SIĞINMACI ÇOCUKLARIN/SIĞINMACILARIN ÇOCUKLARININ TÜRKİYE’DE ÖZELDE SAĞLIK HAKKI, GENELDE ÇOCUK HAKKI

Prof. Dr. İlhan Tomanbay

BÖLÜM 1

SHUD grup sayfasında gelen bir soru aynı akşam bana bu yazının birinci bölümünü yazdırdı; yolladım.

Ertesi akşam, öyküyü aşağıda okuyacaksınız, ikinci bölüm yazıldı.

Konu bir devlet hastanesinde görev yapan bir kamu görevlisi sosyal meslek elemanının sorusu ile gündeme geldi. Soruyordu:

Merhabalar, “Hastanemizde sık sık mülteci ve sığınmacı hastalarla ilgili uygulamalarda sorunlar yaşamaktayız ve son değişikliklerle bu grup hastalara verilen hakların azaldığını öğrendim.Bu konuda ayrıntılı bilgi alabileceğim bir shu ile görüşmek istiyorum.Yardımcı olursanız sevinirim.” Sent: Wednesday, January 04, 2012 1:48 PM

Yardım istiyordu. Yanıtladım.

Dile getirdiğiniz sorun yıllardır zaman zaman gündeme gelir. Sizleri üzer. Konu üzerinde biraz bilgilenmek sığınmacıların da insan oldukları için sığındıkları ülkede de temel insan haklarından yararlanmalarının kaçınılmaz olduğu konusunda güçlü kılar. Sizi de gecenin bir saatinde uykusuz kıldığına göre birbirimize yardımcı olmamız gerekir diye düşündüm.

Bu konuda tereddüt yok. Bilgisizlik var. Bu haklardan T.C. yurttaşları yararlanır gibi çok geride kalmış düşüncelerle karşı çıkıyor karşı çıkanlar. Bunlara anımsatacağınız şu bilgiler:

Türkiye daha işin başında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini (İHEB) onayladı. Kabul etti. Bu bildirgenin birçok maddesi sığınmacıları sığındıkları ülkede sadece insan oldukları için – tabii ki sınırlı koşullar altında ama temel insan haklarından yararlanmalarının insanlık hakkı olduğunu gösterir. Md 2 birinci ve ikinci fıkra, Md. 6, Md. 7, Md. 16, Md. 22, Md. 25… Diğer hepsi ilgili ve önemlidir ve ancak özellikle 25. Madde tıbbi bakım hakkından sözeder. İnsanın ekonomik, toplumsal, kültürel, eğitim ve sanat haklarını güvenceye alan İHEB sağlık hakkını güvence altına almaz mı? Ayak sürüyen ilgililere bunlar anlatılacak.

İnsan Hakları Bildirisi kabul edildikten sonra insan haklarını geliştirme koruma ve uygulama konusunda yapılan içerik olarak bağlısı yeni anlaşmalar ve bildiriler bu tür hakları daha da somutlaştırmış ve pekiştirmiştir. (Birleşmiş Milletler Kadınların Siyasi Haklarına İlişkin Sözleşme (20 12 1952), Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi (20 11 1959), Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi (18 10 1961), Afrika İnsan ve Halklarının Halkları Şartı (26 06 1981), Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığına Dair Temel İlkeler (29 11 1985)…) Bunlar anlatılacak.

(Bu sözleşmelerin içinde uygun maddeler vardır. İncelenmeli…)

İHEB Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarihli ve 217 A (III) sayılı kararıyla benimsendi ve ilan edildikten dört ay sonra (6 Nisan 1949) Türkiye Cumhuriyeti 9119 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onayladı. (Bakanlar Kurulu Kararı 27 Mayıs 1949 tarih ve 7217 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı.)

Hatta hemen arkasında da Avrupa Konseyi insan Hakları Evrensel Bildirgesinin haklarının aynı coğrafyayı paylaşan Avrupa devletleri tarafından savunulması için gene Birleşmiş Milletler’in desteği ve çalışmalarıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni çıkartmıştır. (4 Kasım 1950, Roma). 3 Eylül 1953’te yürürlüğe giren sözleşmeyi Türkiye de hemen (10 Mart 1954) bir yasa çıkararak onaylamıştır. Türkiye burada da etkin bir katılımcı olduğuna göre insan hakları konusunda çatlaklara izin vermez demektir. Bir devlet tüm kurumlarıyla başta insan olduğu için hepsine, tabii ki aydı değer duygusuyla kendi yurttaşlarına insan değeri verir.

Hele bugün, yeşil kartın kaldırıldığı, sağlık güvencesinin tüm ülkeye yaygınlaştırıldığı bir tarihsel dönemde T.C. yurttaşı olmadığı için insanlık haklarından yararlanamayacak kişilerin bu topraklarda olmasına, herkesten önce, bugün, bu sağlık düzenlemelerini yapan hükumet izin vermez. Endonezya’ya, Somali’ye yardım gönderen hükumet ülkesindeki sığınmacılara yardım yapılmamasını kabul eder mi? Bu anlatılmalı…

T.C. Bakanlar Kurulu daha o zaman, 1949’da, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Resmi Gazete ile yayınlanması, yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması”nı kararlaştırılmıştır. Bugün hala sığınmacıların sağlık, eğitim, sosyal ve kültürel hakları yetkili makam ve kişiler tarafından hala içselleştirilemediyse 1949 yılındaki Bakanlar Kurulu kararını yeniden yürürlüğe sokmak gerek. “Beyanname hakkında” kitle iletişim araçlarıyla (radyo ve gazetelerde ve televizyonlarda ve dergilerde ve sosyal medyada…) “münasip neşriyatta bulunulması” bu tür sorunları yaşayan ve bu nedenle saygın mesleklerini uygulayamayan sosyal çalışmacıların kaçınılmaz görevi olmalıdır. En etkin kamuoyu oluşturma, siyaseti etkileme ve insan hakları konusunda mesleksel varlıklarını göstermenin zamanıdır diye düşünüyorum.

Benzer çalışmaları yapan meslektaşlar dayanışmalı, derneğin desteğini sağlamalı, hukuksal dayanakları raporlaştırmalı ve ilgili mercilere gitmeli… Üstelik bir de artık sosyal çalışmacılar hasta hakları birimlerinin temel ögeleri ya… Tam görevleri… Hiçbir şeyden – gerçekten – korkmadan… Uğraşa uğraşa… Bireysel, hoş olmayan kavgalara girmeden… İkna ede ede… Sabırla… Yılmadan… Pişman olmadan… (Bu tür çalışan meslektaşlarımızı da “Sana mı kaldı?” diye şevkini kırmadan… Tam tersine, destekleyerek…) hasta hakları için uğraş vermek… Bu tür – disiplinli, düzenli, birbirini korumalı, elele – çabalar meslek saygınlığını da arttıracaktır. Hiçbir mesleksel mücadelesinde olduğu gibi bu mücadelesinde de hiçbir meslektaşımızı yalnız bırakmadan…

Bugün Türkiye artık hastane kapısına gelen sığınmacıya bakım yapıp yapmama tartışmasını, bireysel ve keyfi yaklaşımları, bu düzeyleri çoktan aşmış olmalıydı… Aşamadı. Niye? Çünkü konu gündemde tutulmuyor. Hukuksal dayanaklarıyla savunulmuyor. Bunu yaptığınız zaman herkes arkanızdadır… Arkanızda olmalıdır…

NOT: Bir de, Ankara’da, Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneğine (SGDD) başvurunuz. (Web sayfaları var.)

2. BÖLÜM

Size yardımcı olmak üzere dün akşam çalakalem yazdığım yazıyı İzmir’den sevgili meslektaşım Nihat Tarımeri okumuş. Hemen telefon etti, güzel katkılar yaptı. Hem de ne katkılar! Çocuk Koruma Kanunundan (ÇKK) girdi Türk Ceza Kanunundan (TCK) çıktı. Bu iki yasa boyutlarında o yazıya çok anlamlı eklemeler yaptı. Hemen, sıcağı sıcağına size ileteyim dedim. İşleriniz oldukça kolaylaşacak. Sizin durumunuzda olan bütün arkadaşların işleri kolaylaşacak. Yaptığımız iş de tam olsun.

5395 sayılı ÇKK (2005), kapsam başlıklı 2. Maddesi şöyle der: “

“Madde 2 – Bu Kanun, korunma ihtiyacı olan çocuklar hakkında alınacak tedbirler ile suça sürüklenen çocuklar hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin usûl ve esaslarına, çocuk mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin hükümleri kapsar.”

Buradaki korunma ihtiyacı olan çocuklar ifadesi herhalde T.C. yurttaşı olan çocukları kapsamıyor ve kapsamamalıdır. Çocuk genel bir kavramdır. Korunma ihtiyacı çerçevesine sağlık, tıbbi sağlık, ruhsal sağlık ve sosyal sağlık girmez mi? Bu ilk dayanaktır.

Burada yer kaplamasın diye hepsini almayayım, yasanın 4. Maddesi Temel İlkeler başlığı altında çocuğun korunmasıyla ilgili gözetilecek 12 ilkeyi saymıştır. Bu ilkeler Türkiye’nin de imza attığı, dayanağı Evrensel Çocuk Hakları Bildirgesi (1959) olan Dünya Çocuk Hakları Sözleşmesinden (1989) (DÇHS) alınmadır. Çocuğun “korunma”, “yarar ve esenliği” kavramları sağlığı kapsamaz mı? Bu ilkelere uymayan ve uymayan bir durumu ihbar etmeyen bir kamu görevlisi suç işlemiş olur. Bu ikinci dayanaktır. Türkiye sözleşmeyi – çekinceleriyle de olsa – daha 1990 yılında imzalamıştır.

Diğer dayanaklar:

DÇHS’nin 3. Maddesinin 3. Bendi:

“3. Taraf Devletler, Çocukların bakımı veya korunmasından sorumlu kurumların; hizmet ve faaliyetlerin özellikle güvenlik, sağlık, personel sayısı ve uygunluğu ve yönetimin yeterliliği açısından, yetkili makamlarca konulan ölçülere uymalarını taahhüt ederler.”

Bu maddeye dikkat ediniz. Sağlık… konulan ölçüler… uymak… zorunluluğu (Taahhüt etmek.)

Uzun 24. Maddeyi konu üzerine genel bir ufuk yaratması açısından tam almak zorundayım.

“Madde 24: 1. Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.

“2. Taraf Devletler, bu hakkın tam olarak uygulanmasını takip ederler ve özellikle:

“a) Bebek ve çocuk ölüm oranlarının düşürülmesi;

“b) Bütün çocuklara gerekli tıbbi yardımın ve tıbbi bakımın; temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesine önem verilerek sağlanması;

“c) Temel sağlık hizmetleri çerçevesinde ve başka olanakların yanı sıra, kolayca bulunabilen tekniklerin kullanılması ve besleyici yiyecekler ve temiz içme suyu sağlanması yoluyla ve çevre kirlenmesinin tehlike ve zararlarını gözönüne alarak, hastalık ve yetersiz beslenmeye karşı mücadele edilmesi;

“d) Anneye doğum öncesi ve sonrası uygun bakımın sağlanması;

“e) Bütün toplum kesimlerinin özellikle ana-babalar ve çocukların, çocuk sağlığı ve beslenmesi anne sütü ile beslenmenin yararları, toplum ve çevre sağlığı ve kazaların önlenmesi konusunda temel bilgileri elde etmeleri ve bu bilgileri kullanmalarına yardımcı olunması:

“f)  Koruyucu sağlık bakımlarının, ana-babaya rehberliğini, aile planlaması  eğitimi ve hizmetlerinin geliştirilmesi; amaçlarıyla uygun önlemleri alırlar.

“3. Taraf Devletler, çocukların sağlığı için zararlı geleneksel uygulamaların kaldırılması amacıyla uygun ve etkili her türlü önlemi alırlar.”

Yukarıdaki maddelerin yorumları herhalde gerekmez. Maddenin başındaki “Taraf Devletler, çocuğun olabilecek en iyi sağlık düzeyine kavuşma, tıbbi bakım ve rehabilitasyon hizmetlerini veren kuruluşlardan yararlanma hakkını tanırlar. Taraf Devletler, hiçbir çocuğun bu tür tıbbi bakım hizmetlerinden yararlanma hakkından yoksun bırakılmamasını güvence altına almak için çaba gösterirler.” anlatımı herhalde Türk çocuğu ya da başka bir çocuk ayrımını kaldırmaz. Buna izin vermez. Bu her çocuk için geçerli bir maddedir, tüm diğer maddeler olduğu gibi.

Türkiye’nin de imzaladığı çocuklarla ilgili bu uluslararası hukuk kurallarının T.C. yasalarına yansımaması düşünülemez. Yansımıştır.

Hatta ki, bu yükümlülüğün uzantısında, ÇKK 6. Maddesi, Kuruma Başvuru başlığı altında kamu görevlilerine ciddi yükümlülük yükler. Der ki:

“Madde 6 – (1) Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna [Şimdi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne… Yazarın notu] bildirmekle yükümlüdür.”

Hatta durum burada kalmıyor.

“Madde 6 – (2) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kendisine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl yapar.”

Dikkat ediniz yukarıdaki maddelerde T.C. yurttaşı çocuk denmemektedir. Ve “sağlık ve eğitim kuruluşları”, “sivil toplum kuruluşları”, sizler, bizler… ihbar yükümlüğü altındayızdır. İnsan olarak bu tür durumları her yurttaşın ihbar etmesi gerekir. Ancak, devlet, çok önemli bir olay olmadıkça kamu görevlisi olmayanın ihbar sorumluluğundan kaçmasını izlemez, koğuşturmaz. Kamu görevlisini koğuşturur. İhbar etmemek en hafifinden görev ihmalidir. Bu ihbar tercihe bırakılmaz. Örneğin, hastanede çalışan doktor bıçaklanarak yaralanmış bir hastayı hastane polisine bildirmekle yükümlüdür.

O zaman, sağlık muayenesi yapılmayan ve yapılması reddedilen bir sığınmacı çocuğun sağlık müdahalesinin yapılmadığını kamu görevlisi bulunduğu yerin ilçe ve il müdürlüğüne, kaymakamlığına, valiliğine ve son kertede Ankara’da Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğüne derhal bildirmek zorundadır. Bildirmezse suç işlemiş olur! Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü kendisine bildirilen olayla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhal yapar. Bu müdahale Sağlık Bakanlığını da harekete geçirir.

(Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin, daha önce yaşanan (kadınlarla ilgili) birçok örnek yanında, en son, 11 yaşında hamile kalan “çocukla” ilgili olarak Bakanlıktan beklenen duyarlığı göstermiştir. Son merci olduğunun bilincinde olarak hareket etmektedir Sayın Bakan.)

Bütün bu eylem ve müdahalelerin temeli çocuğun korunma ve yarar ve esenliğine göre hareket sözkonusudur ve bu yasaların bize verdiği bir sorumluluktur.

İhbar yükümlüğünü yerine getirmeyen kamu görevlisi için TCK’da hükümler vardır. Yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi başlığı altındaki 98. Madde:

“MADDE 98. – (1) Yaşı, hastalığı veya yaralanması dolayısıyla ya da başka herhangi bir nedenle kendini idare edemeyecek durumda olan kimseye hâl ve koşulların elverdiği ölçüde yardım etmeyen ya da durumu derhâl ilgili makamlara bildirmeyen kişi, bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.

(2) Yardım veya bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi dolayısıyla kişinin ölmesi durumunda, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

“Yaşı, hastalığı veya yaralanması dolayısıyla ya da başka herhangi bir nedenle kendini idare edemeyecek durumda olan kimse” olan çocuğu anlatan bu maddenin, konumuzla ilgili olarak sığınmacı çocukları kapsamayacağını söyleyen bir kişi bulunabilir mi? Ona da derhal Türkiye’nin Çocuk Hakları Sözleşmesini 14 Eylül 1990 günü imzalayıp ve 9 Aralık 1994 günü TBMM’nde onayladığını, 4058 Sayılı Onay Kanununun 11 Aralık 1994 gün ve 22138 Sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla bu uluslararası sözleşmenin yasa hükmüne girdiğini, bugün o gündenberi yasa hükmünde olduğunu anlatınız.

Bu dayanakları TCK’nın enson üç önemli maddesi ile taçlandıralım ve yazıyı sonlandıralım.

TCK Suçu bildirmeme maddesi:

Bu maddenin temel dayanağı: “Yasaların amir hükmüne karşı çıkmak ve insan sağlığı ile oynamak suçtur.” Bunun sadece insanlık suçu olduğunu söylemek yetmez. Yukarıdanberi saydığımız yasa hükümlerine göre suçtur. Bir çocuğun hastalığı durumunda ona hizmet vermemek suçtur. Her insan için böyledir bu. Yaptırımı vardır.

“Suçu bildirmeme

“MADDE 278. -(1) İşlenmekte olan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

“(2) İşlenmiş olmakla birlikte, sebebiyet verdiği neticelerin sınırlandırılması hâlen mümkün bulunan bir suçu yetkili makamlara bildirmeyen kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

“(3) Mağdurun onbeş yaşını bitirmemiş bir çocuk, bedensel veya ruhsal bakımdan özürlü olan ya da hamileliği nedeniyle kendisini savunamayacak durumda bulunan kimse olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza, yarı oranında artırılır.

“Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi

“MADDE 279. – (1) Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 

“Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi

“MADDE 280. – (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

“(2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır.”

Bu diğer kişiler arasında sosyal çalışmacılar da vardır. Alanda çalışan tüm sosyal meslek elemanları ve takımları (ara elemanlar) vardır.

Siz varsınız. Bir Hastanedeki Hasta Hakları Biriminde çalışan herkes vardır.

Sağlıklı, haklı ve onurlu bir meslek mücadelecisi olmak kadar güzel ne var bu dünyada?

Yahya Kemal Beyatlı’nın “Hiç var mı bu âlemde nekahet gibi tatlı?” sorusunun içlerini titreteceği sosyal çalışmacılar ve diğer alanda çalışanlar ve siz sayın Bayan Sinem Yıldırım, bana bu yazıyı yazdırdığınız için çok teşekkürler ediyorum. (Nekahet: Hastalıktan sonraki iyileşme dönemi. Hastalıktan sağlığa geçiş dönemi. Yorucu bir dönemdir.)

Dün yazılmış yazıyı bir telefonuyla varsıllaştıran değerli arkadaşım Nihat Tarımeri’ye çok teşekkürler ediyorum. Demek böyle görüş alışverişleriyle, paylaşmalarla neler yaratabiliriz biz? Güzel örnek, güzel insan, değerli dost, teşekkürler. Sadece aydınlık olduğun için değil, örnek de olduğun için… Varol!

(09 01 2012, Ankara)

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir