetçinin işi gündelik olduğu için geçmişi unutur ya da derin kişisel hırsıyla, bu kez işin içinde ben varım, ben düzeltirim, bu kez iyi olacak diyen sığ bir anlayışla tarihteki acı vermiş olayı yinelemeye başlar. Geçmişten hisse almasını, yani siyasetçinin geçmişle bağ kurmasını gündelik hırsı ve çıkarları engeller. Gündelik hırs ve çıkarlar insanı sınırlılandırır. Boyutlandırmaz.

Anı yaşayan bir tavır bilimsel olamaz. Çünkü değerlendirme boyuttur ve boyutsuz yapılamaz. Geniş bir boyut olunca değerlendirme tat kazanır. Bu boyutta yapılmayan değerlendirme gibi şeye safsata derler.

Sosyal hizmet alanında da tam elli yıldır aynı yanlışın içinde olur mu insan? 50 yıldır aynı tavrı sürdürmek maharet mi istiyor, maharetsizlik midir? Yani Türkçesiyle, beceri mi istiyor, beceriksizlik mi?

Eskiler ariz amik (ariz ü amik) derlerdi. Arapçadandır. Ariz geniş, amik derin demektir. Türkçesi enine boyuna demektir.

Enine: Sorun sahibi, ailesi, yakınları, akranları, arkadaşları, komşular, mahalle vb… Coğrafi düzlemde bakacaksın. (Yatay, waagerecht.)

Boyuna: Geçmişe bakacaksın, bugüne geleceksin, ki geleceği kestirebilesin. Tarihsel düzlemde bakacaksın. (Dikey, senkrecht.)

Sosyal sorunu çözmenin ustaları olan sosyal çalışmacılar bu bakışları, yaklaşımları kullanmadan nasıl ustalaşacaklar?

Bir konuyu enine boyuna ele almadan tartışamazsınız. Bu yüzden tartışmalarınız tartışma olmaz, suçlamada sıkışır kalır. Bu yüzden tartışmak isteyene yönelir oklarınız. Eleştiriyi yapan kişiyi konuşmaya başlarsınız. O da tartışma olmaz, karalama olur. Enine boyuna yapılamadığı için kişilere dönük olur konuşmalarınız.

Doğru değerlendirme yapılamadan gelişme olmaz. Gelişmek istiyorsak doğru değerlendirme yapabilmeliyiz. Sosyal sorunları çözmenin yolu budur. Sosyal hizmet uzmanlarının aralarındaki duvarları yıkmanın yolu budur. İletişim kurmanın, el uzatmanın…

Doğru değerlendirmeler boyutlu olur; geçmişle bağı kurularak yapılır ve ancak o zaman o değerlendirmelerin geleceği kurmada yararı olabilir. Yoksa maazallah kısır bir döngü içinde sıkışır dururuz; hiçbir gelişme de olmaz. Bugün gibi…

(11 12 2011, Ankara. Bohçada unutulmuş eski bir yazı.)

*

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir