ULUSLARARASI GÖÇ, SIĞINMA ve İNSAN KAÇAKÇILIĞI/TİCARETİ SORUNLARI ve SOSYAL ÇALIŞMA
İlhan Tomanbay(*)
ÖNGİRİŞ
Göçmen ve sığınmacılarla sosyal çalışma ya da göçmen ve sığınmacılara verilen sosyal hizmetler diğer sorun gruplarıyla, diğer özel gereksinim gruplarıyla yapılan sosyal çalışma uygulaması gibi bir başka uygulama konusu, bir başka sosyal hizmet alanıdır. Sosyal çalışma için göçmen ve sığınmacılar “özel gereksinim grubudur.” Mesleğin ilgi alanıdır. Neden?
Toplumda yaşayan her birey, grup, aile, topluluk zaman zaman sosyal sağlığını yitirebilir. Bu onların zincirleme etkiyle önce ruhsal, sonra bedensel sağlıklarını da yitirmelerine yolaçabilir. Her insan zaman zaman bir başkasının yardımına, desteğine, gözetimine gereksinim duyabilir.
İki: Bu “sosyal rahatsızlık” durumu;
(a) yol kazası biçiminde geçici,
(b) yaşamın belirli bir evresinde mutlaka,
(c) belli özelliklerden ötürü ömürboyu olabilir.
İşsiz kalmak, açlık, parasızlık, hastalık, geçirilen bir kazadan sonra geçici ayakta duramama, çalışamama, bakıma muhtaç olma, hastaneye yatma, cezaevine düşme gibi durumlar (a) şıkkının örnekleridir. İş bulana, hastaneden çıkana, bakım sona erene değin sosyal destek gereksinimi kendisini gösterir, sorun ortadan kalkınca destek de ortandan kalkar.
Bebeklik, çocukluk, erginlik, ergenlik, yaşlılık dönemleri (b) şıkkını örnekler. Yaşamın belirli bir evresinde insan özel bir desteğe, yardıma gereksinim duyar. Bu dönemin yarattığı sıkıntılar meslek disiplini içinde gerçekleştirilen bir destekle kolayca atlatılabilir ve bu dönem geçince desteğe gerek kalmaz.
Doğuştan özürlü olan ya da yaşamın belirli bir anından sonra engelli olmuş bir insan, ömürboyu hapis cezası almış biri, bunların aile bireyleri gibi örnekler de yukarıdaki (c) şıkkındaki grubu oluşturur. Bu kategoride olanlara ömürboyu, ilk iki şıkka girenlere belirli sürelerde çeşitli destekler sağlamak gerekir.
Bu destekler,
- Ekonomik,
- Sosyal,
- Psikolojik olabilir.
İnsan toplumda yaşar. Kimin başına nerede, ne zaman, ne geleceği belli olamayacağı gibi, insanın yaşamın belli evrelerinde ya da doğumundan başlayarak belirli desteklere, yardımlara gereksinim duyacağı açıktır. Böylesi durumlarda yapılan yardımlar,
- Kişisel (Sokaktaki bir insan, aile bireyleri, akrabalar, mahalleli ya da insana yardım duygusu gelişkin biri gibi…) ya da
- Örgütlü yapılabilir.
Bunlardan hangisi olursa olsun, bu yardım ve destekler;
- Gönüllü (Gerek birey, gerek grup olarak para kazanma kaygısı olmadan çalışmayı istemiş, seçmiş ve programlamış kişiler…)
- Mesleki (Bir bilim dalına dayalı olarak geliştirilmiş mesleki bir disiplin, plan, program ile belirli düzen ve kurallar içinde…) sağlanabilir.
Bu yardımı ya da desteği sağlayan örgüt,
- Kamusal (kamu kurumları),
- Yerel (belediyeler ve il özel idareleri),
- Gönüllü (sivil toplum örgütleri),
- Özel girişim (kâr amaçlı şirketler) modelinde olabilir.
Yapılacak yardım ve destek yukarıdaki model ve boyutlarda birbiri içine girerek verilebilir, ancak, belli kurallar ve koşullar içinde düzenlenir. Örneğin gönüllülük bireysel de örgütlülük içinde de olabilir; sağaltım, esenlendirme (rehabilitasyon) ve bakım ise mesleki olmak zorundadır[1].
Bu anılan türdeki hizmetler sosyal hizmet alanında/alanlarında verilir. Bu tür hizmetlerin meslek olarak sorumlusu sosyal çalışmacılardır. Sosyal çalışma meslek olduğuna göre yukarıda değindiğimiz gibi belirli bir bilim dalına dayalı olarak geliştirilmiş mesleki bir disiplin, plan, program ile belirli düzen ve kurallar içinde yapılır.
Sosyal çalışma mesleğinin üç temel işlevi ve görevi bulunmaktadır:
- Sağaltım (tedavi),
- Esenlendirme (rehabilitasyon),
- Bakım.
Bu üç işlev yerine getirilirken belirli mesleki yöntemler kullanılır. (Bunların neler olduğu ayrı bir yazının konusudur.). Ancak, yukarıda düzenlediğimiz sağaltımın, esenlendirme ve bakımın da üç boyutlu olduğunu burada netleştirmeliyiz. Bunlar,
- Tıbbi sağaltım,
- Ruhsal sağaltım,
- Sosyal sağaltımdır.
Biraz yukarıda sosyal çalışma mesleğinin üç temel işlevini belirtirken şimdi anlaşılıyor ki sosyal sağaltım, sosyal rehabilitasyon ve sosyal bakımı belirtmek istiyorum. Çünkü tıbbi sağaltım, rehabilitasyon ve bakım tıbbi (medikal) sağlık elemanlarının, yani doktorların, hemşirelerin ve hastabakıcıların işidir. Ruhsal sağaltım, rehabilitasyon ve bakım ruh hekimlerinin, psikologların ve o alandaki yardımcı meslek elemanlarının işidir. Sosyal sağaltım, rehabilitasyon ve bakım da sosyal çalışmacıların ve diğer yardımcı meslek elemanlarının görevidir. Bu işleri örneğin meslek elemanı olmayan kişiler ya da gönüllüler yapamaz.
Öncelikle bilinmelidir ki, sosyal çalışma mesleğinin ailelerle, sokak çocuklarıyla ve yardıma gereksinimi olan diğer çocuklarla, gençlerle, yaşlılarla, engellilerle, hastalarla, tutuklu ve hükümlülerle, zora düşmüş kadınlarla, stres altında olanlarla, yaşamın herhangi bir aşamasında dara ve zora düşmüş olanlarla, bu arada, AIDS (Acquired Immuno Deficiency Syndrome), MS (Multiply Skleroz), ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz), SSPE (Subakit Sklorozan Panesefalit), arenolökodistrofi, talasemi (Akdeniz anemisi), erken yaşlanma (Progeria), EB (Epidermolysis Bullosa), çölyak, kan kanseri (lösemi) ve diğer insanın sosyal yaşamını derinden etkileyen diğer benzer hastalıklar ve kanser türlerine sahip olan hastalar ve aileleriyle, yakınlarıyla, onların toplumla ve sosyal çevreleriyle sağlıklı bağlarını tekrar geliştirmek amaçlı yapılan her türlü çalışma sosyal çalışmaların içine girer. Göçmen ve sığınmacılar da bu anlayış ve ortak özellikleriyle sosyal çalışmanın bir başka çalışma alanıdır.
GÖÇ, SIĞINMA İLE İNSAN TİCARETİ VE
KAÇAKÇILIĞI NEDEN
SOSYAL ÇALIŞMA MESLEĞİNİN KONULARIDIR?
Yukarıdaki anlatım şemasına göre verilen sosyal hizmetlerin ve bu hizmetleri verecek asli öge olan sosyal çalışmacının (ve yanında yapılan iş çeşidine göre diğer birçok sosyal meslek elemanının) çalışma alanlarından biri de göçmenlik ve sığınmacılıktır. Çalışma nesneleri (obje) göçmenler ve sığınmacılardır; insan kaçakçılığı ve insan ticareti mağdurlarıdır. Çünkü bu kişiler ya da gruplar (yukarıdaki şemalara göre bakarsak) yaşamlarının belirli dönemlerinde toplumsal yaşamlarını tekbaşlarına sürdürme konusunda sıkıntıya düşmüş ve herhangi bir biçimde yardım ve destek gerekseyen kişi ve gruplardır. Kişisel, örgütlü ya da örgütsüz gönüllü çalışmaları bu yazının konusu anlamında bir yana bırakırsak bu durumdaki insanlarla çalışacak meslek elemanının sosyal çalışmacı olması gerekir. Çünkü bunlar sosyal sağlık elemanlarıdırlar ve göçmen ve sığınmacılar da en hızlı boyutta sosyal sağlıklarını sağlayan ve sürdüren dengeleri yitirmiş insanlardır.
Göçmen ve sığınmacılar öz kültürlerini soludukları, kendilerini o güne değin vareden yaşam ortamlarından ayrılmak zorunda kalmış, yerine göre farklı dil, din, kültür, anlayış, davranış, bakış, duruş ortamlarının içine düşmüşlerdir. Göçmen olarak geleceği belirsiz bir toprak değiştirmeye kilitlenmiş, günlerce yollarda, gideceği yerde kendi ve ailesinin başına neler geleceğini, nasıl karşılanacağını bilemeyen bir insan, sığınmacı olarak gece gündüz dağları aşıp yabancı bir ülkeye girmiş, korku, heyecan, stres yaşamış, uykusuz kalmış, yatacak yer bulması zor, parası yok, yiyecek bulamayan, konut, banyo yapma, alışveriş olanakları bulunmayan, çevresinde hiçbir tanıdığı olmayan, belli koşullarda girdiği toprakların dilini bilmeyen, kültürünü bilmeyen, alışkanlıklarını, tavırlarını, bakışlarını, yaklaşımlarını bilmeyen, üstüne üstlük geleceğini göremeyen, heran kaçtığı ya da ayrıldığı ülkeye zorla gönderildiği taktirde ne yapacağını bilemeyen bir insan; yaşayacakları sağlık sorunlarında kendilerine yapılacak sağlık müdahaleleri güçleşmiş; çocuklarını ya da kendi eğitim öğretimlerinin yapısı değişmiş, zora girmiş; adalet arama hakları kısıtlanmış; çalışma ve sosyal güvenlik haklarından yoksun duruma düşmüş bir insan, aile ilişkileri bozulmuş, ya ailelerinden ayrı düşmüş ya da aile olarak bir yoksulluğun içine yuvarlanmış, yersiz, yurtsuz, işsiz, desteksiz, bakımsız ve dolayısıyla umutsuz bir insan sosyal çalışma mesleği için bir özel gereksinim grubudur. O ve – varsa – ailesi için tekrar olağan, huzurlu bir ortam yaratılması, o kişi ve – varsa – ailesinin toplumun eşit koşullarda bir bireyi olma konumuna getirilmesi dar anlamda sosyal çalışma mesleğinin, geniş anlamda çağdaş bir devletin tartışılmaz görevlerindendir.
Önceki paragrafta belirtilen koşullar altında bulunmak onların önce sinir sistemlerini, fizik çevre beden dengelerini, toplumsal çevreleriyle kişisel ilişkilerini, aile ve yakın çevre ilişkilerini olumsuz etkileyecek, hatta bozacaktır. Ekonomik yoksulluk ve sosyal yoksunluklarından ötürü sinirli, gergin olmaları doğaldır. Uyku düzenleri bozulacaktır. Anlaşılamamaktan, kendilerini anlatamamaktan yakınacaklardır.
Böylesi bir ortam sosyal sağlığın yitmesine hızla yolaçar. Bu sosyal dengesizlik ve uyumsuzluklar giderek onların ruhsal ve giderek bedensel sağlıklarını da olumsuz etkileyecek, sorun alanları hızla büyüyecektir. Önce kendilerinin, sonra çevrelerinin, giderek içinde yaşanılan topluluğun dengeleri bozulacak, rahatı, huzuru kaçacaktır. Bu durum giderek toplum içinde ve toplum için de sorun olarak belirecek; gündeme oturtacaktır.
Bu nedenle göçmenler ve sığınmacılar sosyal çalışma mesleğinin doğrudan konusudur. Sosyal çalışma sosyal boyutta sağlıklı birey, sağlıklı topluluk ve sağlıklı toplum ereğindedir.
Dünyada bir hizmet alanı olarak göçmen/lik ve sığınmacı/lık birarada kullanılan kavramlardır. Sosyal çalışmanın genel bir çalışma alanı olarak insan ticareti ile insan kaçakçılığı mağdurları da benzer bir çalışma gerektirir. Çünkü ortak özelliklere sahiptirler. Sorunları genellikle ortaktır ve – istisnaları dışında – uluslararası sorun niteliğindedir. Ancak bu sosyal hizmet alanını bir sosyal çalışmacı olarak daha kolay ve kapsamlı algılayabilmek ve mesleksel müdahale yapabilmek için öncelikle, konuyla ilgili;
- kavramları,
- ulusal ve uluslararası mevzuatı,
- Dünya örnekleriyle birlikte Türkiye’deki örgütlenmeleri ve işleyişi bilmek gerektir.
KONUYLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
Sosyal çalışmanın bu çalışma alanını tüm kapsamıyla iyi algılayıp iyi hizmet verebilmek için ilgili kavramları iyi kavramak öncelikle zorunludur. Bunlar, göç, göçmenlik, sığınma, sığınmacılık kavramlarıyla azınlık, etnik grup kavramları ve insan kaçakçılığı, insan ticareti kavramlarıdır. Ancak böyle bir bilgi birikimiyle konu ile ilgili algı ve hizmet temeli oluşturulabilir. Bu sağlanmadığı sürece sosyal çalışmacı olarak göçmen ve sığınmacılara verilecek hizmetler, yapılacak yardımlar gönüllü, kişisel, yani meslekdışı girişimleri aşamaz, mesleksel bir bütünlüğe oturamaz.
Göç (Hicret; muhaceret (Ar.), Migration; Migratory; Immigration; Emigration; exodus (İng.) Flucht, f; Abwanderung, f; Auswanderung, f; Zuwanderung, f; Migration, f; Immigration, f; Flucht, f (Alm.))
Temel kavram göçtür. Göç aynı zamanda genel bir kavramdır. Bir kişinin, ailenin ya da bir grubun fiziksel, ekonomik, kültürel, siyasal vb. çok çeşitli nedenlerle, kendi kararlarıyla ya da zorunlu olarak yaşadıkları, çalıştıkları yerleşimlerini değiştirerek bir başka yerleşim yeri edinmeleridir. Kapıdan kapıya, mahalleden mahalleye göç olmaz. Her iki yerleşim arasında anlamlı bir uzaklık ve yaşam ortamlarında anlamlı bir farklılık olmalıdır. Ülkenin bir bölgesinden bir başka bölgesine zorunlu yollanma ya da 1960’lı yıllarda Türkiye’den Almanya’ya istemli giderek yerleşme göçtür. Bu uzun taşınma, bunun için verilen karar, süreç ve yeni ortama uyma gerekliliği sıkıntılı bir süreçtir. İnsanın ve ailesinin sağlığını ve sosyal yaşamını mutlaka etkiler.
Bu yazının çerçevesi içinde bulunmayan, bu yüzden sadece adını anacağımız göçlerin farklı özelliklere sahip çeşitleri vardır. İçgöç, dışgöç, mevsimlik göç, zorunlu göç, beyin göçü, işçi göçleri, mübadele göçleri… Bunlar ayrı bir yazının konularıdır.
Tarihte tüm göçlerin temel nedenleri ortaktır. Göçün çıktığı topraklardaki itici nedenler ve göçülen yerlerin çekiciliği… MÖ 6. Yüzyıl ile 2. Yüzyıl arasında hızlanan ve daha sonra da devam eden Türk göçleri Türklerin Uzak Asya’dan Batı’ya doğru sürekli yer değiştirmelerini sağlamıştır. Bunu izleyen 4. Yüzyıl’dan 6. Yüzyıl’a değin süren kavimler göçü, 15. ve 16. yüzyıllarda coğrafi keşifler nedeniyle Avrupa’dan Amerika kıtasına süren göçler ve arkasından farklı devletler arasında yaşanan mübadele göçleri tarihte kayıtlı önemli göçlerdir.
Ancak Müslümanlık tarihinde Hz. Muhammet’in Mekke’den Medine’ye hicreti tarihsel bir olaydır. Göçün Arapça karşılığı hicrettir. Deve yürüyüşü ile 13 günlük yolda hicreti 8 gün sürmüştür (http://www.medine.org/efendimiz6.htm). Çin Devlet Başkanı olan Mao’nun 1934 yılında başlattığı büyük yürüyüş olarak adlandırılan göçü kimi kaynaklara göre 9650 Km., kimi kaynaklara göre 13.000 Km.’dir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87in_Devrimi). 368 gün, bir yıl sürdüğü söylenir (http://www.sinbad.nu/uzunyuru.htm). Tarihteki bu iki büyük hicret de düşmanlardan (Hz. Muhammet müşriklerden; Máo Zédōng; (Mao Zedong Chiang Chieh-Shih (Çan Kay Çek) birliklerinden) kaçma amacıyla yapılmıştır.)
Göç en kapsayıcı tanımıyla kalıcı olma duygusu ve kararıyla yer değiştirme, yaşam alanını değiştirme demektir. İnsanın ömürboyu yaşadığı toprak, yaşam ve iş çevresinden kesin bir kararla eşyalarını toplayarak ya da eşyalarını alamadan geri dönmemek üzere ayrılmasıdır. Fiili göçmektir. Düşünsel bir benzetmeyle göçmenin iki anlamı vardır. Bir yerden bir yere göçmek, bulunduğu yerde hareket edemez hale gelmek, güçsüzleşerek bulunduğu yere oturmak ya da kalakalmak. Uzun ya da ani bir kararla bir yerden uzun mesafeli bir başka yere kalıcı ve yeni bir yaşam kurma amacıyla göçen bir insan bu meşakkatli, sıkıntılı süreçte ikinci anlamda da belli oranda göçer. Göçtüğü anda göçmese de göçün tamamlandığı, bir yere yerleştiği zaman çevreye uyum sıkıntılarıyla ruhsal bakımdan zaman içinde göçer. Göç uluslararası olursa başka, ülkeiçi olursa başka, gönüllü olursa başka, zor kullanarak olursa başka, zorunlu (resmi bir otoritenin kararıyla) olursa başka sıkıntılara yolaçar. Ama mutlaka açar; çünkü, kişinin yaşam düzeni, alışkanlıkları, fiziksel, maddesel ve insan çevresi değişmiştir. Yaşam düzeni ve alışkanlıklarının değişmesi belli kişi ve kişilikler için ya olanaksızdır ya çok zordur, ya destek sağlanarak yapılabilir.
Belgeli ve belgesiz göçmen, düzenli ve düzensiz göçmen gibi ayrımlar da yapılmaktadır.
Göçmen (Muhâcir (Ar.), migrant, immigrant, emigrant, settler (İng.), Auswanderer, m, Zuwanderer, m; Migrant, m; Migrantin, f; Emigrant, m; Immigrant, f; Siedler, m; Ansiedler, m (Alm.).
Bir yerleşimden, sürekli kalma, yaşama, çalışma amacıyla genellikle farklı coğrafik ve kültürel özellikleri olan bir başka yerleşime kalıcı olmak amacıyla gidenlere ve bu amaçla gelmemiş olsalar da yeni yerleşimde anlamlı uzunlukta kalanlara verilen ad. Çoğulu göçmenlerdir (muhâcirûn).
Sığınma (İltica (Ar.), refuge; asylum defection; taking refuge; seeking refuge (İng.), Asyl, n; Emigration, f (Alm.))
Bir insanın asıl olarak siyasal ve kimi toplumsal nedenlerle baskı gördüğü ve öldürülme tehdidi ya da riski altında olduğu ülkesinden gizlice çıkarak can güvenliği ve yaşam güvencesi isteme amacıyla başka bir ülkeye kaçması demektir.
Sığınmacı (mülteci; İlticacı (Ar.), Refugee, Exil, Asylum seeker (İng.), Asylant, m; Asylantin, f (Alm.))
Temel olarak siyasal ve sınırlı toplumsal nedenlerle baskı gördüğü ve öldürülme tehdidi ya da riski altında olduğu ülkesinden gizlice çıkarak can güvenliği ve yaşam güvencesini sağlayacağını düşünerek bir yabancı ülkeye kaçma yoluyla giden kişidir.
Sığınmacılık
Sığınmacı olma eylemi, süreci ve durumudur.
Azınlık (Akalliyet (Ar.), Ekalliyet (Osm.), minority (İng.); Minderheit, f; Minorität, f (Alm.))
Genel anlamı: Bir toplam sayı (nüfus) içinde sayıca en fazla % 50’nin altında olma durumu. Özel anlamı: Genel nüfus içinde sayıca olabildiğince az sayıda olan, anlamlı bir yüzdenin altında ve o ülkede bir devlet otoritesinin koruması altında, hukukun kendilerine sağladığı özel konum içinde genel nüfustan farklı özellikler ve koşullar altında yaşama durumunda olan insan gruplarıdır.
Azınlığın konumuzu ilgilendiren anlamı hukuksaldır. Hukuk tanımıdır. Hukuksal değer taşır. Dolayısıyla hukukta azınlık hakları, azınlık grubu, azınlık payları gibi kavramlar yeralır. Türkiye’de Osmanlı döneminde Müslüman olmayan topluluklar olarak Sırplar, Bulgarlar, Yunanlar, Yahudiler ve Ermeniler azınlık olarak kabul ediliyordu. Lozan Antlaşması uyarınca azınlıkların sayıları azaltılmış ve sadece Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler azınlık statüsünde bırakılmışlardır. Bunlar Müslüman olmayan etnik gruplardır. Ancak Müslüman olmayan Süryaniler azınlık sayılmamıştır. Müslüman gruplardan hiçbiri azınlık kapsamı içine alınmamıştır. Azınlıklara pozitif haklar verilmiştir.
Azınlıkların genel nüfus içindeki farklılıkları genelden daha kötü durumda bulunmaları ya da genel nüfustan daha iyi durumda olmalarıyla kendisini gösterir. Sığınma ve göç kavramları üzerinde uluslararası hukukun üzerinde anlaştığı tanım/lar bulunmaktaysa da uluslararası hiçbir belgede azınlık kavramı için ortak bir tanım bulunmamaktadır. Uluslararası belgelerde azınlık hakları bireysel hak olarak görülür ve daha çok kültürel boyuttadır.
Etnik grup (Budun (Tr.), kavmî cemaat (Ar.), ethnic group, ethnics (İng.), ethnische Gruppe, f (Alm.)
Bir toplum içinde kendilerini büyük gruptan dilleri, dinleri, soyları, tarihleri gibi konularda farklı duyumsayan, faklı aidiyet duygusu taşıyan ya da büyük kesim tarafından bu özelliklere göre farklı görülen, kendi içlerinde büyük gruba göre farklı antropolojik özelliklere sahip olan coğrafi ve toplumsal gruplardır. Ancak bunlar aynı zamanda “Toplum içinde bulunan, o toplumu oluşturan ulusal kimliği benimseyen” insanlar olarak özel bir farklı değer taşırlar (Tomanbay, 1999b). Bunların özelliği kendilerini ayrı görmek, özelliklerine değer vermek ve koruma çabası ve farklı olduklarının kabulü, değerlerinin bilinmesi duygularına sahip olunmasıdır. Bu durum onların genel toplumla uyumlarını ya da uyumsuzluklarını körükler. Bu duyguların gelişmesi de ekonomik, toplumsal ve siyasal etkenlere bağlıdır. Kendilerinin reddi etnik ayrımcılık sorununu doğurmaya başlar. Kabulü toplumsal uyuma yardımcı olur. Toplumsal uyum içinde olan etnik gruplar toplumsal sorun oluşturmazlar. Dolayısıyla etnik grupların benimsenmeleri, içselleştirilmeleri toplumsal uyum ve huzur için gerekli koşullardan biridir. Bunun için de farklılıkların ve aykırılıkların değil ortaklıkların öne çıkarılmasından geçer.
İnsan ticareti (human trafficking) (İng.); Menschenhandel, der (Alm.); insan kaçakçılığı (human smuggling (İng.); Menschenschmuggel, der (Alm.). kaçak işçilik (illegal labor (İng.); illegale Arbeit (Alm.)
İnsan ticareti herhangi bir yasadışı amaç ve maddi bir kazanç için (zorla çalıştırma, fuhuş, uyuşturucu taşıma, satma, organ ticareti gibi konularda…) kullanmak üzere insanların illegal biçimde alınıp satılmasına denmektedir. Modern kölelik olarak da adlandırılan insan ticareti dünyada en hızlı büyüyen suç sektörlerinden biridir (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0n san_ticareti). Karanlık ya da gizli işlerde yasadışı çalıştırmak için yapılır.
İnsan (göçmen) kaçakçılığı, daha çok ekonomik ve daha iyi bir gelecek gibi nedenlerle sınırötesi bir ülkeye gitmek isteyip de o ülkeye yasal yoldan girebilme umudu olmayanları ücret karşılığı, yasadışı yollardan istediği ülkeye gönderme eylemidir. Suçtur.
Kaçak işçilik: Yabancı kaçak işçilik, Türkiye’ye resmi veya gayrıresmi yollardan giriş yapıp, burada süreli veya süresiz kalan yabancıların çalışmalarını ve/veya ikametlerini ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına bildirmeden sürdürmesidir (Karadeniz, 1999, 20).
SAYILARLA SIĞINMACILAR
Dünya’da nüfus ve nüfussal hareketlilik hızla artıyor ve dünyada savaşlar, zulümler, kaçmalar kaçınmalar bitmiyor. Ülke içlerinde de ülkeler arasında da isteğe bağlı (bir yönüyle göçler) ve istekdışı (sığınmalar ve bir başka yönüyle göç, insan kaçakçılığı) yer değiştirme hareketleri büyük oranlarla devam ediyor.
Dünyanın nüfusu şu anda (07 09 2012, saat 12:38 itibariyle) 7.352.356.543 kişidir. (http://www.neleryokki.org/biliyormusunuz/dunyanufusu/dunyanu fusu.htm). BM Raporuna göre dünyada göçmen sayısı 1975 yılından buyana bir kat arttı. Bugün ülkeleri dışında yaşayanların sayısı 175 Milyon. BM bu rakamın hızla artacağını söylüyor (http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/ 184814.asp). Buna kendi ülkeleri içinde göçeden ya da göçetmek zorunda olanları, başka ülkelerde sığınma arayanları, 42,5 Milyon insanı ekleyelim (Bunların 15,2 Milyonu BMMYK kayıtlarına göre sığınma arayanlar ve sığınmacılar. 26,4 Milyon yerinden edilmiş kişiler (2011 sonu.). Bu arada aynı tarihlerde 42,5 kişiden 25,9 Milyon insan BMMYK korunması altında bulunuyor. 12 Milyon kişi devletsiz (Doğru kavram: stateless. Türkçe vatansız deniyor ki doğru değildir. Onların vatanım, yurdum dedikleri yerler olabilir. Ancak resmi devlet statüleri yoktur.) statüde yaşıyor (http://www.unhcr.org/4fd6f87f9.html). Ortalama 225 milyon nefes alıp veren insan 225 milyon sorun demektir. Göç alan ve veren ülkeler için ekonomik sorundur, toplumsal sorundur, göçenler ve aileleri, çevreleri için sosyal sorundur, bireyler için psikolojik, gruplar için sosyopsikolojik sorundur. Hiçdeğilse geçici olarak göçmenler ve sığınmacılar bu sorunları yaşarlar. Bu sorunlar yaşananların yapısında bulunur; kaçınılamaz.
Dünya’da, kıta ve bölge olarak Asya’da, Afrika’da, Avrupa’da, Avrupa’da, Kuzey Amerika’da, Güney Amerika’da ve Karayipler’de, Okyanusya’da bu hareketlilikler durmuyor. Buna giderek hızlanan Ortadoğu’daki siyasal sorunlara bağlı göç ve sığınma hareketleri eklendi. BMMYK sözcüsünün yaptığı açıklamaya göre (Akşam Gazetesi, 4 Eylül 2012) bugün sadece Türkiye’de 100.000’e yakın Suriyeli koruma ve sığınma arıyor. Bunlar Ürdün (77.000), Lübnan (59.000), Irak (18.700) gibi diğer sınır ülkelerinde de var. Dünya Gıda Programı sözcüsü de kurumun bu ay 1,5 Milyon kişiye yönelik gıda operasyonunu büyüteceklerini açıklıyor.
Rakamlara boğmadan, son 20 yıl içinde Lübnan’da, Filistin’de, Eritre’de, Burundi’de, Ruanda’da, Liberya’da, Çat’ta, Sudan’da, Angola’da, Somali’de, Kongo’da, Libya’da, Pakistan’da, Makedonya’da, Bosna Hersek’te, Afganistan’da, Kolombiya’da, Çin’de, Vietnam’da, Kore’de, Çeçenistan’da, Türkiye’de (1980 askeri darbe dönemi), Çeçenistan’da, Irak’ta, Suriye’de yüzbinlerce sivil ya yerinden edilmiş ya sığınma arar duruma gelmiştir. Ya ülkelerinde ya yurtdışına yönelik olarak yerlerinden edilmişlerdir; edilmektedirler. Huzursuzluk çoğu yerde artarak ve içerden alevlenerek, dışardan kanıksanarak sürmektedir.
Sadece göç ve sığınma alanında sorun yok. Bunların dışında, sayıları net olarak bilinemeyen, her yıl sınırlar arasında kadın ve kız çocuğunun ticareti yapılmaktadır. Kendi ülkesi içinde (örneğin, Tayvan) yapılan kadın ve kız ve genç erkek ticaretinin rakamlarını bulmak olanaksızdır ve seks turizmi adıyla milyon dolarların döndüğü bu sektör de insan ticareti kapsamındadır. Çalıştırmak ve çalışmak umuduyla ve çalıştırmak sözüyle kaçakçılığı yapılan insanların kesin sayısını bulmak olanaksızdır. Çok kaba oransallamayla, “Tüm dünyada kadın cinayetlerinin yaklaşık %70’i, genellikle suiistimale dayalı bir ilişki bağlamında, eşler tarafından işlenmektedir. Her yıl sınırlar arasında iki milyon kadın ve kız çocuğunun ticareti yapılmaktadır. 90 milyondan fazla Afrikalı kadın ve kız çocuğu kadın sünnetinin mağdurudur. Çeşitli ülkelerde -çoğu Asyalı- en az 60 milyon kız çocuğu, cinsiyet konusunda yapılan tercih sonrasında kürtaj, bebek katli ya da ihmal sonucu kayıp durumdadır (www.improvedfuture.se/tur/Artic4.pdf). Bunlar her gün ve her gece yataklara ve bağırlara düşen yangınlardır; sosyal sorun yangınlarıdır.
SIĞINMA VE GÖÇ KONUSUNUN SOSYAL ÇALIŞMA MESLEĞİNDEKİ YERİ
Öncelikle söylenmesi gereken herhalde şudur: Nasıl ki sosyal çalışma mesleği korunmaya muhtaç, başka deyişle korunma gereksiniminde bulunan kişilere yardım ve destek mesleğidir; sığınmacılar da konumları gereği uluslararası korunma gereksiniminde bulunan kişilerdir. Göçmenler de durumuna göre konumları gereği ulusal ve uluslararası korunma desteklenme durumunda olan kişilerdir. Bu boyutuyla doğrudan sosyal çalışmanın ilgi alanına girerler. Bu korunma ve desteklenme gereksinimi ortadan kalkana değin…
İkinci olarak belirtilmesi gereken; sosyal çalışmanın her türlü koruma ve destekleme, bu kapsamda sağaltım, rehabilitasyon ve bakım hizmetlerini belirli insani değerlere ve ölçütlere, bilimsel ve mesleksel kurallara, ilkelere ve bilgilere göre yapması gerektiği gibi göçmen ve sığınmacı sorunlarının çözümünde de aynı yukarıda söylediğim gibi, mesleksel işlevlerini insani değerlere ve ölçütlere, bilimsel ve mesleksel kurallara, ilkelere ve bilgilere göre yerine getirecektir. Bunun için de önce bilim dallarından sağlanan ve mesleğin oluşumunda kullanılan bilgiler bakımından yetkin olmak zorundadır. Bu bilgi yelpazesinin önemli iki temel boyutunu göç ve sığınma tarihi, örgütlenmeleri ve hukuku oluşturur.
SIĞINMACILIK ALANINDA SOSYAL ÇALIŞMACININ ROLÜ
Türkiye’de sığınmacılık alanında bir etkinlik olduğu zaman çoğunlukla işleri güdüleyen ve itekleyen Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK), Uluslararası Göç Örgütü (IOM) gibi uluslararası kuruluşların ile Türkiye’den ilgili STÖ’lerin yanısıra başta İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı olmak üzere Sahil Güvenlik Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, üniversiteler gibi birçok kamu kurumunun yeraldığını görmekteyiz. Herbiri ayrı ayrı önemli olan bu kadar kamu kurumunun yanında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da olmalıdır. Sürekli ve kaçınılmaz olarak… Çünkü çalışılan, tartışılan ve eylem modelleri üretilen özne insandır. Erkektir, kadındır, gençtir, çocuktur, bebektir. Babadır, anadır, büyükbabadır, dededir, büyükannedir, anneannedir, teyzedir, dayıdır, haladır, amcadır, kuzendir, Ve bunlar derin sorunlar içindedirler. Ve bunların örgütlü, düzenli ekonomik ve sosyal yardımlara psikolojik desteklere gereksinimleri vardır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı herbiri ayrı genel müdürlük olarak örgütlenmiş sosyal yardımlar, aile ve toplum hizmetleri, çocuk hizmetleri, özürlü ve yaşlı hizmetleri, kadının statüsü ve sorunları ile ilgili sorumluluklarıyla sığınmacı sorunsalının tam ortasındadır. Hatta sığınmacı sorunsalının insan boyutu devreye hem de tam gövdeden devrede olmadıkça yapılacak en başarılı çalışmalar bile soğuk bir devlet hizmeti, ceberrut devlet hizmet olarak algılanacaktır. Sığınmacıya izin verdi, eleştiri alır, ülkesine geri yolladı, gene eleştiri alır. İnsan boyutu olmayan tartışmalar sert ve kısır kalma riski taşır.
Göç ve sığınma alanında sosyal çalışmacılar önemli çalışmalar yaparlar. Türkiye gibi bir ülkede bu alanda sosyal çalışmacının rolü ve işlevi göç alan ülkelere bakıma bir kat daha fazla olmak gerektir. Çünkü gelişmiş ülkeler sadece giren göçlerle ilgili iken ve mesleki çalışmaları bu boyutta sürdürürken Türkiye hem göç alan ve hem de göç veren bir ülkedir (Tomanbay, 2004, 4). Bunun yanısıra hem sığınma alan hem sığınma veren bir ülkedir. Bunun her iki boyutu da (göç ve sığınma) ve bunun heriki boyutu da (almak ve vermek) sosyal çalışma mesleğini hem ilgilendirir, hem sorumluluklarını arttırır ve karmaşıklaştırır.
Sosyal çalışma mesleği kendisini işlerli kılan yöntemlerini sığınmacıların sorunlarının çözümünde de kullanır. “Sosyal hizmet [sosyal çalışma, yazarın notu] birey/grup/aile ve toplumla çalışma, toplum kalkınması, sosyal yönetim ve toplum aksiyonunu [toplumsal aksiyon, toplumsal eylem, yazarın notu] planlama gibi bileşenlere sahiptir. Bunlar mültecilere yönelik müdahalelerin düzeyini belirlemede önemli bileşenlerdir.” (Buz, 2004, 127).
TARİHÇE VE KONUYLA İLGİLİ ULUSAL VE ULUSLARARASI ÖRGÜTLENMELER
Bu yazının çerçevesi tarihçe temelinde bu sığınma ve göç örneklerini verebilmek için yeterli olmayacaktır. Bu nedenle temel bir saptamayla konuyu özetleyelim. Sığınmacı olgusu insanlık tarihi kadar eskidir. Kendi toprağında, kendi ülkesinde, kendi yönetim otoritesi altında can güvenliği içinde olamayan insanların tanımadıkları, dilini kültürünü bilmedikleri ülkelere kaçmaları hatta belki de insan hakları, insan değeri ve demokrasi olgularının gelişmediği dönemlerde gündelik olaylardandı ve belli bir tüzel düzenlemeyi bile gerektirmiyordu. Özellikle birinci dünya savaşından sonra zorunlu göç ve sığınma konuları sanayi devriminden sonra örgütsel, toplumsal ve siyasal olarak yeniden yapılanma çabalarına giren Avrupa ve yeniden paylaşım konusu olan Avrupa dışı ülkeler için ciddi bir önem kazandı. Uluslararası kaynak oluşturma, aktarma ve kullanma girişimleri dünya tarihinde bu alanda ilkkez yaygınlaştı.
Sığınmacılık sorunsalı dünya örgütlenmelerinin ilgisini 1. Dünya Savaşından sonra çekmeye başlamıştır. Bu savaş nedeniyle ülkelerinden ya da başka ülkelerden kimlik kaydı elde edilemeyen, dolayısıyla yurttaşlık hakkı bulunmayan kişilere sığınma ile ilgili makamlar tarafından verilen bir belgeye Nansen Pasaportu adı verildi. Bu belge meşhur Norveçli kaşif ve diplomat Fridtjof Nansen (1861-1930) tarafından geliştirilmiş ve 1922 yılında BM tarafından kabul edilerek işleme sokulmuştur. Bulucusundan ötürü adına Nansen Pasaportu denir. Milletler Cemiyeti Pasaportu (Birleşmiş Milletler Pasaportu) olarak da bilinir. Bu pasaport yurtsuzların 52 ülkeye yolculuk yapabilmelerini sağlamıştır[2]. En önemli etkinliklerinden biri 1. Dünya Savaşında savaş tutsaklarının yurtlarına dönmelerini sağlayan çalışmalarıdır. Nansen ömrünün son on yılını o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti bünyesinde sığınmacılar için yaptığı çalışmalara adadı. Dünyada ilk olarak BM Sığınmacılar Yüksek Komiseri olarak atandı.
Böylelikle konu ile ilgili ilk örgütlenmeler[3]:
27 06 1921. Tarihte sığınmacılar için açılan ilk uluslararası büro, Milletler Cemiyetinin (Uluslar Ligi – League of Nations) bünyesinde İsveçli kaşif Dr. Fridtjof Nansen tarafından kurulup yönetilen Sığınmacılar Bürosu kuruldu. (Rus sığınmacıların sorunlarının çözülmesi ile ilgili olarak…)
1924. Bu sığınmacılar Bürosunun görev statüsü kapsamına Ermeni sığınmacılar da alındı.
1929. Bu sığınmacılar Bürosunun görev statüsü kapsamına “diğer sığınmacı kategorileri” de alınmıştır. Bunlar Asurlular, Suriyeliler, Kürtler ve Türkler’dir.
01 04 1931. Nansen’in ölümünden sonra Cenevre’de Milletler Cemiyeti bünyesinde kurulan sığınmacılar bürosu Uluslararası Nansen Sığınmacılar Bürosu (Nansen International Office for Refugees) adıyla çalışmalarını sürdürmeye başladı.
04 07 1936. Milletler Cemiyeti tarafından Almanya’dan kaçan sığınmacılar için Londra’da “Almanya’dan Gelen Sığınmacılar Yüksek Komiserliği” (High Commission for Refugees Coming From Germany) kuruldu.
06-15 07 1938. ABD’nin girişimiyle Evian Konferansı toplanmış ve bu toplantıda alınan kararla Devletlerarası (Hükûmetlerarası) Sığınmacılar Komitesi kuruldu.
1938. Nansen Sığınmacılar Bürosu Nobel Barış Ödülünü kazandı.
1938. ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt‘in öncülüğüyle, Nazi Almanyası‘ndan gelen sığınmacıların yerleştirilmesine ilişkin uluslararası girişimleri düzenlemek amacıyla Hükümetlerarası Mülteci Komisyonu (IGCR/ICR) kuruldu.
1939. Milletler Cemiyeti Yüksek Komiseri olarak da görev yapan Sir Herbert Emerson’un yönettiği Hükumetlerarası Mülteci Komisyonun etkinlik alanı 1943’te tüm Avrupalı mültecileri kapsayacak biçimde genişletildi.
1946. Birleşmiş Milletler Uluslararası Mülteci Örgütü (International Refugee Organization – IRO) kuruldu, (Üç yıl için kuruldu, görevini tamamlamasıyla ortalama beş yıl sonra, Ocak 1952’de kapatıldı. Avrupa ve Asya’daki sığınanları destekledi. Daha önce IGCR/ICR’nin yerine getirdiği, mültecilerin yasal haklarının korunması ve yeniden yerleştirilmesi görevlerini de üstlendi.)
01 07 1947. IRO, 1943-47 arasında etkinlikte bulunan Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi’nin (UNRRA) işlevlerini üstlendi; böylece IGCR’nin de etkinliğine son verildi. 1951’e dek çalışmalarını sürdürdü. Kurulmasıyla görevini BMMYK’ne devretti.
14 12 1950. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği kuruldu (BMMYK) (United Nations Hoch Commiseriat for Refugees – UNHCR). (1 Ocak 1951 günü göreve başlamak üzere, üç yıl için… IRO’nun görevlerini üstlendi.)
28 07 1951. Sığınmacıların (Mültecilerin) Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme (Cenevre Sözleşmesi) kabul edildi. (Örgütlenme olmamasına karşın evrensel ve kalıcı bir düzenleme olduğu için ayral olarak yazıldı.)
26 11-05 12 1951. Uluslararası Göç Konferansı Brüksel’de toplandı. Temsil edilen ülkeler: Arjantin, Avutralya, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brazilya, Kanada, Şili, Kolombiya, Danimarka, Fransa, Almanya, Yunanistan, Guatemala, İsrail, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Paraguay, Peru, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere, ABD, Venezuela. Bu konferansta PICMME kuruldu.
05 12 1951. Hükumetlerarası Avrupa Göç Örgütü (Intergovernmental Committee for the Movement of Migrants from Europa – PICMME) kuruldu. 16 devlet kurucu üye oldu: Avustralya, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Kanada, Şili, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, İsviçre, Türkiye, ABD. (Daha sonra ICEM oldu.)
1951. Uluslararası Göç Örgütü (International Organisation for Migration – IOM) Cenevre’de kuruldu[4].
1952. Hükumetlerarası Avrupa Göç Örgütü (Intergovernmental Committee for European Migration (ICEM) kuruldu. (Daha sonra ICM oldu.)
21 07 1960. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye’de ilkkez temsilcilik açtı[5]. (Ankara).
31 01 1967. Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Protokol (New York Protokolü) kabul edildi. (Örgütlenme olmamasına karşın evrensel ve kalıcı bir düzenleme olduğu için ayral olarak yazıldı.)
1980. Hükumetlerarası Avrupa Göç Örgütü (Intergovernmental Committee for Migration (ICM) kuruldu. (Daha sonra IOM oldu.)
1991. Uluslararası Göç Örgütü (International Organisation for Migration – IOM) Türkiye ofisi Ankara’da açıldı.
05 10 1992. Türkiye’de ilk kez bir Sosyal Hizmet Bölümünde Göçmen ve Sığınmacı Sorunları ve Sosyal Hizmet adlı seçmeli ders açıldı: Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu. (Bu seminer kesintisiz sürüyor.)
1994. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye’de ilkkez büro açtı (Bayrampaşa, Istanbul).
1994. Uluslararası Göç Örgütü (International Organisation for Migration – IOM) Istanbul bürosu açıldı.
16 11 1995. Türkiye Cumhuriyeti ile Uluslararası Göç Örgütü arasında UGÖ’nün Türkiye’de çalışabileceğine dair antlaşma imzalandı.
22 12 1995. Konu ile ilgili olarak Türkiye’de ilkkez bir STÖ kuruldu: Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (Ankara).
1996. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği sığınmacılar için Türkiye’de ilkkez başvuru bürosu/danışma bürosu açtı. (Van).
20 06 2001. Dünya Mülteciler Günü olarak kabul edildi. Her yıl konu gündeme getirilip anılıyor.
11 2004. Türkiye Uluslararası Göç Örgütüne üye ülke oldu.
10 07 2006. Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Kayseri başta olmak üzere Ankara dışında bürolarını açmaya başladı.
31 01 2008. İzmir’de Mültecilerle Dayanışma Derneği kuruldu.
01 04 2010. Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Istanbul bürosu açıldı.
Ve, çeşitli tarihlerde Türkiye’de çeşitli üniversitelerde göç ve sığınmacılık konularında eğitim, araştırma, uygulama merkezleri kurulmaya başlandı. Ayrıca, kimi sivil toplum örgütleri sığınmacılık ve göç konularıyla ilgilenmeye başladılar[6].
Yukarıdaki kronolojiden Türkiye’deki örgütlenmeler de düzenlemeler de görülüyor. Bunlara konu ile doğrudan ilgili olarak kurulmamış ve ama sonradan konuyla ilgilenmeye karar vermiş sivil toplum örgütlerini de ekleyiniz. Helsinki Yurttaşlar Derneği gibi… Dünya’da sığınmacılık konusuyla örgütlenmeler BM düzeyinde BMMYK ile temelde oturmuş görülüyor. Türkiye’de konu toplumbilimsel ve siyasal olarak ve hukuk düzleminde de yansıyarak gelişme gösterdikçe örgütlenmelerin de gelişeceği ve proje temelinden kalıcı örgütlenmelere doğru gelişme göstereceği açık görünmektedir. Burada önemli olan sığınmacılık olgusunun siyasal ve ekonomik eşitsizliklerin artmasıyla bireysel bir durum olmaktan çıkıp toplumsal bir olgu durumuna gelmesi sürecidir. Bu süreç hızlandıkça ve geliştikçe sığınmacılık devlet ve toplum örgütlenmelerinin yanısıra sosyal çalışma mesleği için de ağırlıklı bir konu olma potansiyelini arttıracaktır. [7]
KONUYLA İLGİLİ ULUSAL VE ULUSLARARASI MEVZUAT
İnsanın özgürlüğünün elinden alınması, tutuklanması boyutlarıyla 1214 Büyük Özgürlükler Sözleşmesinde (Magna Charta Libertatum) yeralan ilkeler sığınmacılar için de uygulanmalıydı.
10 Aralık 1948 tarihli BM Genel Kurulunda ilan edilen ve 27 Mayıs 1949 tarihinde T.C. tarafından onaylanan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 3., 6.,ve diğer birçok maddeleri dolaylı, 13. ve 14. maddeleri doğrudan sığınmacı haklarını düzenlemektedir[8].
Bir önceki bölümde okuduğunuz konuyla ilgili ilk örgütlenmelerin kuruluş kararnameleri, kuruluşlarıyla ilgili azılı düzenlemeler tarihteki ilk yazılı tüzel düzenlemelerdir aynı zamanda. Yukarında adı geçen örgütlenmelerin gerçekleşmesi için ulusal, uluslararası ve BM boyutunda alınan yazılı kararlar, çıkarılan mevzuat bir yana bu alanda ve konuda açılan ilk önemli uluslararası mevzuat 1951 Cenevre Sözleşmesi kısa adıyla anılan Sığınmacıların Hukuksal Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesidir (28 Temmuz 1951, Cenevre). Türkiye Protokolü 24 08 1951 günü imzalamış. 29 08 1961 günü TBMM’de onaylamıştır. Bunu gene Sığınmacıların Hukuksal Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü (31 Ocak 1967, New York) izler. Kısa adıyla 1967 Protokolü ya da New York Protokolü…
Bu yazının sınırlarını aşmamak için kısaca söylemek gerekirse 1951 Cenevre Sözleşmesi kendisinden önce imzalanmış toplam dokuz tüzel düzenleme, sözleşme ve antlaşmayı ortadan kaldırmış, onların yerini almıştır[9]. Bu nedenle temel bir öneme sahiptir. 1967 New York Protokolü 1951 Sözleşmesinin tamamlayıcısıdır, geliştirilmiş ekidir.
Cenevre Sözleşmesi özetle, özellikle 2. Dünya Savaşından sonra Avrupa’da savaş sırasında ve nedeniyle görülen yerinden edilme, yerinden olma ve geri dönme konularının hukuksal düzenlemelerini sağlar. Ancak sözleşmede 1951 yılından önce ve Avrupa’da meydana gelen olaylar” olarak sınırlandırılmıştır. Ve bu düzenleme ve eylemlere ilgili tüm ülkelerin maddi manevi katılımını erekler. Bu nedenle de ilk kapsamlı ve evrensel sığınmacı tanımını bu sözleşmede görürüz.
1967 New York Protokolü, 1951 öncesi sınırlamasını kaldırarak 1951 sonrasında ortaya çıkan olaylar sonucunda da sığınmacılara koruma sağlanmasını kabul etmiştir.
Türkiye 1967 Protokolünü 1968 yılında onaylamış ve 1951 sözleşmesindeki sınırlar içinde kabul ettiğini deklare etmiştir. Yani Avrupa’da meydana gelen olaylarla sınırlı kabul etmiştir. Yani 1951 sözleşmesine uygun mülteci statüsünü sadece Avrupa’dan gelen mültecilere uygulamaktadır. Bu kapsam dışından gelen sığınma arayanlara geçici sığınma statüsü vermektedir. Türk kökenli ülkelerden gelen sığınmacıları da göçmen statüsünde kabul etmektedir.
Türkiye’de 1951 ve 1967 sözleşmelerinin TBMM’nde kabullerini belgeleyen yasalar desteğinde yukarıda andığım iki uluslararası sözleşme bugüne değin Türkiye’nin sığınma sorunsalını karşılayan biricik mevzuat olarak kalmışlardır. Ancak, 1951 sözleşmesinde Türkiye’nin üzerlendiği yükümlülükler daha sonra ardarda çıkarılan 2510 sayılı İskan Kanunu (1934), 5682 sayılı Pasaport Kanunu (1950), 5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun (1950), 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu (1964), 1111 sayılı Askerlik Kanunu (1927) düzenlemeleriyle yerine getirilmiştir[10].
1994 yılında 1951 Cenevre Sözleşmesinin kabulünü sağlayan yasaya dayalı olarak bir yönetmelik çıkarılmıştır. Kısaca 1994 Yönetmeliği olarak anılan yönetmeliğin tam adı şudur: “Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” (1994)[11]
Bu yönetmelik Türkiye’de sığınmacılar için yapılan uygulamaları daha bir netleştirmiş, başvuru makamlarının kimler olacağını ve mültecilik sürecini hukuksal bir çerçeveye oturtmuştur. Yönetmelik Türkiye’ye giriş yapan “münferit yabancılara”, “toplu sığınma ya da nüfus hareketlerine karşı”, “sınırlarımızdan içeri giriş yapan toplu sığınma hareketi ya da göç hareketi durumunda” ayrı ayrı ve ortak hükümler olarak uygulanacak usul ve esasları belirlemiştir.
Bu yönetmelikte de yönetsel düzenlemelerin dışında sosyal düzenlemelerin yeterli olmaması durumu güçleştirmektedir. Ancak, herikisini de Türkiye’nin onayladığı 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile 1989 Dünya Çocuk Hakları Bildirgesi sığınmacılara, özellikle çocuk, kadın, yaşlı, genç ve özürlü sığınmacılara sosyal destek sağlamanın tüzel temelini oluşturmaktadır.
Türkiye’nin halen, son yıllarda yapılan ve hayli uzayan yasa yapma çalışmaları son aşamaya gelmiştir. İlgili komisyonlardan geçen yasa tasarısı TBMM’nin onayını beklemektedir.
Varolan ilgili tüzel düzenlemeleri sosyal çalışmacılar bilmelidirler. Çünkü hukuksal boyutu iyi bilen bir sosyal çalışmacı göçmen ve sığınmacılara daha iyi hizmet üretebilir. Örneğin, 17 08 2002 günü çıkarılan İskan Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin 8. Maddesi, sığınma arayanların Türkiye’ye giriş yaptıkları tarihten itibaren iskan yardımlarından iskan projelerinin belirlediği süre içinde karşılıksız yararlandırılacaklarını hükme bağlamıştır. Bu hükme göre sığınanlara iskan yardımı sağlamak temel bir sosyal hizmettir. Bu maddeyi bilmeyen bir sosyal çalışmacı hizmet vermek istediği ya da vermekle yükümlü olduğu sığınanın (ya da sığınma arayanın) konut, yerleşim sorununun çözümünde yetersiz kalacaktır.
MÜLTECİ VE SIĞINMACI TANIMLARI
Cenevre Sözleşmesinin I. BÖLÜM Genel Hükümler başlıklı 1. Bölümünde yeralan 1. Maddesine göre, mülteci;
“12 Mayıs 1926 ve 30 Haziran 1928 Düzenlemeleri veya 28 Ekim 1933 ve 10 Şubat 1938 Sözleşmeleri, 14 Eylül 1939 Protokolü ya da Uluslararası Mülteci Örgütü Tüzüğü’ne göre mülteci sayılan”
“1 Ocak 1951’den önce (Avrupa’da ya da başka bir yerde) meydana gelen olaylar sonucunda ve
“… ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen” kişidir (Md. 1/A).
Görüldüğü üzere bu tanımda birkaç önemli nokta mülteci tanımını belirler. Bunlar,
“ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden” kendi ülkesinde barınabilme güveni kalmamış olmak,
“zulme uğrayacağından” korkmak ve bu korkunun
“haklı sebeplerle” olması,
“vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanamayan”
ya da “söz konusu korku nedeniyle” bu korunmadan “yararlanmak istemeyen”;
ya da “tabiiyeti yoksa”, buna karşın daha önce yaşadığı, oturduğu “ülkesinin dışında bulunan”, ve bu ülkeye
“dönemeyen” ya da
“söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen” kişi mülteci kavramı içine girer.
Bu özellikleri daha da azaltırsak siyasal düşünceleri başta olmak üzere ırkı, dini, uyruğu, belli bir toplumsal gruba aitliği gibi nedenlerle yaşadığı toplumda zulme uğrama korkusu yaşayarak bulunduğu toprakları terkeden kişi mültecidir.
Burada konuyu kavrayabilmek için bir kavram sorununa işaret etmeliyiz. 1951 Sözleşmesinin birinci maddesinde tanımı yapılan kavram özgün İngilizce metinde görüleceği üzere “refugee”dir. Bunu Türkiye Parlamentosu resmi çevirilerde “mülteci” sözcüğüyle karşılamıştır. Bu noktada bir yanlışlık yoktur. Bu konuyla ilgili genel kavramdır ve tanımdan da bu genellik görülebilir. Ancak aynı İngilizce sözleşmede bir başka kavram daha kullanılmıştır: “Asylum”. Bu, korunma, sığınma anlamındadır.
Bir ülkeye sığınma amacıyla başvuran, yani sığınma arayan kişilere İngilizce metinlerde asylum seeker denmiş, sığınma hakkını almak için başvuran ve alanlara da refugee kavramı uygun görülmüştür. Türkiye bunu refugee için sığınmacı (sığınma hakkını almış, sığınmacılığı iş edinmiş anlamında…), asylum seeker için sığınma arayan demesi gerekirken bu kavramı sığınmacı olarak çevirmiş ve Türkçe’de iki İngilizce kavramın karşılıkları aynı anlama gelen Arapça ve Türkçe iki sözcükle yapılmıştır. Birinin karşılığı Arapça mülteci (refugee), diğerinin Türkçe kökenli sığınmacı (asylum seeker) yapılmıştır. Böylece hem dilbilimsel bir yanlışlık yapılmıştır ve hem de anlama ve algılama zorlaşmıştır.
Bu nedenle bu yazıda refugee karşılığı olarak mülteci yerine sığınmacı, asylum yerine sığınma ve asylum seeker yerine sığınma arayan karşılıkları kullanılmıştır[12]. Herhalde Türk dilini doğru kullanılması önemlidir ve bu kullanım doğrudur.
SIĞINMA SÜRECİ
Süreç kendi ülkesinde zulüm gördüğüne haklı olarak inanan ve kendisi ve ailesi adına can korkusu taşıyan, kendi yetkili otoriteleri tarafından korunma ve can güvenliği sağlanmayan, sağlanamayan kişinin ya da kişilerin yasal ya da yasadışı yollarla yabanı bir ülke topraklarına girerek sığınma hakkı istemesiyle başlar.
Başvuru yeri polistir. Her bir karakoldur. Sokakta rastlanılan polistir. Polis bu durumda ırk, din, dil, cinsiyet ve politik ayrım yapmadan başvuruyu kabul eder ve kişiyi en yakın ilgili makama götürür. Herkesin sığınma istemi saygı ve ilgiyle karşılanmak durumundadır. Dinleme, kayıt ve ilk güvenliğin sağlanmasının (can güvenliği, geceleme, karnının doyurulması) ardından kişi ile ilgili sağlanan evraklar ve tutulan tutanak İçişleri Bakanlığına yollanır. Sığınmacılık isteminin kabul ya da reddi İçişleri Bakanlığının görevleri arasındadır. Türkiye’de sığınmacılık konusunda karar yargısal değil yönetseldir. Başvuru sahibi red kararını kabul etmek istemezse yargıya başvurma hakkı saklıdır.
Dünyanın her tarafında sığınma hakkı isteyen için başvuru yapılan devletin karşısında üç yol bulunmaktadır.
- Sığınma arayan kişinin sığındığı ülkeden kendi ülkesine gönüllü geri dönüş için ikna edilmesi,
- Sığınma hakkının kabul edilmesi ya da
- Üçüncü bir ülkeye yerleştirilme seçenekleri.
Bunların her üçünde de temel amaç güvenli bir barınma ve yaşama hakkının güvence altına alınmasıdır. Bu seçenekler arasında ülkesine zorla geri gönderme yoktur. O zaman yaşam hakkını tehlikeye atmış olursunuz. Uluslararası tüm düzenlemeler o ülkede bu kişi için varolduğu düşünülen ya da varolan yaşam güvenliğini tehdit eden koşulların ortadan kalkmaması durumunda ya da can güvenli sağlanmadan geri göndermeyi reddeder. Buna geri gönderilmeme ilkesi denir. “Geri göndermeme (non-refoulement) ilkesi uluslararası mülteci hukukunun temel bir öğesidir. Geleneksel hukuk ile Türkiye’nin taraf olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi, AİHS ve İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ile Türkiye bu ilkeye mutlak saygı göstermek hukuki sorumluluğu altında bulunmaktadır (Serbes, 2012).
Sığınmacılık hakkı kendisine verilen kişi/ler o ülkede tüm haklardan yararlanarak kalabilme ve çalışabilme olanağına sahip olurlar. Kendilerine koruma ve yardım sağlanır. Sığınma istemi geri çevrilen kişiler yargıya başvurup onun sonucunu bekleyebilirler. Sığınma istemi geri çevrilmiş ve mahkemenin kararı da bu doğrultudaysa başvuru sahibi ülkeyi onbeş gün içinde terketmek zorundadır.
2006 yılında çıkarılmış bulunan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası (5510) uyarınca sığınma isteminde bulunanların da sağlık koruma güvenceleri sağlanmıştır (Md. 60/c-2 ile 61/b). Milli Eğitim İlçe Müdürlüklerine başvurdukları takdirde Türkiye’de bulundukları süre içinde okul çalındaki çocuklarını bir öğretim kurumuna yazdırabilirler. Bununla ilgili temel tüzel düzenleme Türkiye’nin de imzaladığı Çocuk Hakları Sözleşmesidir[13].
SIĞINMACILARIN SOSYAL SORUNLARI
Sığınmacılar içinde bulundukları konum ve koşullardan ötürü çeşitli sosyal sorunlarla karşıkarşıya kalmaktadırlar. Öncelikle, ülkesini, baştanberi yaşadığı toprakları, ailesini, yakınlarını, çevresini, kültürünü, alışkanlıklarını terketme kararı kolay verilir bir karar değildir. Bu kararı vermek başlıbaşına insanın omuzlarına büyük yükler bindirir. Nereye gidecektir, hangi ülkeye, hangi yoldan girebilecektir? Risk oranı nedir? Girebilecek midir, girebilirse tutunabilecek midir? Parası yetecek midir? Ailesini bırakınca onların başına bir şey gelir mi, yanına alsa çoluk çocuk hepsini dağdan nasıl aşırıp başka bir ülkeye sokabilecektir? Kendisi için güvenli ülke hangisidir; kabul edilmezse ne yapacaktır? Farklı dilde, farklı dinde, kültürde, farklı alışkanlıklarda, az eşya ile, yok para ile yolunu istediği gibi oluşturabilecek midir; kendisine birileri yardımcı olur mu acaba, yoksa başına daha kötü şeyler gelebilir mi?
Örneğin bir ülkeden bir ülkeye gizlice kaçarken insan kaçakçılarına tüm paralarını kaptırabilir ve istedikleri ülkeye giremeden bir dağ başında bu kaçakçılar tarafından bırakılabilirler mi? Ya da bir köhne botla kalabalık bir “umut yolculuğuna” çıktıklarına bot batmadan gidebilir mi? Yoksa sık sık haberlerde okuduğumuz gibi botun batmasıyla tüm umutlar denize mi gömülür? Bu düşüncelerin yarattığı gerilim korkunçtur. İnsanı insanlıktan çıkarmaya yeter.
“Öteyandan, terkedilen ülkede yitirilen sosyal çevrenin, gelinen yeni ülkede kolayına yeni bir sosyal çevre yaratamamanın yarattığı sosyal rahatsızlıklar. İnsansızlık. Karşıkarşıya gelinen anlayışsızlık. Anlayışsızlığı anlayama. Bunca insanın arasında çözüm bulunamamasının yarattığı sosyal küsüş. Kendi ülkesindeki eski toplumdan kopuş. Yeni gelinen ülkede yeni sosyal çevre yaratamama, yalnızlık ve bir süre sonra yeni oluşturulmaya çalışılan yeni sosyal çevreden de kopuş. Yani: Tedavi gerektirecek sosyal rahatsızlıkların ortaya çıkması. Giderek, sosyal travma.” (Tomanbay, 2005).
Geleceğe yönelik, çözümsüz bu soruları 24 saat düşünmek bile insanın dengesini, ruh sağlığını bozmaya yetebilir. Buna kendi ülkesindeki baskıları, sıkıntıları, kuşkular da eklerseniz sığınma arayanın kaldığı ağır baskıyı eşduyumsayabilirsiniz.
Başta ilk göç kararını veren, sığınma kararını veren kişinin yaşadığı duygu travmasının hızla suya düşen taşın etrafında dışa doğru açılarak yayılan halka dalgalar gibi ailesine, çevresine hızla yayılması doğaldır. Ve bu etkilenim etkililiği artarak yayılır. Böylece göçten en çok kadınlar, çocuklar ve yaşlılar etkileniyor. Sığınma serüvenine çıkanlar içinde de ençok etkilenen ve sosyal desteği ençok gerekseyenler onlar.
Ailesinin, sorumluluklarını taşıdığı kişilerin içinde düştüğü sıkıntılı durum süre olarak uzarsa erkeğin psikolojisi de daha çok bozularak bizzat ailesine karşı saldırgan konuma geçebilir. Böylece aile içi sorunlar tırmanış gösterir. Bu aile bireylerine ya da kendisine yönelik şiddete kadar varabilir.
Özetleyerek, göçmenler ve sığınmacılar bir ülkeye girdiklerinde bir anda çok farklı sorunlarla yüzyüze kalırlar. Bunların en başında dil olarak anlaşamama gelir. Ekonomik sıkıntıları, parasızlıkları, sınırlı paraları olması gelir. İvedi olarak barınma ve beslenme sorunları karşısındadır. Beslenmede alışkanlıkdışı besinleri tüketme zorunluğu başka bir sorun olabilir. Bir süre sonra giyim kuşam sorunu kendisini gösterir. Dil olarak anlaşamama bu sorunların boyutlarını etkiler.
Bu temel giriş sorunlarından sonra diğer sorun bloklarını şöyle sıralayabiliriz. Ekonomik, sağlık, eğitim, çalışma, çalışma hakkına sahip olabilme, iş bulma, sigorta, sosyal yardım sorunları ardı ardına patlak verir. Tüm bunlar çevre ile sağlıklı bir uyumu hem ivedi zorunlu kılar, hem güçleştirici etki yapar. Göçmen ve sığınmacı hiçdeğilse bir süreliğine de olsa itilir, yerli halk tarafından kabul görmez. Ekmeklerini paylaşacakları düşünülür. Mahallenin ahlakını ya da alışkanlıklarını bozacakları düşünülür; istenmezler. Çünkü talepleri yerlilerle aynı ama kültürleri farklıdır. Bilinmeyen, tanınmayan kaygı vericidir, ürküntü vericidir. Bu da onların üzerinde doğal olarak olumsuz etkiler yapar.
Sorunlar;
- bulunulan ülkeye (kaynak ülke, çıkış ülkesi),
- cinsiyeti (kadın, erkek),
- yaş durumu (bebek, çocuk, genç, yetişkin, yaşlı),
- mağdurun sağlık durumu (sağlıklı, hasta, diş ağrısı, kanser, engelli, özürlü…)
- mağdurun eğitimi ve sosyal statüsü (öğrenim görmüş, görmemiş…),
- sorun kökenlerine (ekonomik, siyasal, sosyal, dinsel, dilsel, etnik, kültürel, cinsel…),
- mağdurun üzerinde yaptığı etkilerin ve sonuçların boyutları (Örneğin, zulüm korkusu ile ağır zulüm konusundaki kuvvetli olasılık, bunların ikisi de sosyal çalışmanın çalışma alanına girer.)
gibi durumlara göre değişiklikler, farklılıklar gösterir ve faklı meslek müdahalelerini, bu müdahalelerin farklı boyutlarını, modellerini, yöntem ve tekniklerinin tasarlanmasını ve uygulanmasını gerektirir. Farklı sosyal mesleklerin birarada ya da yalnız müdahalelerini öne çıkartır. Ayrıca bu mesleksel müdahaleler toplu, grupsal olabildiği gibi bireye özel müdahaleler olarak farklılaşabilir. Bunları ayrı ayrı bu yazı içinde ele almak olanaksızdır. Bunların hepsi meslek elemanları tarafından takım çalışmaları ve tartışmaları yöntemiyle duruma göre geliştirilmelidir.
Türkiye’de sığınmacılar ve sosyal hizmetlerle ilgili yayınlanan ilk kitap Cenevre ‘de BMMYK Sosyal Hizmetler Bölümü tarafından konu ile ilgili yayınlanan bir raporun (1994) Semih Bülbül tarafından çevrilmesi ve SGDD tarafından bastırılmasıyla (1998) ortaya çıkmıştır. Bu kitapta görüyoruz ki, raporun özgün adı “Community Services for Urban Refugees”dir[14]. Türkçesi doğru bir çeviri değildir. Kentsel Mülteciler İçin Topluluk Hizmetleri” olmalıydı. Çünkü sosyal hizmetler topluluk hizmetlerinden çok daha geniş bir hizmet alanını ifade eder. Kitap topluluk boyutundaki hizmetleri almış. Belki de raporun adına “Social Services for Urban Refugees” dense daha doğru mu olurdu?
Kitapta kentlerde bulunan sığınmacılar özel gereksinim grupları (özel ihtiyaç grupları) olarak ele alınmış ve bunlar şöylece kategorize edilmişler: Şiddet Kurbanları, çocuklu kadınlar, – kimsesiz ve ailelerinden ayrı – çocuklar, Yaşlılar, özürlüler ve AIDS kurbanları (SGDD, 1998, 49-65). Bunların arasına AIDS dışında hasta olarak sığınma yoluna çıkanlar alınmamış. Bunların ciddi sağlık sorunları özel müdahaleler istiyor. Bunlar için yasal düzenlemeler, duruma özgü hastalık sigortalarının geliştirilmesi gerekiyor.
Bu arada ilkler arasında Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği tarafından 2003 yılında yayınlanan doğrudan meslekle ilgili bir el kitabını da anmak gerekir. Sosyal Hizmet Mesleği ve Mültecilere Yönelik Hizmetler – El Kitabı – adıyla yayınlanan 16 sayfalık kapaksız yayın Türkiye’de sosyal çalışma ve sığınmacılık konularını birarada ele alan ilk doğrudan çalışma olarak belirmektedir[15].
GÖÇ, SIĞINMA VE İNSAN KAÇAKÇILIĞI KONULARINDA VERİLECEK SOSYAL HİZMETLER
Konu geniştir. Göç, sığınma ve insan kaçakçılığı konularında farklı eylem ve hizmet modelleri olacaktır. Ancak genel olarak aşağıdaki görev başlıkları çalışma rotasını çizecektir. Aşağıdaki görev başlıklarından anlatılmak istenen nüfus ve işlev gruplarının kimler olduğunu burada kısaca adlandıralım: Sığınma arayanlar, yanlarında getirilen çocuklar, sığınma arayan gençler ve kadınlar, sığınma arayan ya da yanlarında getirilmiş yaşlılar, anlık bakım gerekseyen hasta sığınma arayanlar, ruhsal, zihinsel, AIDS gibi uzun evreli rahatsızlıkları olan sığınma arayanlar, babası anası, çocuğu sınır geçerken enterne edilmiş, öldürülmüş, ama sınırı geçebilen çocuklar, babalar, analar, şiddet görmüş, travma geçirmiş kimseler, cinsel farklılıkları olan sığınma arayanlar ve başka her türlü kişiye özgü sorunları olan sığınma arayanlar, yeni yaşamlarına hızla uyum sağlamaları gereken sığınma hakkını almış sığınmacılar, aileleri, yakınlarıyla ve komşularıyla ilişkileri iyi olmayan sığınma arayanlar ve sığınmacılar… ve diğer boyutta, sığınma amacıyla yurtdışına çıkmış kişilerin geride kalan aileleri, eşleri, çocukları, yaşlıları, yakınları… bunların yanısıra, göçmen olarak ülkeye girenler, ülkeden çıkma hazırlığında olanlar, insan ve göçmen kaçakçılığı, insan ve göçmen ticareti kurbanları (kendisi), mağdurları (kendisi, eşi, çocukları…), hepsi sosyal çalışma mesleğinin konularıdırlar, hepsi kendileri için sosyal hizmet üretilmesi gereken öznelerdir.
- Göç ve yeni yerleşim sürecinde ortaya çıkan aile bireylerinin herbiri ile ilgili kısa evreliden (beslenme, konma, sağlık sorunları) uzun evreliye (çocukların eğitimi) sorunlarının çözülmesi için sürekli eylem üstünde olmak.
- Göç konusunda ilgili yasalara göre yerleştirme, yeni ortamın hazırlanması, hazırlanan ortama göçmenlerin uyum sağlamaları için çalışmalar yapmak.
- Her tür sorun sahibi gruplar içinde hem birebir sosyal sorunu olan başvuru sahiplerine doğrudan çözüm üreterek uygulamak, hem de – varsa – aileye yaklaşarak sorunların aileye yaygınlaşmaması için çalışmalar yapmak.
- Bir yandan bu tür bireysel ve ailesel sorunların çözümüyle ilgilenirken diğer yandan da politik ve bürokratik sorunların giderilmesi için ilgili makamlar nezdinde çalışmalar yapmak. Örneğin, göçmenlerin sorunların çözülmesi için daha çok olanak yaratılması yönünde ilgili makamlarla, örneğin, sığınmacının durumuna gerçekten inanılıyorsa sığınma hakkının kabul edilmesi yönünde, insan kaçakçılığının önlenmesi ve insan kaçakçılığı mağdurlarının durumlarının iyileştirilmesi yönünde ilgili makamlarda ve makamlarla çalışmalar yapmak.
- İnsan kaçakçılığı ve ticareti konusunda STÖler ile kamuoyu oluşturma ve önlem geliştirme çalışmaları yapmak.
- Topluma kazandırılan insan ticareti, insan kaçakçılığı ve göçmen kaçakçılığı mağdurlarına sahip çıkmak, haklarını savunmak, onlara ve arkada kalanlarına yeni bir istendik yaşam oluşturmak için mesleksel girişimlerde bulunmak.
- Mevzuatın ve resmi uygulamaların iyileştirilmesi yönünde politik sosyal çalışma yapmak.
- Konu ile ilgili sivil toplum örgütlerini harekete geçirici ve katıcı çalışmalar yapmak.
- Göç etme süreci biten göçmenin, ailesinin ya da sığınma hakkı kabul edilen başvuranın ve – varsa – ailesinin yeni toplumlarıyla kaynaştırma ya da bütünleştirme çalışmaları yapmak.
- Bu yönde uyum kursları düzenlemek, düzenlenmesine ortam hazırlamak, ilgili iç ve dış, resmi ya da sivil çevreleri harekete geçirmek.
- Göçmen aileleri arasındaki uyum, sığınmacı aileleri arasındaki uyum için bütünleştirici, anlayış geliştirici çalışmalar yapmak.
- Gerekiyorsa dil öğrenimleri için kurslar düzenlenmesi yönünde resmi ve sivil kaynakları örgütlemek ve harekete geçirmek.
- Yasal olarak çalışma hakkı olan göçmen ve sığınmacılar için iş aramak, iş olanakları yaratmak.
- Mesleksel gelişimleri ya da değişimleri için onları varolan meslek kurslarına katmak ya da onlar için yeni kurslar düzenlemek ve yürütmek,
- Göçmenlerin ve sığınmacıların işe gidiş gelişleri, yerli çevre ile karşılıklı anlayış ortamının yaratılması, çocukların okul ortamlarına uyumları gibi konularda izlemci, kolaylaştırıcı, örgütleyici, düzenleyici ve programlayıcı olmak.
- Aynı kişilerin yeni toplumlarında bürokratik, hukuksal ve güncel sorunlarının çözümü için düzenekler durmak, destekçi olmak.
Bunların hepsi yerinde ve ivedi olarak yapılması gereken somut işler olduğu kadar bu süreç içinde meslek yöntemleri çerçevesinde birey/ler/in, birey/ler/de ve birey/ler için (duruma göre) sosyal destek sistemleri ile sosyal ve psikolojik destek sistemlerini harekete geçirmek… sosyal çalışmacıları bekleyen hizmet görevleridir[16].
Be çerçevede Ankara’da BMMYK’nin sığınmacı çocuklar için sanat atölyesi kurarak onlara el işleri, resim gibi çalışmalar yaptırması (http://www.unhcr.org.tr/?content=363), SGDD’nin zaman zaman sığınmacı gençlerle dans, oyun, tiyatro (drama) çalışmaları, piknik düzenlemeleri sığınmacılara verilecek somut sosyal hizmetler kapsamındadır[17]. Gene SGDD’nin 2012 yılında Dünya Kadınlar Gününde sığınmacılar ile DKG’yi kutlaması anlamlı bir sosyal etkinlik ve sosyal hizmettir (http://www.sgdd.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=67&catid=5&lang=tr).
Daha özetle, BMMYK Cenevre Raporunda (1994) kentlerde yaşayan sığınmacılar için verilecek hizmetler üç ana kategoriye ayrılmış: Eğitim ve meslek edindirme kursları (resmi ve gayrıresmi eğitim), kalıcı çözüm (gönüllü geri dönüş, yerel yerleştirme, üçüncü ülkeye yerleştirme) ve yönetsel konular (örgütlenme ve eşgüdüm ile personel gelişimi [geliştirme eğitimi, kapasite geliştirme, yazarın notu.]) (SGDD, 1998, 67-93). Gerçekten de bunlar raporun özgün adında görüldüğü gibi kamusal hizmetler boyutunda görünen hizmetler. Belki daha doğrusu kamusal sosyal hizmetlerdir (Communal social services). Bunların arasına sığınma isteyeni gönüllü süreçler içinde geri yollama ve üçüncü ülkeye yerleştirme ile yerel yerleştirme de var. Bunlara gerçekten kamusal sosyal hizmetler demek doğru olacaktır.
Görüldüğü gibi sosyal çalışmacılar tarafından verilecek sosyal hizmetlerin neler oldukları zamanında saptanıp etkin ve verimli sunulabilmesi için sosyal çalışmacılar (ve diğer sosyal meslek elemanları) sık sık, zaman zaman meslek eğitiminden, ilerletme eğitiminden geçirilmeli, hizmet anlayış ve sıgalarının (kapasitelerinin) geliştirilmesi sağlanmalıdır.
SONUÇ
Böyle duyarlı bir konuda çalışan sosyal çalışmacılar ve diğer sosyal meslek elemanları şu konularda sadece bilgili değil, donanımlı da olmak zorundadırlar.
- Göç, sığınma, insan kaçakçılığı nedir? (Konuyu kavramak. Bilgi.)
- Bu durumdaki insanların çevre koşulları nedir? (Kolaylaştırıcı, güçleştirici.)
- Bu durumdaki kişilerin geldikleri kültürü tanımak ve değerlendirmek. İçine geldikleri kültüre yakın ya da uzak olma durumları. (
- Bu alandaki ulusal ve uluslararası tüzel düzenlemeleri bilmek. İyi kullanabilmek. (Mevzuat.)
- Ülkedeki ve gelen kişinin ülkesindeki konu ile iktidar politikalarını, kısmen mevzuatı ve ilgili örgütlenmeleri, hükumet yetkililerinin ve kolluk güçlerinin genel tavrını iyi bilmek.
- Duyarlı insanlarla doğru iletişimi kurabilme. (Beceri.)
- Onları anlamak. (Eşduyum.)
- Sığınma ve göç alanında kendisini üreten sosyal çalışmanın da uluslararası boyut kazanması gerekecektir. Çünkü bu çalışma alanı uluslararası boyuta sahiptir.
- Hem çalıştığı alanın uluslararası boyutunu kavramak, hem yabancı kültür ve diller konusunda daha yatkın olabilmek için enaz bir yabancı dil bilmek. Konuşabilmek, yazabilmek.
- Bilişim teknolojilerinin gelişimi bu alanda hareket edecek olan sosyal çalışma mesleğinin düşünme, çözüm üretme potansiyelini de değiştirecek ve varsıllaştıracaktır. Sosyal çalışmacı bu alanda etkin ve verimli olmak istiyorsa bilişim donanımını da sürekli geliştirmek zorundadır.
- Göçmenlerin ve sığınmacıların konuta yerleştirilme, barınma, beslenme, bakım, sağlık, eğitim sorunları göç ya da sığınma hareketi uluslararası ya da kitlesel boyutta olunca daha da güçleşecektir. Buna uygun eylemleri düzenlemek ve uygulamak.
2004 yılında yaptığımız bir değerlendirmenin bugün de geçerli olduğunu gördüğümü söylemek zorundayım. “Türkiye’de sığınmacılara ilişkin bir başvuru sisteminin olmayışı, sığınmacıların çeşitlilik gösteren birtakım sorunlarını çözmelerini de güçleştirmektedir.” (Tomanbay, 2004, 22).
Bir başvuru sistemi idari boyutta kuşkusuz vardır. Kastettiğim, özgün, sağlıklı ve çağdaş bir başvuru sisteminin olmamasıdır. Özgün, çağdaş ve sağlıklı bir başvuru modeline ulaşmak için iki eksikliliğin mevzuat ve dolayısıyla uygulama boyutunda giderilmesi gerekmektedir. Birincisi, sığınmacılar için yeni bir başvuru modeli üzerinde tartışılmalıdır. Sığınmacının hakkını savunmak için yargıya daha kolay ulaşabilmesini sağlayacak bir model olmalıdır bu. Bunun, tartışılabilir bir modeli genel olarak 1999 yılında yazılmış bir makalede oluşturulmaya çalışılmıştır; bakılabilir (Bkz. Tomanbay, 1999a). İkincisi, örneğin, başvuru, destek ve değerlendirme sisteminde, gelişmiş ülkelerdeki örneklerin tersine, sosyal çalışma mesleği yoktur. Oysa her insan sorunu, bireyi, aileyi, grubu ve topluluğu olumsuz etkileyen her sorun sosyal çalışma mesleğinin çalışma alanına girer. Bu meslek bu alanda görevini yaptığı sürece sosyal ve hatta toplumsal sorunların sübapları açılır, basınç düşer, sosyal sorunlar azalır. Sosyal sorunların azalması toplumsal sorunların azalmasını harekete geçirir. Göç, sığınma ve insan kaçakçılığı alanları bu anlamda doğrudan – güvenlik alanının yanısıra – bir sosyal sorun alanıdır. Sığınma sistemi içinde bu boyut değerlendirilerek yeralması sağlanmalıdır.
Örneğin, Türkiye’de bugün yürürlükte bulunan 1994 yönetmeliği genel sosyal birkaç kural dışında sosyal hizmetleri kapsayan ya da sosyal hizmetlere açık bir görünüm sergilememektedir. Bu alanda yapılması gereken sosyal hizmetlerle ilgili özel bir tüzel bir düzenleme bulunmamaktadır. Ne sığınma isteyen ve sığınan kadınlar için, ne çocuklar için, ne yaşlılar için… Türkiye’nin ilk doğrudan sığınma alanında çalışmak üzere kurulan SGDD (Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği ve BMMYK kendilerine başvuran sığınmacıların çocukları, gençleri ile kısa evreli, geçici, kalıcı olmayan sosyal çalışmalar yapmaktadırlar. Ancak bunların bir mevzuata dayalı, kalıcı ve sürekli olması sağlanmalıdır[18].
Öteyandan, Türkiye’de sosyal çalışma ailesi de düşünce ve hizmet kapasitesini göç ve sığınma konularına açmamıştır. Bu karşılıklı bir etkileşimdir. Türkiye’de bu işler karşılıklı işlemeyince dış müdahaleler yoluyla kapılar aralanmaktadır. 2003 yılının Kasım ayında Dışişleri Bakanlığından BMMYK’ne giden bir resmi yazı ile BMMYK’nin sığınmacıların sosyal sorunları konusunda – o zamanki – SHÇEK ile işbirliği yapması istenmiştir (Bugünkü merci Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı.). Bu yazıdan sonra BMMYK toplantılarına SHÇEK’ten yazıyla eleman istemiş (Tomanbay, 2004, 27), gelenlerle de karşılıklı, katılımcı ve katkıcı, kapı açıcı bir kapasite yaratılamamıştır. Çünkü “istendiği için” yollanan sosyal çalışmacı her toplantıya farklı bir sosyal çalışmacı gönderilmiştir. Konuyu tanıma, derinleşme ve heves uyandırma sağlanamamıştır. Bunlar olmayınca da kalıcı katkılar yaratılamamış, herşey “usulen” kalmıştır. Türkiye’de sosyal hizmetler akademiası ve sosyal çalışmacılar göç, sığınma, insan kaçakçılığı sorunsalına ve bu alanda yapılması gerekenlere ilgisini arttırmalı ve bu alanda görev yapan uygulamacı kurumlar ile kuruluşlara; uygulamacı kurumlar, kuruluşlar da bu konuda sosyal çalışmaya ve sosyal çalışmacılara yaklaşmalı ve birlikte çalışma iradesi göstermelidirler.
Bu kapsamda göçmen ve sığınmacılar için, gerektiğinde tıpsal, ruhsal ve sosyal düzeylerde sağaltım, bakım ve esenlendirme (rehabilitasyon) olanaklarını sağlayacak yasal düzenleme yaratılmıştır, ancak örgütsel düzenleme eksiktir. Hizmet sorunsuz işleyememektedir. Tıpsal sağaltım, bakım ve esenlendirme olduğu kadar bu kişiler için ruhsal sağaltım, ruhsal bakım ve ruhsal esenlendirme ile aynı önemde, sosyal sağaltım, sosyal bakım ve sosyal esenlendirme ortamları ve takımlar da hazırlanmalıdır.
Sonuçta, Türkiye evrensel bir insanlık sorunu ve hakkı olan bu konuda, öncelikle egemenlik hakkı olan sınırlarını denetim altında tutma hakkı çerçevesinde ülkesine girmiş ve koruma ve yardım isteyen sığınmacı ve göçmenlere de evrensel insan haklarına uygun ve çağdaş bir devlet olarak elini uzatmalıdır ve toplu geçişlerde bu doğru tavrı Türkiye göstermektedir. Eksik olan bireysel başvuru ve girişlerde bireyleri, aileler karşılayacak düzeneklerin kurulamamış olmasıdır. Bu düzeneklerin önemli bir ayağı sosyal hizmetlerdir.
Türkiye’nin uzun zamandır süren çalışmaları hızla tamamlayıp evrensel insan haklarına dayalı ve sosyal çalışmaları da içeren bir sığınmacılar yasasına gereksinimi vardır. Bir ülkede her boyutuyla yaşanan bir göç ve sığınma olgusu yönetmelik düzeyinde götürülmemelidir.
Türkiye’de sosyal çalışmacılar akademisyenleri, pratisyenleri, örgütleri eliyle Türkiye’nin göç ve sığınmacı politikasının geliştirilmesine katkı vermelidirler. Bu alanda daha fazla girmeli, daha fazla görüş üretmeli, politikaya müdahale edebilmelidirler.
KAYNAKÇA
Kitaplar Dergiler Gazeteler
Akşam Gazetesi, 4 Eylül 2012 (http://www.aksam.com.tr/suriyeli-siginmaci-sayisi-hizla-artiyor--136850h.html).
Beter, Önder. 2006, Sınırlar Ötesi Umutlar, Ankara: SABEV.
Buz, Sema. 2004, Zorunlu Çıkış Zorunlu Kabul Mültecilik, Ankara: SGDD.
Çorabatır, Metin. 2012, Kendisi ile yapılan görüşme. Ankara. 28 09 2012.
Karadeniz, Oğuz. “Türkiye'de Yabancı Kaçak İşçilik”, Sosyal Güvenlik Dünyası, Nisan-Mayıs, Haziran 1999, S.4, s. 20-27.
Serbes, Kemal Mustafa. “İltica Konusunda Geri Gönderilmeme İlkesinin Temyiz ve Bağımsız İkincil Süreçte Değerlendirmesi” http://www.cagin polisi.com.tr/87/35-36-37.htm (Erişim: 22 07 2012).
SGDD, 1998, Kentsel Mülteciler İçin Sosyal Hizmetler, BMMYK Sosyal Hizmetler Bölümü Cenevre 1994, Çev: Semih Bülbül, SGDD, Yayınlandığı kent yazılmamış.
T.C. Başvekalet Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesinden Dışişleri Bakanlığına giden yazı. Gidiş No: 1727, 21 07 1960 gün ve 11229 sayılı yazı. İmza: Başbakanlık namına Müsteşar Alpaslan Türkeş.
Tomanbay, İlhan. 1999a, "Sığınmacılar İçin Yeni Bir Başvuru Modeli", Umuda Doğru Dergisi, S. 12, Y. 3, Mayıs-Ekim 1999, s. 2-3
Tomanbay, İlhan. 1999b, Sosyal Çalışma Sözlüğü, Ankara: Selvi.
Tomanbay, İlhan. “Uluslararası Göç ve İnsan Kaçakçılığı Konularına Genel Bakış (Uluslararası Göç ve Mülteci Sorunları)”, iç: T.C. Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma Okullar Komutanlığı. (yılsız), Uluslararası Göç ve İnsan Kaçakçılığı ile Mücadele Semineri 27-28 Mayıs 2004. Ankara, s. 3-31.
Tomanbay, İlhan. 2005, Umuda Doğru. http://yunus.hacettepe.edu.tr/~ tomanbay/umudadogru.htm
Uluslararası Af Örgütü, 2009, İki Arada Bir Derede – Türkiye’de Mültecilere Koruma Sağlanmıyor, Uluslararası Af Örgütü, İndeks: EUR 44/001/2009.
Yalazan, İrem Coşansu; Neşe Şahin, Nuran Ceylan, 2003, Sosyal Hizmet Mesleği ve Mültecilere Yönelik Hizmetler – El Kitabı -, Ankara: Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Genel Merkezi.
Tüzel Düzenlemeler
Askerlik Kanunu, No: 1111, Kabul tarihi: 21 06 1927, Resmi Gazete gün: 12-17 07 1927, Sayı: 631-635.
Cenevre’de 28 Temmuz 1951 Tarihinde İmzalanmış Olan Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşmenin Onaylanması Hakkında Kanun, No: 359, Kabul tarihi: 29 08 1961, Resmi Gazete gün: 05 09 1961, Sayı: 10898.
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/ insanhaklari/pdf01/137-160.pdf
Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun. No: 4058, Kabul tarihi: 09 12 1994, Resmi Gazete gün: 11 12 1994, Sayı: 22138.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 06 04 1948 gün ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı. Resmi Gazete gün: 27 05 1949, Sayı: 7217.
İskan Kanunu, No: 2510, Kabul tarihi: 14/06/1934, Resmi Gazete Tarihi: 21/06/1934, Sayısı: 2733 (26/09/2006 tarih ve 26301 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5543 sayılı İskân Kanunu'nun 48. maddesi gereği yürürlükten kaldırılmıştır.)
İskan Kanunu, No: 5543, Kabul Tarihi: 19/09/2006, Resmi Gazete Gün: 26/09/2006, Sayı: Sayı: 26301.
İskan Kanunu Uygulama Yönetmeliği, Tarih: 17 08 2002, Sayı: 24849, Resmi Gazete gün: 02 12 2007, Sayı: 26718.
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme, 28 07 1951. www.tbmm. gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/179-199.pdf
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Protokol (New York Protokolü), http://isay.icisleri.gov.tr/ortak_icerik/gib/Kisim%201.pdf
Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşmeye Şartlı Olarak Katılmamız Hakkında Karar, Bakanlar Kurulu Kararı, Sayı: 6/10266, Resmi Gazete gün: 05 08 1968, Sayı: 12968. (New York Protokolünün onaylanması kararı.)
Pasaport Kanunu, No: 5682, Kabul tarihi: 15/07/1950, Resmi Gazete gün: 24/07/1950, Sayı: 7564.
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası. No: 5510 Kabul tarihi: 31 05 2006, Resmi Gazete tarih: 16 06 2006, Sayı: 26200.
Türk Vatandaşlığı Kanunu, No: 403, Kabul tarihi: 11/02/1964, Resmi Gazete gün: 22/02/1964, Sayı: 11638 (29/05/2009 kabul tarihli, 12/06/2009 tarih ve 27256 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan "5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu "nun 47. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır.)
Türkiye’ye İltica Eden Veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar İle Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara Ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, Bakanlar Kurulu Kararı, No: 94/6169, Gün: 14/9/1994, Dayandığı Kanun No: 359, Kabul tarihi: 29/8/1961, Resmi Gazete: 30/11/1994, No: 22127.
Türkiye’ye İltica Eden veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye'den İkamet İzni Talep Eden Münferit Yabancılar İle Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara Ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik. Bakanlar Kurulu Karar No: 2006/9938, Tarih: 16 01 2006, Resmi Gazete Tarihi: 27 01 2006, Sayısı: 26062.
“Yabancıların Çalışma İzinleri” konulu genelge. Genelge No: 0102, Tarihi: 24.05.2002.
Yabancıların Türkiye'de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun, No: 5683, Kabul tarihi: 15/7/1950, Resmi Gazete gün: 24/7/1950, Sayı: 7564.
Ağ adresleri
arsiv.ntvmsnbc.com/news/184814.asp (Erişim: 12 05 2012)
http://iom.int/jahia/jsp/index.jsp (Erişim: 23 07 2012)
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan_ticareti (Erişim: 20 06 2012)
tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87in_Devrimi (Erişim: 12 05 2012)
www.improvedfuture.se/tur/Artic4.pdf (Erişim: 12 05 2012)
www.medine.org/efendimiz6.htm (Erişim: 10 05 2012)
www.neleryokki.org/biliyormusunuz/dunyanufusu/dunyanufusu.htm (Erişim: 10 05 2012)
www.sgdd.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=67&catid=5&lang=tr (Erişim: 05 06 2012)
www.sinbad.nu/uzunyuru.htm (Erişim: 06 06 2012)
www.unhcr.org/4fd6f87f9.html (Erişim: 12 06 2012)
www.unhcr.org.tr/?content=363 (Erişim: 12 06 2012)
www.yeniansiklopedi.com/nansen-fridtjof/ (Erişim: 15 05 2012)
(Bu makale Hakan ACAR; Nilüfer NEGİZ; Elvettin AKMAN, 2013, Sosyal Politika ve Kamu Yönetimi Bileşenleriyle Sosyal Hizmet - Temelleri ve Uygulama Alanları -, Ankara: Maya kaynağında yayınlandı. s. 299-327).
(*) Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi. İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü.
[1] Sosyal çalışmanın üç temel görevi, sağaltım, esenlendirme ve bakım yanyana üç güzel Türkçe sözcük olsun diye yazdım. Esenlendirme ne yazık ki günümüzde benimsenecek denli kullanılmıyor. Bu nedenle konunun daha kullanılır sözcüklerle anlaşılmasını sağlamak adına rehabilitasyonun Türkçe karşılığını yazdım ama bundan sonra rehabilitasyon sözcüğüyle sürdüreceğim yazımı. İçimden şimdilik böyle geliyor ne yazık ki..
[2] Nansen bu ve benzeri birçok insani çalışmalarından ötürü 1922 yılında Nobel Barış Ödülüne layık görülmüştür.
[3] Aşağıda yeralan kronolojide tarihler gün, ay, yıl olarak edinilmeye çalışılmış, ancak maalesef bir kısmı sadece yıl olarak bulunabilmiştir. Gelecekteki yazı üreticileri tarafından bu kronolojinin geliştirilmesi ve kesin tarihlerin bulunması dileğimdir. Kronolojiye eklenecek yeni olay ve tarihler diğer çalışmalarda alınan kişi kaynak gösterilerek kullanılmak üzere bana da iletilebilir (tomanbay@sabev.org.tr).
[4] UGÖ bu adı daha sonraları almasına karşın kendi kuruluşunu kendisini doğuran ilk örgütlenmeleri başlangıcı sayarak 1951 yılına, PICMME’nin kuruluşuna tarihlemektedir (Istanbul UGÖ’nden telefonla alınan bilgi (21 09 2012). WEB sayfasında da bu tarih bulunmaktadır (http://iom.int/jahia/jsp/index.jsp).
[5] BMMYK’nin Türkiye’de temsilcilik açması yönünde bir ikili antlaşma yoktur. Temsilcilik, T.C. Başvekalet Kanunlar ve Kararlar Tetkik Dairesinden Dışişleri Bakanlığına Gidiş No: 1727 ile gönderilen 21 07 1960 gün ve 11229 sayılı yazı ile gerçekleşmiştir. Bu yazı ile BM ofisinde bir odada çalışmaya başlayan temsilcilik daha sonra zaman içinde geliştirilmiştir. Büronun ilk açılış tarihi belli değildir. Bu nedenle temsilciliğin kuruluş tarihi olarak bu yazının tarihi esas alınmıştır. (Bilgi: Çorabatır, 2012)
[6] Örneğin, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Matra Programının maddi desteğiyle Helsinki Yurttaşlar Derneği tarafından Mülteci Destek Programı başlatıldı (Gerek web sayfaları üzerinden gerekse eposta yoluyla bu başlangıcın tarihi öğrenilmek istendi, başarılı olunamadı; geri dönüş olmadı.) Ayrıca üniversitelerde ilk kurulan göç merkezi ile diğerlerinin de kuruluş tarihlerinin bulunabilmesi için uzun erimli bir çalışmaya gereksinim vardır ve bu vakit bu makalenin yazarı tarafından maalesef bulunamamış, yapılan birkaç girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
[7] Konunun tarihçesi bu makale içinde fazla anlatılamıyor. Bunun için ek bilgiler için bakınız: Tomanbay, 2004, Sığınmacı Konusunda Tarihsel Gelişme başlıklı bölüm. s. 10-12.
[8] İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM Genel Kurulunun 10 12 1948 ve 217 A(III) sayılı kararıyla ilan edildi. http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/ 203-208.pdf
[9] Bunlar 5 Temmuz 1922, 31 Mayıs 1924, 12 Mayıs 1926 tüzel düzenlemeleri, 28 Ekim 1933 Sözleşmesi, 30 Temmuz 1935 düzenlemesi, 10 Şubat 1938 Sözleşmesi, 30 Haziran 1938 düzenlemesi, 14 Eylül 1939 Protokolü ve 15 Ekim 1946 tarihli antlaşmadır. Bunlar sığınmacılık alanında Avrupa’da imzalanan ikili ya da dar çerçeveli antlaşma ve sözleşmeler olup Türkiye ile bağlantı olmayan düzenlemelerdir.
[10] İskan Kanunu ile Türk Vatandaşlığı Kanunu aynı amaçlarla düzenlenen yeni iki kanunla yürürlükten kaldırılmıştır.
[11] 2006 yılının Ocak ayında bu yönetmelikte değişiklikler yapılmıştır.
[12] Sosyal Çalışma Sözlüğünde asylum seeker karşılığı olarak sığınan sözcüğünü kullandım. Bunun da doğru olduğunu düşünüyorum Bkz. Tomanbay, 1999b.
[13] Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. BM Genel Kurulunun 20 11 1989 gün ve 44/25 sayılı kararıyla kabul edildi. 02 09 1990 günü yürürlüğe girdi. Türkiye sözleşmeyi 14 09 1990 günü imzaladı. www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/ pdf01/137-160.pdf
[14] Community services kamu yararına yapılan hizmet diye çevriliyor. Daha doğrusu kamusal hizmetler. Doğrudur. Ancak sosyal çalışma terminolojisinde community work toplulukla çalışma olarak çevrilmektedir. Bildiğiniz gibi society toplum, community topluluktur. Society deyip işi fazla genelleştirmeden insanın içinde yaşadığı küçük topluma, yani topluluğa, yani çevresine verdiği hizmetler anlaşılır. Verilen de budur, tüm topluma verilen bir hizmet değildir bu.
[15] SHU’lar İrem Coşansu Yalazan, Neşe Şahin, Nuran Ceylan tarafından hazırlanan yayının 2002’de çıkarılan Değişen Türkiye’de İnsan Hakları Açısından Sosyal Hizmetler adlı 5. Ulusal Sosyal Hizmetler Konferansı kitabında Mülteci Hakları ve Sosyal Hizmetler adıyla yayınlanan çalışma raporunun özeti olduğu kitapçığın içinde belirtilmektedir. (Kaynakça bulunmamaktadır.) (Bkz. Yalazan, Şahin, Ceylan, 2003).
[16] Sığınma arayanlar ve sığınmacıların sorunları ve verilecek hizmetler geniş bir bakış açısıyla şu kitapta izlenebilir: Beter, Önder, Sınırlar Ötesi Umutlar, 2006. Ankara: SABEV.
[17] Bu çalışmaların kapsayıcı ve yeterli olduğu söylenemez. Haberden BMMYK sanat atölyesi çalışmalarının gönüllüler tarafından ve ayda iki kez yapıldığı öğrenilmektedir. Kaç sığınmacı çocuğa ulaşıldığı da haberden anlaşılamamaktadır. Gene de bir sosyal etkinlik olarak kayda değer.
[18] Bu noktada bizi doğrulayan görüş için, bakınız: Beter, Önder. 2006, 77. 2006’dan buyana durumun değiştiği söylenemez.