SOSYAL HİZMETE NEDEN SOSYAL ÇALIŞMA DİYORUM

SOSYAL HİZMETE NEDEN SOSYAL ÇALIŞMA DİYORUM

– 2018 Dünya Sosyal Çalışma Günü vesilesiyle –

              GİRİŞ
2015 yılına değin Mart ayında Dünya Sosyal Hizmet Günü (World Social Work Day) (DSHG) olarak kutlanan günlerde o güne değin her yıl kimi bölümler öğrencilerine öğretim elemanları tarafından yaptıkları konuşmalarla kendi içlerinde anıyorlardı. Son birkaç yılda da başka bölümlerden kendi görüşlerinden bir iki öğretim elemanı davet edip öğrencilerine konuşturmaya başladılar.
2015 yılında Hacettepe Üniversitesi İİBF Sosyal Hizmet Bölümünde kısa süreli bölüm başkanlığı yaparken o yıl gelen Dünya Sosyal Çalışma Günü (World Social Work Day) (DSÇG) kutlamalarını ilkkez o dönem HÜ Sosyal Hizmet Bölümü olarak 17 Mart 2015 günü tüm Türkiye’nin katılımıyla hem de uluslararası düzenlemiştik.

ABD’den Prof. Dr. Muammer Çetingök’ü (Tennessee University), Almanya’dan Prof. Dr. BeateSteinhilber’i (EvangelischeHochschule Freiburg), bizim bölümden de o dönemde bölümün en yaşlısı Prof. Dr. İbrahim Cılga’yı konuşmacı olarak davet etmiş ve o güne yakışır bir program yapmıştık.

Program HÜ Konservatuarından gelen bir Yaylı Sazlar Dörtlüsünün (Quartet) konseriyle başlamıştı. Derinlemesine ve içerikli konuşmalar ilgiyle izlenmişti. Ne yol ne geceleme karşılamadan HÜ Hukuk Fakültesi Salonu koltuk aralarındaki basamaklara oturmaya varana kadar dolmuştu. Türkiye’nin birçok ilinden gelen, benim oturum masasından sayışımla ort. 550 kişinin katıldığını biliyorum. Belirli illerden otobüs kaldırıldığını duymuştum. Bu Türkiye’de yapılan ilk (a) en büyük, (b) Bölüm dışına açık, (c) uluslararası ve (d) resitalle açılan DSÇG kutlaması olmuştu.

Bu günün bir başka yeniliği de, o güne değin, kaç yıldır yapıldıysa hep IFSW’nin hazırladığı uluslararası afişi Türkçeleştiren meslektaşlar afişte geçen “socialwork” kavramını “sosyal hizmet” olarak çeviriyorlardı. İlkkez 2015 yılında ben onu “sosyal çalışma” olarak çevirdim.

Açık söylemek gerekirse bu kavramın kasıtlı yanlış kullanılmasının dışında afişlerde geçen diğer birçok ifadede yanlışlıklar taşıyan biçimde çevriliyordu. (İsteyen olursa örnekleyebilirim.) Çeviriler amatördü. Mesleğin adına duyarsız davranan bir kesimin diğer sözleri de yanlış çevirmesi kadar doğal bir şey olamazdı.

2015’te emekli oldum ve tüm afişler yine sadece sosyal hizmet olarak çevrildi. Ben hiç devreye girmedim. 2018’de İstinye Üniversitesinde görev yaptığım için afişi tekrar düzgün bir Türkçe çeviriyle Türkçeleştirdim ve afişte geçen “socialwork” kavramını kuşkusuz, doğal olarak “sosyal çalışma” olarak çevirdim ve kullandım.

Zaman zaman, öğrencim olan “sosyal hizmet uzmanları” ya da belirli düzeylere gelmiş öğretim elemanlarından gelen ne Türk gelenek göreneklerine nede çağdaş görgü kurallarına uygun olmayan tepkileri hep içime attım. Zaten karşılık veremezdim. Ancak birkaç gün önce 2018 IFSW afişini Facebook’ta yayınladıktan sonra iki öğrencim ve meslektaşımdan öyle nitelikli ve şık tepkiler aldım ki onların bu düzeyli tepkilerine içtenlikle yanıt verme sorumluluğunu duydum. Şu anda o sorumluluğumu yerine getiriyorum.

Afişin altındaki yorum kısmına teşekkürlerini,beğenilerini yazan arkadaşların yanında bir de Ceyda Özkan’ın zarif eleştirisi var. Diyor ki: 
”Sevgili hocam her yıl mart ayının üçüncü salı gününü dünya sosyal hizmet günü olarak kutlarız, bu yıl da 20 Mart için böyle konuşuyoruz, ifsw’yi sosyal hizmet kavramıyla öğrendik okulda birinci sınıftan itibaren, bu şekilde sahip çıkıp çalıştığımız alanlarda bu kavramı koruma derdindeyiz. Şimdi de sizden sosyal çalışma kavramının gelmesi biraz şaşırttı ve üzdü açıkçası çünkü mücadele ediyoruz sosyal hizmet mesleğimiz için, sosyal hizmet meslek kimliğimiz için. Yıllarını bu mesleğe vermiş, kurduğu bölümü dahi sosyal çalışma olarak değil sosyal hizmet olarak kurmuş siz hocamizdan hele de bu günlerde yani istihdam sorununu sosyal çalışma kavramı yüzünden yaşadığımız, itibarsızlaştırıldığımız şu günlerde en azından elimizde yılda bir tanecik kutladığımız sosyal hizmet günümüz kalsaydı.”

Bu kadar açık, net ve ama bu kadar zarif bir eleştiriyi çok az görüyorum. Ceyda’ya sonsuz teşekkürler. İşte bir meslek ancak bu düzeyde ve bu tür derinlikli eleştiriler ve tartışmalarla gelişebilir. Bu kapıyı açtığı için çok büyük bir görev yaptı meslektaşım. Kendisine düşüncelerimi bu yazıda açıklamaya çalışacağım.

Onun kadar zarif bir eleştiri de gençlik dönemimin öğrencilerinden, kendisini yıllardır hiç unutmadığım, sazını ve sesini videolarda zevkle dinlediğim Sevgili Vicdan Güven’den geliyor.

 “Tebrikler kardeşim, katılıyorum.”yazmış Ceyda Özkan’a yönelik olarak. Kısa, zarif, vurduğu hedef belli. Bu kadar zekice bir eleştiri… Öyle ki, böylesine katı ve kesin bir eleştiri, aynı zamanda bu kadar zarif formüle edilebiliyor demek ki. Vicdan’a da teşekkürlerim sonsuz, ama maalesef aynı düşünmediğimi de söylemek ve ama açıklama yaparak kendimi anlatmak zorundayım.
Kendilerini bugün için değil ama zaman içinde ikna edebilmem mümkün olabilir belki de. Deneyeceğim. Zaten bilimle uğraşan ve bu mesleğin bilimselliğine ömrünü vermiş biri olarak düşüncelerimi yazmam sorumluluğumdur; zorunluluğumdur.

KAVRAMSAL AÇIKLAMALARA GİRMEYECEĞİM

Çok uzun yıllardır bu konuda tarihsel bir kavramsal yanlışlık yapıldığını ve bunun kökenlerini düşünüyorum. Son yıllarda benden başka kimse bu tartışmaları açmadığı, ben de bu süreçte sessiz kaldığım için yeni kuşak sosyal çalışmacılar (sosyal hizmet uzmanları) sosyal çalışma ve sosyal hizmet farkını ve gerçek tartışmaları bilmiyorlar. Bunda da haklılar. Yanlış bilgi karşı düşünce ortaya çıkmadıkça doğru gibi görünüyor.

Mesleğe sosyal hizmet denilerek büyük zararlar ve kayıplar verildiğini ve bunun farklı görüşlerin acilen biraraya gelerek tartışmaları gerektiğini düşünüyorum. Peki, düzeltmek için sen ne yaptın diye soranlar olacağı ve yeni kuşak mezunlar için söylemek istiyorum. Bu konuda meslek camiasına doğrularımı anlatmak için bugüne değin birkaç makale ile birkaç kitap yazdım. Bunlar bilimci olarak görevimdi. Bunlarda kavramsal yaklaşımları dile getirdim.

Görüleceği üzere 1999’da başlayarak yazılmış üç makale ve iki sempozyum açıklamasıyla müdahalemi yaptım. Fısıltılar dışında geridönüş olmadı.
 Bkz: “Mesleğin Kavramları”, SABEM Dergisi, Sosyal Hizmetler Araştırma, Belgeleme, Eğitim Vakfı Yayını, S. 22, Mart 1999, s. 6a;
 “Sosyal Çalışma Disiplini ve Mesleğinde Kavram Sorunu”, iç: Bilim ve Ütopya, Aylık Bilim, Kültür ve Politika Dergisi, Şubat 2001, S. 80, s. 34-37;
 “Sosyal Çalışmada Kavram Sorunu”, Sosyal Hizmet Sempozyumu 2010, Sosyal Kalkınma ve Sosyal Hizmet, 9-11 Aralık 2010, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi.
Ayrıca gene 1999 yılında yayınladığım, Türkiye’nin bu alanda yazılmış ilk mesleki sözlüğünde, terimler sözlüğünde doğru terimleri yazdım. Bkz: Sosyal Çalışma Sözlüğü, Ankara: SABEV Yayınları,
1999. Daha sonra yanlış kavramların tümünü irdeleyen bir kitap çıkarttım. Bkz: Sosyal Çalışma ve Sosyal Hizmetlerde Önce Kavram, Ankara: SABEV Yayınları, 2012 (1. Baskı) 2016 (2. Baskı)).
 Ayrıca Sosyal Çalışmayı Yapılandırmak (Ankara: SABEV Yayınları, 1999 (1. Baskı); 2014 (2. Baskı)) ve Sosyal Olmak (Ankara: SABEV Yayınları, 2007 (1. Baskı); 2016 (2. Baskı)) kitaplarımda da kavram yanlışlıkları üzerine yazılarım var.

Bunları buraya almamın iki nedeni var. Bir: Sosyal çalışma bilim dalıyla ilgili akademisyen arkadaşlarımın ya da meslektaşlarımın bu yayınları yok saymaları; gündeme getirmemeleri ve eleştiri de getirmemeleri
(Bir yazı dışında. Bkz. Cafer Asan,http://www.sosyalhizmetuzmani.org/shu-kavram.htm). İki: Meslek camiası olarak yayınlarla fazla ilgilenme alışkanlığını kazandıracak bir eğitim ve öğretimden geçmediğimiz için bu yayınların geniş bir mesleki çevrenin bilgi sınırlarının dışında kalması.

Yukarındaki yayınların hemen tamamının ağırlıklı özellikleri sosyal çalışma meslek alanında kullanılan çok sayıda kavramın yanlış kullanıldığının dilbilgisi kuralları ve ağırlığıyla savunularak yazılmış olmalarıdır. Bu yazıda artık dilbilgisine girmeyecek ve şimdi daha da önemli bir boyutu ilkkez özetle yazıya geçireceğim.

MESLEĞİN OLUŞUMUNA ZARAR VERİYORUZ

Temel sav:

Genelde mesleki terimleri ve kavramları yanlış kullandıkça mesleğe temelli ve çok büyük, geri dönülemez zararlar verdik ve vermeyi sürdürüyoruz. Ancak, diğer kavramları bırakın şimdilik, sadece sosyal çalışmaya sosyal hizmet diyerek mesleği elden çıkarıyoruz. Mesleğe büyük zararlar veriyoruz.

Bu yazıyı bu savın açıklanması ve tanıtlanmasına ayırdım. Diğer çok sayıdaki yanlış kavramaların mesleki gelişmeye verdiği zararlara girmeyeceğim. Belki daha sonra; başka yazılarda.

AÇIKLAMA

Önce kuramsal giriş. Nasıl ki kuramsal temel olmadan uygulama meslek olamıyor; nasıl ki uygulama olmadan kuram hiçbir işe yaramıyor; havalarda kalıyor, işlevsiz oluyor; o zaman biz de savımızı açıklamak için, onun anlaşılabilmesi için savımızı kuramsal bir temele dayandırmalıyız.
Araştırma dersinde öğrendik, kuramsal temeli olmayan bir araştırma bize hiçbirşey söylemeyecektir. Zıtlarını akla getirecek ve ya demagojiye yol açacak, ya haklı karşıt fikirleri güçlendirecektir. Bu yüzden araştırmalarda kuramsal bir temel istenir; bilirsiniz.

ABD’li psikososyalrehabilitasyon uzmanı KendraCherry ile tıp doktoru Steven Gans’ın ortak makalesine göre insan beyni 86 Milyar nörona sahiptir (30 03 2017,
 https://www.verywellmind.com/how-many-neurons-are-in-the-brain-2794889). Uzun yıllardır genel olarak beynimizde ortalama 100 Milyar nöron olduğu söylenir, ancak, değişik kaynaklar insan beyninde 60 Milyar ile 140 Milyar arasında nöron olduğunu belirtmektedir. (Bu konuda internette binlerce makale bulabilirsiniz. Ben bir örnek verdim.)

Nöron (neuron = beyin hücresi) beyinlerde bulunan çok çok küçük hücrelerdir. İşlevleri şudur: Herbiri içinde tek bir bilgi “kırıntısı” saklar. Bir yonga gibi, bir kıymık gibi, aklınıza gelebilecek her bilgi kırıntısı bir nöron içinde oturur. İstendiği zaman kullanılmak üzere.
O bilgiye gerek duyulduğu zaman insan beyni birbiriyle ilişkili bilgi kırıntıları arasında kimyasal bir devinimle bağ kurar; bilgi kırıntılarını biraraya getirerek bir bilgi ortaya çıkarır. Örneğin, Ahmet’in karnı acıkmış bilgisi, bir nöron içinde bulunan Ahmet, diğerinde bulunan karın ve üçüncüsünde bulunan acıkmak bilgi kırıntılarının snapsisler eliyle biraraya getirilmeleriyle oluşur. Beyin hücreleri arasında bulunan snapsisler, “snaps” yaparak, yani ani yakalamalarla birbirini bulur, yakalar ve kırıntılardan anlamlı bilgiler üretir. Çok kısa olarak şimdilik bu kadar.

Nöronlar bedene bilgi aktarımı yaparlar. Bu bilgiler sayesinde düşünür ve davranırız. Nöronlardan bedene doğru bilgiler aktarılmazsa düşüncelerimiz de yanlış olur, davranışlarımız da. Tabii ki mesleki davranışlarımız da! Acı düğüm noktası burası. Yanlış kavram yanlış bilgi ve yanlış davranışlar üretir.
İnsan beyni, doğumundan beri bilemediğimiz kadar çok bilgi kırıntısını saklar.
Ve sosyal öğrenme yoluyla nöronlara yerleşen bu kırıntılar kolay kolay beyinden çıkmaz ve kolay kolay değişmez. Yerleşmiştir; yapışmıştır artık.
 Örneğin beynimizde mama bebek için yiyecek demekse, ana sütüyse, sütle karıştırılmış meyve püresiyle hep öyle kalır. Biri bize 20 yaşımızda mamanın bundan böyle araba lastiği olduğunu söylerse, onan inanmak zorunda kalsak da beynimizin bir köşesi ona hala mama diyecektir.

Karşımızdaki söylediğinde ya da okuduğumuz yazıda mamanın araba lastiği olduğu söylendiğinde onu reddedemiyorsak ancak ezberleriz. Beynimizi zorlayarak yerleştirmeye çalışırız, ancak mama kalır beyinin bir nöronunda. Bu bilgiyi tutun lütfen.

Bu durumda beyindeki en küçüklüktenberi mama sözcüğünü içselleştirmiş nöron ile sonradan, dışardan aldığımız araba lastiğini içinde saklayan nöronlar arasında uyumsuzluğu gidermemiz çok zor olur. Bu uyuşumsuzluk bizi sıkıntıya sokar. Ya umutsuzluğa ya pişmanlığa ya anlamsız saldırganlığa görürür. Ya pasifize, ya olumsuz anlamda aktivize eder. İkisi de gereksizdir.
Doğru olan nöronlarda doğru sözcükleri saklamaktır.
Yabancı dili öğrenmek de bu yüzden zordur işte. Ömür boyu masa dediğiniz nesneye bundan böyle table(İng.) ya da Tisch(Alm.) demek kolay değildir; zor öğreniriz. Öğrensek de içselleştiremeyiz o yabancı dili.
Beynimizde ve dilimizde yapay kalır. Ne zaman içselleştirebiliriz? Ne kadar erken yaşta o yabancı dili öğrenmeye başlarsak o denli içselleştirmemiz gerçekleşir.

Bu içselleştirmeye bağlı bir başka tehlike şudur. 20’li yaşlarda öğrendiğimiz yabancı dildeki sözcükleri gerektiği zaman kullanır, ama lezzetini alamayız. Dilimizde yapay kalırlar. Bu yüzden de onu içeriğini, neden table olduğunu, içeriksel anlamının ne olduğunu düşünmeden, hatta reddederek yineler dururuz. Masanın söylenim sıcaklığını yakalayamayız table’de. Bu da bizi ezbere götürür isteristemez. İçselleştiremesek de, sevmesek de yapay bir biçimde kullanmayı sürdürürüz.

Hizmet sözcüğü de bebeklikten gelen ve nöronlarımıza yerleşen anlamıyla yaşar beynimizde. Anamızın bize, babamıza hizmetleri algı olarak yeretmiştir beynimize. Küçük kardeşimizin biz hasta yattığımız zamanlarda getir görür hizmetlerini unutamayız. Hizmet hizmettir. Garsonun hizmeti.
 Yeni bir ifadeyle garsona servis elemanı dendiğini bilsek de o bizim beynimizdeki garsondur. Servis elemanı deyince onun kastedildiğini biliriz, ancak çağırırken garson çıkar ağzımızdan.

20 yaşına kadar hizmeti hizmet olarak algılayan beynimize birden onun hizmet değil meslek olduğu söylendiği zaman ve bu da üniversite gibi önemli bir yerden geliyorsa, öğrenme zorunluğundaysak nöronlarımızdaki yerleşik bilgi olan hizmetin yanısıra bir başka nörona da socialwork’un sosyal hizmet olduğunu yerleştirmeye çalışırız.

 Bu, içselleştirilerek oturamadığı için ezberleyerek çakmak isteriz nöronumuza. Burada bir başka sorun ve çelişki çıkar karşımıza.
Üniversite algı yoluyla öğrenmenin yatağıdır. Ezber algıyı bozar, köreltir. Ezber düşünmeyi engeller. Düşünerek düşünce, buluş, yaratı üretmemizin evrensel kaynağı olan üniversiteyi ezber (kıraat) yeri yaparızezberleyerek. O andan itibaren de yeni düşünce üretemez oluruz. Bu aşamada ne biz üniversiteli oluruz, ne üniversite üniversite kalır.

Bunu da burada bu kadarlık keselim ve sürdürelim düşüncemizi.
Sosyal çalışma mesleğine ve aynı zamanda sosyal hizmetlere, ikisine de sosyal hizmet diyenler ve kendilerine “sosyal hizmet uzmanı” diyenler büyük ve geri dönülemez zararlar verdiler ve vermeyi sürdürüyorlar hem mesleğe, hem alan algısına, hem kendilerine. Düşünce üretemediler, kendi içlerinde gerginlik ve küskünlük ürettikleri kadar.
Öyle olur çünkü insan psikolojisi. Yanlışı bilince ve tartışamayınca, değiştiremeyince gerilir insan.

Dilimiz sosyal hizmet deyip onun sosyal çalışma, yani meslek olduğunu tekrarlarken beynimizde bebeklikten beri hizmet sözcüğüyle yaşayan nöron rahatsızlık duyar. Öbür nöronu kitlemeye(i harfiyle. Doğru yazdım.)çalışır. O ısrar eder, yineler. Bu karşılıklı restleşme ketleşmeyi(e harfiyle.
Doğru yazdım.)getirir. Beyin ketlenir. Bu ketlemenin sonucu da yeni, özgün düşünce üretme becerisini yitirmesidir. Acı değil mi?
Bu yüzden, dostlarım, sosyal çalışmaya sosyal hizmet diyen ve sizin bu yönde koşullanmanızı sağlayan beyinler, bakınız, 50 yıldır meslek adına yeni bir düşünce ve yazı üretememişlerdir. Türkiye sosyal çalışması gelişmemiştir. Böyle devam ettikçe de gelişemeyecektir. (Bu cümleme itiraz edenler lütfen sosyal çalışmayı sosyal hizmet olarak öğreten ilk ve ikinci kuşak öğretim elemanlarının ne ürettiklerine baksınlar. Buluşalım, konuşalım, tartışalım; neden üremiyor?

Bunun çünküsünü açıklayabilmek içinde şimdi bir başka noktaya geçmek zorundayız. O da şudur:
İnsan beyninde, siz de basit bir düşünceyle bunu görebilirsiniz; ne kadar çok nöron içinde ne kadar çok bilgi kırıntısı varsa insan zihni o kadar daha fazla çalışır. Bunun yalın sorusu şudur? Toplam 50 nöronda bilgi kırıntısı olan bir beyin mi daha çok düşünür, 5000 nöronda bilgi kırıntısı olan bir beyin mi? Lütfen yanıtlayınız. Daha açık söylemek zorundayım. Beyninde daha fazla nöronu birbiriyle iletişim içinde olan (birbiriyle snaps yapan) kişilerin daha zeki olduğunu söyler bilim. Başka deyişle, daha az sözcükle konuşanlar daha çok sözcük kullanarak konuşanlar kadar zekâ üretemiyorlar.
Bu ne demek? Zekâ yaratıcıdır. Düşünce üretebilmek için farklı ve çok terimlerle daha çok sayıda nöronun birbiriyle snapslaşması gerekiyor.

Düşünün lütfen. ABD’li bir bilimci ve meslek elemanı socialwork deyince başka birşeyi, social service deyince başka bir şeyi anlıyor. Bir Alman Sozialarbeit deyince başka birşeyi, sozialerDienst deyince başka bir şeyi anlıyor. Hemen her dilde bu böyle.Oysa bir Türk beyni socialwork için de social service için de sosyal hizmet diyor. Beynimizi bile bile, profesörler eliyle % 50 sınırladık mı sınırlamadık mı? Sınırladık, değil mi? % 50 daralltık düşünce kapasitemizi, kendi ellerimizle. Bize öğreten hocalarımız yaptı bunu. Beyinlerimizi daralltılar istemeden, farkında olmadan! Bu mesleki zekânın daraltılmasıdır.

Nasıl oldu bilir misiniz? Gerekçesini ayrıca açıklayalım, socialwork’ü sosyal hizmet olarak çevirdiler. Böyle yazdılar, söylediler, yaydılar.
O sıra karşılarına social service kavramı çıktı. Onun da çevrilmesi gerekiyordu ve Türkçe karşılıkları aynı olacaktı. Social service’den geri dönmek olanaklı değildi artık. O zaman ne yapalım?
 Social work’e sosyal hizmet dediğimize göre bari socialservice’ye sosyal hizmetLER diyelim dediler ve öyle yaptılar. Böylece tüm dünyada bilime aykırı, hilkat garibesi bir ilki Türkçede yaşattılar. Bir sözcüğün tekili ile çoğulu farklı anlam taşıyor dediler, kendilerini inandırdılar. Acı bir gülünçlük yaşattılar bize. Sosyal hizmet dendiğinde socialwork, sosyal hizmetler dendiğinde social service anlaşılacaktı.
Yani elma dersem armut, elmalar dersemüzüm anla dediler. Mesleği dilbilimsel cehaletin girdabına soktular. Acı bir gülünçlükle… Böylece beynimizde ana südüyle gelişen nöronlarımız çıldırdı, birbirine karıştı. Bunun da zararı gene bize oldu.

Başka deyişle ne oldu biliyor musunuz? Television(tekil) dersem televizyon ustası anla, televisions (çoğul) dersem çanak anten anla dediler.Pazar yeri dersem (yani, sosyal hizmet) domates satıcısı (yani sosyal çalışma) anla, pazar yerleri dersem (yani, sosyal hizmetler) pazar yeri anla dediler.
 Hatta sosyal hizmetlere alan diyorsanız, alanı tekil kullanamaz mıyız sorusuna da daha acılı gülünçlükte bir yanıt verdiler. Sosyal hizmetler hep çoğuldur, tekili olmaz!Ne dersiniz buna? Aile sosyal hizmeti diyemeyeceksiniz.
Çocuklarla sosyal hizmet diyemeyeceksiniz. Okulda yapılan sosyal hizmet diyemeyeceksiniz. Bunları hep çoğullaştırmak zorundasınız. Bu, yukarıda dediğim, zekânın elde olmadan ama kasıtla, daraltılmasıdır.
 Hem mesleğe hem binlerce genç beyine ihanettir. Yazıktır. Bilime de, insana da. Daha acısı, insanın kendi zekâ kapasitesini daraltmasıdır. Acı değil mi?

Hemen bunu ispat et deyin lütfen bana. Edeyim:

  1. Sosyal çalışmaya sosyal hizmet diyenler 50 yıldır ikisi arasındaki farkı tam anlamıyla ne bilebiliyor ne ortaya koyabiliyorlar. Hiç böyle bir yazı gördünüz mü? Yok.
  2. Sosyal hizmet yapmayı sosyal çalışma sanıyorlar.
  3. Yaptıkları sosyal hizmetleri sosyal çalışma uygulaması sanıyorlar.
  4. Sosyal hizmet yapma dışında meslek adına yapabildiklerini, anlatamıyorlar.
  5. En sık söylediklerinden, örneğin, “farkındalık yaratma”yı sosyal çalışma uygulaması sanıyorlar ve ancak tüm projelerde sosyal çalışmacının dışında herkes bunu konuşuyor ve yapıyor. Hekimin yaptığı ameliyatı hekim olmayan yapabilir mi? Demek ki doğrudan mesleki bir işlem değil bu. Herkesin yapabileceği bir şey!
  6. Bir mağdurla sohbet etmeyi görüşme sanıyorlar.
  7. Görüşmeyi mülakat sanıyorlar.
  8. O zaman da başkalarının yaptığı etkinlikleri kendileri yapınca o meslek uygulaması oluyor; başkası yapınca meslek uygulaması olmuyor; gözler yumuluyor.(Tabii başkaları dediğimiz diğerleri e biz de sosyal hizmet yaptığımıza göre biz de sosyal hizmet uzmanı ya da sosyal çalışmacıyız demeye başlıyorlar.
  9. Örneğin sosyal yardım dağıtmayı sosyal çalışma sanıyorlar.
  10. Örneğin ev ziyareti yapmayı doğrudan meslek uygulaması, yani sosyal çalışma sanıyorlar.
  11. Örneğin yaşlıları tiyatroya götürmeyi meslek uygulaması sanıyorlar.

Daha kaç örnek vereyim. O denli çok ki!
Biliyorum yukarıdaki örneklerle karmakarışık oldu kafanız. Sosyal çalışmaya sosyal hizmet diyenlerin kafaları bu kadar karışık değil. Sosyal hizmetlere meslek uygulaması diyerek mesleği herkesin yapabilmesini sağladılar!!!

Tekil dersem meslek, çoğul kullanırsam alan anla diyen beyinlerin kitaplarında bakarsanız, hangi sosyal hizmetle mesleği hangi sosyal hizmetle alanı anlatmak istediğini anlayamazsınız. Dostça oturun, sorun, kendileri de karıştıracaklardır. Buluşturun bizi, denemesini yapalım.
Epey güleriz ama durum acıklıdır.
Düşünün lütfen. “Sosyal hizmet uzmanı sosyal hizmet mesleğini sosyal hizmet disiplini içinde sosyal hizmet alanlarında çalışarak uygular” derken aklınızda bir netleşme olabilir mi? “Sosyal hizmetler alanında sosyal hizmet disiplininin dayandığı meslek olan sosyal hizmet sosyal hizmet uzmanı tarafından yapılır” derken algınız gelişebilir mi? Üç ayrı şey tek kavramla kullanılırsa farklar görülebilir mi; açıklama yapılabilir mi; yeni bir düşünce üretilebilir mi?

İki nöronun çalışmasıyla çoklu düşünce geliştirilemez. Çoklu düşünce için birbiriyle snaps yapan nöronların sayısı arttırılmalıdır. Herşeye sosyal hizmet deyince nöron sayısı artar mı; sınırlı mı kalır?
Bu zihinsel sınırlılıkla ne yeni düşünce, ne yerel düşünce, ne sosyal düşünce üretebiliyor. Sosyal hizmetle sosyal çalışmanın farkını göremiyor; her şeye sosyal hizmet diye diye sosyal çalışmanın gelişmesini bekliyoruz. Hem biz geliştiremiyor ve birinin geliştirmesini bekliyoruz hem de onu birileri tek bir sosyal hizmet kavramıyla yapsın istiyoruz. Olamaz bu. Yıllardır olmadı zaten.

Bu yüzden Türkiye sosyal çalışma düşüncesi gelişemedi 50 yıldır. 50 yıldır bugün hala 1920’lerin, 1950’lerin çevirileriyle öğrenmeye çalışıyoruz sosyal çalışma mesleğini. Ayıp değil mi? Kendi kitaplarımızı yazamadık. Üzerine ben yazdım diyerek kendi adımızı koyduğumuz kitapların ezici çoğunluğu da ya alıntılı ya çalıntılı çevirilerle dolu. Yerli düşünce üretemiyoruz; yabancı düşünceleri kuram ve kusursuz sanıyoruz. Başka kültürler için türetilmiş bilgiler de Türkiye toplumuna uyumlandırılamıyor. İşlemiyor.
 Meslek bu bilgilerle uygulanamıyor. Çünkü sosyal çalışma evrensel ölçüleri olmakla birlikte insan ve toplum mesleği olduğu için kültüre, yerel değerlere, gündelik siyasete ve geleneklere dayalı bir uygulamadır. Her ülkede kendi farklarını yaratmalıdır, ortaya koymalıdır.

Mesleğin adı olarak da beynimizdeki nöronda social serviceolarak algılanan sosyal hizmeti kullanınca zihnimizdeki karmaşa daha da derinleşmektedir. Zihninde karmaşa olan mesleğini karşındakine doğru olarak anlatabilir mi, tanıtabilir mi? Beyni karışık olan karşısındakilerle sağlıklı, düzgün ilişkiler kurabilir mi?
 Kuramayınca herkesi “sosyal hizmet uzmanına”, yani bize düşman görüyor; herkesi aleyhimize çalışıyor olarak görüyoruz. Zihinsel karmaşamız sosyal karmaşamızı yaratıyor.

Buraya kadar bizle, zihnimizle, içimizle ilgili bir sıkıntıyı yazmaya çalıştım. Şimdi dışımıza bakalım.

HERKES BİZİM MESLEĞİ Mİ UYGULUYOR?

Türkiye’de herkesin zihnindeki hizmet ve sosyal hizmet, anamızın maması gibi bebeklikten oturma bilgi kırıntısıdır ve kolay değişmez. Yani siz çevrenize sosyal çalışmayı kastederek sosyal hizmet derken bunu belki sadece sizin öğreniminizden geçen sayıda kişi
– o da kendilerini zorlayarak; yukarıda anlattım – anlayacaktır; anlamaktadır. Siz bile zihninizde sosyal hizmet düşünüp,dilinizde sosyal çalışma anlamında sosyal hizmet derken; bu bağlamda, sosyal hizmet yapmayı sosyal çalışma sanarken, sizin dışınızdaki sosyal meslekler de sosyal hizmet anlamında sosyal hizmet yaparak sizin mesleğinizi uyguladıklarını düşünüyorlar; sanıyorlar.
Sizden sosyal hizmet duydukları ve onu sosyal hizmet olarak anladıkları için sosyal çalışmayı değil sosyal hizmeti meslek sanıyor ve zihinlerine öyle oturtmaya çalışıyorlar.

Bu algıyı onlara siz veriyorsunuz; bizim meslek veriyoruz. Sosyolog, psikolog, öğretmen, hemşire, imam, müftü, yurdun aşçısı, servis şoförü hepsi zaten sosyal hizmet yapabildikleri ve yapabilecekleri için, sizden sosyal hizmet terimini duyunca haklı olarak bunu ben de yaparım diyorlar ve bu algıyı çevrenize, Türkiye’ye siz, sosyal hizmet uzmanları yayıyorsunuz. Sosyal hizmeti sosyal hizmet olarak anlayan diğer meslek sahipleri madem ki sosyal hizmet meslek, bu mesleği ben de yaparım düşüncesini geliştiriyorlar. Böylece “sosyal hizmet” denilen etkinlikler bütünü herkes tarafından meslek olarak görülüyor ve hemen hemen diğer tüm meslek sahipleri sosyal hizmet mesleğini ben de yaparım düşüncesini içselleştiriyor.

Sosyal hizmeti elbette herkes yapabilir. Bunun için özel bir öğrenime de gerek yok. Belki sertifikalı bir eğitim, o da nitelik yükseltme açısından, yeter. Oysa sosyal çalışma tüm dünyada dört yıllık bir lisans öğrenimi gerektirir.
Nasıl ki, hukuk okumayan avukatlık, yargıçlık, tıp okumayan hekimlik, psikoloji okumayan psikologluk, öğretmenlik okumayan öğretmenlik yapamıyorsa dört yıllık (lisans) sosyal çalışma okumayan sosyal çalışma yapamaz. Ama sosyal hizmet yapabilir; yineliyorum. Çünkü sosyal hizmet ve sosyal çalışma farklıdır. Yine yineliyorum. Siz herkesin yapabileceği sosyal hizmete meslek derseniz o mesleği bizde yaparız, hatta lisansını okumadan ve hatta iki yıllık açıköğretim okuyarak cesaretini herkese vermiş oluyorsunuz.
Böylece sosyal çalışmaya sosyal hizmet diyenler mesleklerine ihanet etmiş oluyorlar.(Neyse bu çerçevede yıllar içinde ilginç bir gelişme oldu. Eskiden sosyal çalışma yapıp, başkalarının da yaptığı sosyal hizmetleri onlar yapamaz diye karşı çıkan ve başkaları yapınca üzülen “uzmanlar” artık herkes sosyal hizmet yaparken, başkaları yapamaz demiyorlar artık. Sessizlik sardı ortalığı bu konuda. Sadece sosyal çalışma görevlisi kavramına tepkileri var.)

Oysa siz, ben lisans okuyarak ve diplomayla sosyal çalışmacı olurum ve bunu sadece bu öğretimi başarıyla tamamlayanlar yapar derseniz başkasının önünü tıkamış olursunuz. Umutlandırmamış olursunuz. Psikoloji okumayanın psikologluk yapamayacağı algısı gibi sosyal çalışma okumayanın sosyal çalışmacı olamayacağı algısını yaymış olursunuz ki, doğrusu budur.

Sosyal çalışma ile sosyal hizmet kavramlarının beyinlerde ayrı anlam ve özellikleri olduğu sosyal çalışmacılar tarafından netleştirilmedikçe bu sıkıntı çözülmeyecektir.
Beyninde sosyal çalışma mesleği ile sosyal hizmet etkinliklerini kavram ve işlev olarak ayırma becerisine ulaşamadıkça, sosyal çalışmacılar diğer sosyal mesleklere onların da “sosyal hizmet mesleğini” yapabilecekleri cesaretini vermeyi sürdüreceklerdir. Oysa siz sosyal hizmet uzmanı değil, sosyal çalışmacısınız. Bırakın onlar, herkes
– gerçek anlamıyla
 – sosyal hizmetlerin uzmanları olsunlar.
 Lisans okumadıkça sosyal çalışmacı olamayacaklarını bilmeleri yeter. Ve sosyal çalışma derinliğine ve genişliğine başlıbaşına ayrı bir meslek. Gelin içerik olarak onu geliştirelim Türkiye’de.

Farklı nöronlarda farklı bilgi kırıntıları olarak duran sosyal çalışma ile sosyal hizmet kavramlarını beyninin gerisinde ayıramayanlar bu iki kavram arasındaki farkı görememektedir. Yani meslekle alan arasındaki farkı görememektedir. Yanlıştan dönmek erdemdir.
Yanlıştan dönmeyi içlerine yediremedikleri için birçok kişi yanlış olduğunu bile bile yanlışlarında direnmektedir. 
Sosyal hizmet (social service) yapıp sosyal hizmet (socialwork) yaptığını sanma yanlışından sosyal hizmet uzmanıyım diyenleri kurtarmalıyız.

BİRKAÇ SONSÖZ

Sosyal çalışmaya sosyal hizmet dedikçe, az kavramla düşünmeye çalıştığımız ve nörona saklı kırıntılarımızda onun anlamı başka olduğu için doğru oturtamıyor ve açıklayamıyoruz. Mesleği doğru tanıtamıyor ve anlatamıyoruz. Hatta biz de mesleği sosyal hizmet sanıyoruz.

Kavramları farklılaştıramadığımızdan ve tek kavramla herşeyi anlamaya çalıştığımızdan mesleki zekâmızı geliştirme olanağımızı kendi ellerimizle (kendi beynimizle) yok ediyoruz. Ayırıcı düşünce üretemiyoruz. Mesleği boyutlu düşünemiyoruz. Mesleki anlamda yaratıcı olamıyoruz. Diğer kardeş mesleklerle içerikli tartışmalara giremiyoruz.

Sosyal çalışmaya sosyal hizmet dedikçe, diğer sosyal meslekler ve daha birçok meslek de sosyal hizmet meslekse bende yaparım diyerek soyunuyor ve herkes sosyal hizmeti meslek olarak yaptığını düşünüyor. Hükumet de sosyal hizmeti meslek sanarak bu yönde kapıları herkese açıyor. Mesleği, yanlış bir düzlemde de olsa herkese altın tepside biz sunuyoruz.

Sosyal çalışma görevlisi ve iki yıllık sosyal hizmetler üzerine görüşlerim bir başka yazının bütünlüğü içine girer. O yazı da gelecektir.

Sosyal çalışma ve sosyal hizmet kavramları arasındaki beyinleri durduran diğer içeriksel karışıklıklarla kavramsal karışıklıklar bir başka yazının konusu. O, beyin ve dil ilişkisinin kavramsal boyutu. Bu yazı içeriksel boyutuyla ilgiliydi.

Bugüne kadar yazılmamış, konuşulmamış sosyal hizmet ile çalışma farkı üzerine tezlerimi 20 Mart 2018 Dünya Sosyal Çalışma Gününden sonra düzenli olarak Facebook’ta komprime haplar olarak ilgililerin bilgisine sunacağım. Eleştiri ve görüşlerinizi bekliyorum.
Eleştirilerinizden sonra düz yazıya dönüştürülecektir.

KAYNAKÇA

Asan, Cafer. “Sosyal Hizmet Akademisyenleri Arasındaki Kavram Anlaşmazlığı”, iç: Sosyal Hizmet Uzmanları WEB Sitesi, http://www.sosyalhizmetuzmani.org/shu-kavram.htm (E. 12 03 2018).

Cherry, Kendra; Steven Gans, “How ManyNeuronsAre in the Brain?”, in: verywellmind, https://www.verywellmind.com/how-many-neurons-are-in-the-brain-2794889 (Ac: 11 03 2018)
Tomanbay, İlhan. “Mesleğin Kavramları”, iç: SABEM Dergisi, Sosyal Hizmetler Araştırma, Belgeleme, Eğitim Vakfı Yayını, S. 22, Mart 1999, s. 6a.

____________. Sosyal Çalışma Sözlüğü, Ankara: Selvi Yayınları, 1999.

____________. “Sosyal Çalışma Disiplini ve Mesleğinde Kavram Sorunu”, iç: Bilim ve Ütopya, Aylık Bilim, Kültür ve Politika Dergisi, Şubat 2001, S. 80, s. 34-37.

____________. “Sosyal Çalışmada Kavram Sorunu”, Sosyal Hizmet Sempozyumu 2010, Sosyal Kalkınma ve Sosyal Hizmet, 9-11 Aralık 2010, Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi.

____________. Sosyal Çalışma ve Sosyal Hizmetlerde Önce Kavram, Ankara: SABEV Yayınları, 2012 (1. Baskı) 2016 (2. Baskı).

____________. Sosyal Çalışmayı Yapılandırmak, Ankara: SABEV Yayınları, 1999 (1. Baskı); 2014 (2. Baskı).

____________. Sosyal Olmak, Ankara: SABEV Yayınları, 2007 (1. Baskı); 2016 (2. Baskı).

(11 Mart 2018, Ankara)

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir