YÖNETİME KATILMA ALANI OLARAK BELEDİYELER


– Ankara Belediyesi ve Genel-İş Örneği –

İlhan Tomanbay

Bu çalışma 1979-1981 yılları arasında o tarihlerde Genel-İş Sendikasında eğitim ve araştırma uzmanı olarak çalışmaktayken Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Politika Kürsüsünde yaptığım yüksek lisans programında aldığım yüksek lisans derslerinin birinde ödev olarak hazırlanmış ve sunulmuştur.

Konunun Kapsamı

– Giriş
– Genel Yaklaşım
– Belediyelerde Yönetime Katılma konusuna Yaklaşım
– Belediyelerde Yönetime Katılma Modelleri
– Ankara Belediyesi ve DİSK Genel-İş Örneği
– Sonuç

GİRİŞ

Halkın toplumun yönetiminde ve karar düzeneklerinde ağırlığını duyurabilmesi demek olan demokrasi, halkın kendi dışındaki etkin güçlere kendini bırakmayıp kendi kendisini yönetmesi demek olan demokrasi bu ideal anlamışlıkla, sınıflı toplumlarda kolay kolay görülmemektedir.

Halkın kendi kendisini yönetmediği, yönetemediği ancak adına demokrasi denebilen “sınıflı toplum demokrasilerinde” de ekonomik ve toplumsal yapıda doğan ve politik yapıda somutlaşan tıkanmaları aşma yolunun gerçek demokrasinin ortaya çıkarılması olduğu her kesimden düşünürlerce ifade edilmektedir.

Halkın gerçek katılımının sağlanabileceği koşulların yapısal olarak bulunmadığı sınıflı toplumlarda da gerçek demokrasi yerine öyle düzenekler geliştirilmeli ki ne halkın kendikendini tam anlamışlıkla yönetebildiği toplum yapısına gidilsin, ne de demokrasinin gerçek anlamıyla uygulanmamasından doğan tıkanıklıklar sürüp gitsin. Sıkıntıları üreten konum içinde sıkıntılardan kurtulabilmenin yolları bulunsun. Biz, bu çalışmamızda yönetime katılma olayına böyle yaklaşıyoruz. Böyle yaklaşıyoruz, ancak, toplumun her katında yapılması gerekli ideolojik, toplumsal ve politik uğraşımın yapılacağı, genişletileceği bir boyut olarak da yönetime katılmanın dışında kalınmaması gerektiğine inanıyoruz.

Yerel yönetim düzeyinde genel bilgilerin derlenmesi olan bu çalışmada konuya yaklaşmaya çalışacağız.

GENEL YAKLAŞIM

Sınıflı toplumlarda ekonomik gücü elinde bulunduran kesimlerin toplumun karar organlarında da etkin oldukları gerçeği kendisini ilk sınıflı toplum biçimlerinden buyana gösteriyor. Toplumlarda karar alıp verme süreci ekonomik anlamda iktidar olgusuna dayanıyor. Bu önce günümüz toplumlarında en yerel ekonomik merkezlerden başlar. Fabrikanın sahibi fabrikayla, üretimle ilgili kararları üreten kişidir. Fabrikadaki işçiler “patron” tarafından alınan kararların üretim sürecinde uygulayıcısı olmanın ötesinde işlev taşımazlar. Ya da böyle istenir.

“Mülksüz” işçi, bu maddi konum içinde üretirken, “etkisiz” işçidir de. Bu etkisizlik toplumsal düzlemde “yabancılaşmayı” ideolojik düzlemde “yalnızlığı” üretir. İşçi, üretim ilişkileri içinde “yalnızdır”. Bu onun toplumsal yaşantısını etkiler. Yaşadığı çevrede yabancılaşmanın tüm etkilemeleri içindedir.

İdeolojik atmosferi elinde bulunduran egemen sınıflar, işçinin, giderek, çalışanın, giderek halkın, yaşamın her alanındaki bu etkisizlik ve yalnızlığına dayanarak egemenliklerini sürdürürler. Belli çıkış noktalarını arayan, teknolojinin yabancılaştırılmasına, üretim ilişkilerinin yalnızlaştırmasına karşı direniş noktaları arayan uğraşım kümelerine karşı çeşitli önlemler alırlar.

Toplumda etkinliğini ortaya çıkarma ve duyurma zorunluğuyla karşılaştıkça, işçiler, üretim araçlarına sahip olmayla karar düzeneğini (mekanizmasını) elinde bulundurmanın ilişki önemini görmeye, bu bağlantıyı kavramaya başlarlar. Ekonomik erk ile yönetim erki arasındaki ilişki sonucu ortaya çıkan kararlar da doğal gelişme içinde hep üretim araçlarına sahip olanlar lehine olmaktadır. İşçi bunu kavramaya başlar.

Bu noktada karşısına bir davranış ve düşünce modeli çıkmaktadır. Toplumda etkinliği sağlayan karar alıp verme yetkisi madem ki üretim araçlarına sahip olma erkiyle sıkısıkıya bağlantılı, bu kararları işçi sınıfından, çalışanlardan yana çıkarabilmek, karar alanını genişletebilmek için de üretim ilişkilerini değiştirmek, üretim araçlarını ele geçirmek zorunludur. Bu düşünce emekçilerin iktidarı demek olan sosyalizm düşüncesidir. Bunun eyleme geçmesi, ereğe ulaşması için geliştirilen strateji, politika ve taktikler de sosyalist uğraşımın araçlarıdır. Bu uğraşımın ne denli uzun evreli, karmaşık ve çok değişkenli olduğu açıktır. Bu hedefe varmada ne gibi stratejilerin, politikaların saptanacağı tartışması emekçilerin toplumdaki egemenliğini isteyen toplumsal sınıf ve katmanlar tarafından hala tartışılmaktadır. Bizim burada konuyu getireceğimiz nokta şurasıdır: Bugünkü toplumsal aşamada üretim ilişkilerini değiştirmenin nesnel ve öznel koşulları madem ki yok, o zaman kurulu üretim ilişkileri içinde emekçi kesimlerin üretim araçlarına sahip olma uğraşımından önce, arar merkezlerini ele geçirmek için neler yapabilip yapamayacaklarıdır. Daha da gerçekçi yaklaşımla bugünkü karar odaklarından ilk elde emekçilerin sözlerinin geçebilmesi için hangi uğraşımların ve modellerin geliştirilebileceğidir. Çünkü bu uğraşım kurulu üretim ilişkileri içinde karar merkezinde çalışanları emekçilerin etkinliklerini sağlamayla bitmeyecektir. Değişen toplumsal yapı onu da ileride başka noktalara götürmeyecek midir, ya da istenilen sosyalist ereğe götürebilir mi? Bu gerçekçi görünmüyor. O zaman kurulu düzen içinde karar mekanizmalarında yer alabilmek hedef olamaz mı? Demokrasi de bu değil midir zaten?

Burada yapılan tartışma iki temel noktada odaklaşmaktadır. Öteki satırlarda söylediğimiz görüş, çalışanların, üretim araçlarını ellerinde bulunduranların karar organlarında etkili olma uğraşımları ve olmalarının emekçilerin iktidarı aşamasına hazırlık olduğu yönündedir. Katılım, bu anlamda, sosyalist örgütlenmenin burjuva toprağına atılan tohumdur[1].

Buna karşı getirilen görüş de katılımı, huzursuzlukları artan ve egemen güçlerin egemenliklerini tehdit etmeye başlayan emekçi kesimleri yatıştırmak, kardan ve karardan pay vererek sakinleştirmek ve egemenliği sürdürmeyi başarmanın yolu olarak değerlendirmektir[2].

Üretim araçlarına sahip bulunan egemenlerin egemenliklerinin somut merkezleri önce üretim birimleridir; çalışma alanlarıdır. Sonra, dalga dalga bu egemenlik toplumun tüm alanlarına yayılır. Tüm üstyapı kurumlarını, devleti ve devletin denetimindeki tüm alanları kapsar. Sosyalist uğraşım, yukarıdan devleti ele geçirme (en büyük karar ve güç kullanımı merkezi), buna dayalı olarak üretim ilişkilerini değiştirme modelinden başlayarak tabandan küçük karar merkezlerini, işyerlerini, üretim alanlarını ele geçirerek yukarı doğru tırmanma modeline kadar tarih boyunca değişik görüşleri uygulama alanında yaşamıştır. Bu değişik uğraşım ve tartışmaları konumuz dışında bırakıp, kurulu düzen demokrasisi içinde işyerlerinde etkin olma, o da tam anlamıyla değil, o işyerinin üretim yapısına karışmadan o yapı içinde çıkacak kararlara etkin olma demek olan yönetime katılma konusuna yaklaşmaya çalışalım.

Bu noktada da başındanberi getirdiğimiz her üretim alanında, üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduranların yönetim erkine o alanda çalışanların katılımı olayını bir somut alana doğru yönlendirelim. Bu da konumuz olan belediyeler olsun.

BELEDİYELERDE YÖNETİME KATILMA KONUSUNDA YAKLAŞIM

Tartışmayı getirdiğimiz noktada belediyeler bir farklı özelliklerini hemen gösteriyorlar. Belediyeler de birer üretim alanıdır. Ancak onlar somut üretim alanlarından, fabrikalardan, işletmelerden ayrılıklar taşırlar. Belediyelerde oradaki üretim araçlarının özel mülkiyeti yoktur, mülk sahibi bulunmamaktadır. Belediyelerde ortaya çıkan kar ve artıdeğer üretim araçlarına sahip olan bir ya da birkaç kişinin cebine gitmemekte, tekrar o kent halkına dönmektedir. O üretim alanının kapitalist anlamda patronu yoktur. Yöneticisi ve işvereni vardır. Bu yönetici ve işveren de o kent halkının demokratik istemi doğrultusunda seçimle ve sınırlı bir zaman için gelmiştir.

Belediyelerde kar olgusu yoktur. Başında, kar yapan (artıdeğeri cebine atan) ekonomik bakımdan gündengüne güçlenen, dolayısıyla karar düzeneklerinde ve toplumda bireysel çıkarından kaynaklanan etkinliği olan kişi bulunmamaktadır. Ancak gene de halkın oyuyla da gelseler belediyelerde karar sürecini elinde bulunduran kişiler karar olayında, bu doğru olmasa da halkın isterleri dışında hareket serbestliğine sahiptirler. Yaşadıkları kentte kendi adlarına bir egemenliği kullanan kişi ya da kişileri denetleme, etkileme gücünden yoksun olan kentli, yalnızca dört yılda bir etkili olmakta, o etkililik de sonuca bakıp beğenip beğenmeme aşamasında kendisini göstermektedir. Oysa, iradesiyle belediye başkanını, belediye meclisini (karar organını) seçen halk dört yıl süresi içinde oradan çıkan kararlara katılabilirlerse belki de sonunda kendi çıkarlarına uygun, beğeneceği bir yönetimle karşılaşacaktır. Kendisini olumsuz etkileyen beğenmeyeceği kararların oluşmasını, dört yıllık çalışma döneminde engelleyebilecektir. Bunun yanısıra, başlarda belirttiğimiz gibi üretim aracı başında üretimin içinde ancak etkisiz, dolayısıyla yalnız ve yabancı kalmayacaktır.

Belediye kent halkının oylarıyla gelen karar ve uygulama merkezlerinden oluşmaktaysa da acaba gerçekte o kent halkının isterleri doğrultusunda karar ve uygulama üretebilmekte midir? İlk bakışta böyle olması gerektiği düşünülebilirse de toplumdaki güç dengelerinin varlığını anımsadığımızda bunu her zaman böyle olmadığını anlayacağız.

Yerel yönetim olayı (belediye), siyasal güçlerin egemenlik alanıdır. Bu iki boyutta kendisini gösterir: a) Merkezi güç (hükümet) ile yerel güçler arasındaki çelişkilerde, b) Yerel birimde (belediyede) yerel güç merkezleriyle emekçi kesimler, tüketici kesimler arasındaki çelişkilerde. Bunu ikisi de Türkiye’de etkin biçimde yaşanmaktadır. Hem belediye boyutunda hem tüm toplumu kapsayacak boyutta görülen siyasal egemenlik varlığı belediyelerde katılımın da(*) düşünsel olarak hareket noktasını oluşturacaktır.

En temelde şu söylenebilir. Bir kente yaşayan halk, o kentin yerel gereksinimlerini karşılamak, sorunlarını çözmek için varolan bir birimin çalışmalarında ve kentle ilgili kararlarında söz sahibi olmalıdır. Sorun sahibi kendi sorunlarının çözümünde hak sahibi olmalıdır. Bu demokratik bir toplumda doğal görülmelidir. Konunun bir boyutu bu.

Öteki boyutu yerel değil, politik ve ideolojiktir. Emekçi kitleler bulundukları kentten başlayarak ülke düzeyinde yönetimde etkin olmalıdırlar. Ülke, azınlığın çıkarları doğrultusunda kararlarla değil, geniş emekçi kesimlerin çıkarları ve isterleri doğrultusunda yönetilmelidir. Bunun nihai aşaması sosyalist örgütlenmedir. Belediyelerde emekçilerin karar ve uygulamalara katılması yaygınlaştığı taktirde tüm toplum düzeyinde emekçilerin yönetimde etkinliği kendisini bir aşamada da olsa gösterecektir. Belediyelerde emekçi kesimler kararlara katılarak, karar üreterek, karar güçleriyle üretim güçlerini birleştirerek yarının demokratik sosyalist örgütlenmesi için deneyim, bilgi ve beceri sahibi olacaklardır. Yarının kadroları buralarda yetişecektir. Bu anlamda belediyeler özellikle önemli laboratuvar görevi görebilirler. Bugün Türkiye’de nüfusun yarısına yakını kentsel yerleşim bölgelerinde yaşamakta ve yerel birimlerden hizmet beklemektedir. Kent nüfusunun hızla artması konunun önemini de arttırmaktadır. Toplam nüfusumuzun %40’a yakını 10.000 ve daha yukarı nüfuslu yerleşme birimlerinde yaşamaktadır. “Önümüzdeki yirmi yıl içinde bugünkü 15 milyon nüfusa ek olarak 25 milyon kişi daha nüfusu 2.000’den büyük yerleşmeler olan belediye sınırları içinde yaşayacaktır.”[3] Böyle geniş halk kesiminin karmaşıklaşan kent ilişkileri içinde kendi sorunlarının çözümüne talip olması ve bu istemin yaşama geçirilmesi en azından demokrasinin yaşamın her katına yaygınlaştırılması demek olacaktır.

Gittikçe daha geniş bir alanda ve çok sayıda halkın kendi sorunlarının çözümü için istekli olması ve yerel yönetimlere ilgi duyması bir yandan ülkede demokratikleşmeyi ve önemini gündeme getirirken öte yandan da yukarıda sözünü ettiğimiz dikey ve yatay toplumsal güçlerin çatışmalarını ön plana çıkarmaktadır. Bir yöntemli bu çatışmaları doğuran çelişkileri geniş halk kesimleri yararına çözmeye çalışmakta belediyeler örgütlenme düzeyinde önem kazanmaktadır.

Sorunları artan ve kentleşme süreci içinde bulunan kentlerin yönetimlerinin çalışan ve tüketici kesimlerden yana el değiştirmesi süreci geçtiğimiz yıllarda hızlanmıştır. Özellikle büyük kentlerimizde ve emekçilerin yoğun olduğu yerleşme birimlerinde belediyelerin yönetimi merkezi yönetimin (hükümetin) karşısındaki emekçi güçlerin desteklediği ekiplerce ele geçirilmiştir. Bu durum, merkezi yönetimle yerel yönetim arasında ayrılık doğurmuştur. O güne değin kendi pratik kadroları elinde bulunan yerel yönetimlerin bundan böyle kendisine karşı politik kadrolar eline geçmesiyle merkezi yönetim bu gelişmeye karşı tavır almıştır. Merkezi yönetim, ilerici, demokrat, devrimci yerel yönetimleri başarısız kılmak için tüm politik ve ekonomik engellemelere ve sıkıştırmalara başvurmaktadır. Bu dikey çelişki yerel yönetimleri çalışmalarında zorluklarla karşılaştırmaktadır. Halktan yana bir belediye yönetimi bu zorluğu bir yolla aşabilir. Kent halkını, modeller geliştirerek karar ve çalışmalara etkince katma yoluyla aşabilir.

Burada kent halkı derken belediyelerde çalışan insanları da düşünüyoruz. Yerel yönetimler, merkezi yönetimin baskılarına karşı direnişlerini arttırmak, engellemeleri boşa çıkartmak için halkın, dolayısıyla çalışanların kitlesel desteğini sağlamalıdır. Yerel yönetimler, kendilerinin, merkezi yönetimin baskı ve engellemelerine karşı ancak kendilerini seçen halk kesimlerinin kalıcı ve sürekli desteğiyle başarılı olabileceklerini görebilmeli, mutlaka çalışanlarının ve diğer halkın yönetimde ağırlıklarını arttırabilecekleri düzenekleri geliştirebilmelidirler. Bu, katılımcılık ve yönetime katılmaktır.

Bu sayede, halkın katılımı, çalışanın yönetime katılımıyla belediyenin kıt kaynakları da genişleyecektir. Karar verimliliği artan belediyede üretim de artacak, kaynaklar zenginleşecektir. Halkın edimsel (fiili) katılımı birçok sorunun merkezin ağırlaştırma girişimlerine karşın çözümlemesini sağlayacaktır.

Ayrıca, yerel halkın gereksinimini karşılamakla görevli olan belediyeler bu hizmetlerin saptanması, toparlanması, yerine getirilmesi için yerel halka sürekli iletişim içinde olduğu taktirde kendi çalışmalarının başarıya ulaştığını görecektir. Bu iletişimin bir yanı olan belediye örgütlü bir kurumdur. Öteki yanı halk da örgütlendiği taktirde iletişim sağlıklı olacak, işleyecektir. Bu, katılımın ilk adımıdır. Katılım halkın örgütlenmesini gerektirir. Kent halkı hem politik, hem ekonomik ve mesleksel çıkar kümesi ve hem de mahalle kurulları olarak örgütlenecektir.

Yerel yönetimlerde halkın ve belediye çalışanlarının katılımı yönetime katılımı ülkede demokrasinin varlığına bağlıdır. Demokrasinin bulunmadığı toplumlarda halkın ve çalışanların yönetime katılması olamayacaktır. Olsa olsa korporasyon örgütlenme modeli getirilecektir ki bu da tekelci sermayenin ve yandaşı egemenlik merkezlerinin etkinliği olacaktır. Demokrasinin sınırlı, yönetenlerin demokratik işleyişten rahatsız olduğu ülkelerde belediyelerde katılımın sağlanması merkezin tepkilerini de çekecektir. Ancak buna karşın belediyelerde yaşatılacak, yaşatılabilecek demokratik işleyiş ülke düzeyinde halkın soluk alıp vermesine yarayacağından umut kaynakları merkezi yönetimin baskıları ne ölçüde olursa olsun kurumayacaktır. Belediyeler bu konumda, halkın genel demokrasi uğraşımını besleyip yönlendirecektir.

Bir de yukarıda andığımız yatay çelişki vardır ki dikey çelişki kadar halkın katılımını zorunlu kılmaktadır. Kentte yerel ağırlıkları olan esnaflar, spekülatörler kentin diğer tüketici kesimleri karşısında daha çok seslerini duyurabilmekte, karar merkezlerine daha kolay gelebilmektedirler. Örneğin taksici, minibüsçü, tüpgazcı, lokantacı, hamamcı, fırıncı, yapsatçı gibi esnaf kesimlerin çıkarları kendi aralarında büyük oranda çelişmezken bunların tümünün çıkarları tüketici halkın çıkarlarıyla çelişmektedir. Temsili demokrasi denilen kentsoylu demokrasinin kuralları gereğince de belli karar odaklarına seçilen temsilciler tüketici halkın, işçinin, memurun, ev kadınının temsilcileri değil, esnaf temsilcileri olmaktadır. Böylece belediye meclislerinden çıkan kararlar yerel çıkar kümelerinin, esnafın çıkarı doğrultusunda olmaktadır.

Oysa belediye başkanları öncelikle geniş tüketici halk kesimlerinin oylarıyla seçilmektedir. Belediye meclislerinde birlikte çalıştıkları dar çıkar kümelerinin çıkarları arasında kalmaları çalışmaları güçleştirmekte, ancak sonuçta kararlar tüketici halkan yana değil, rantçı çıkar kümelerinin çıkarları doğrultusunda olmaktadır. Bu olumsuzluğu yıkabilmenin en etkin yolu belediyede çalışan ve kentte oturan halkı karar sürecine sokabilmektir. Yani yönetime katmadır.

Bugün Türkiye’de 2000’e yakın belediyede yaşayan hemen hemen nüfusun yarısının yerel yönetime katılması halkın örgütlü gücünü arttıracaktır. Hem merkezi yönetimle hem yerel çıkar kümeleriyle uğraşımda örgütlenme bilinci gelişen halk ekonomik değilse bile toplumsal düzlemde ağırlık koymasını öğrenecektir. Bu, maddi etkinliklere olduğu kadar politik, ideolojik gelişmeye de yansıyacaktır.

İdeolojik düzlemde baktığımızda işçi sınıfı bir yandan toplumsal dönüşümde en büyük role sahip toplumsal kesimdir ve hem de tüketicilerin en örgütlü kesimidir. Kentsel yaşamın da en örgütlü kesimidir. Bunların bir modelle belediye yönetiminde etkinleşmeleri sınıf politikaları açısından da önem taşımaktadır. “Çünkü, birincisi, belediye yönetimleri işçi sınıfına iktidar talebi kazandırıcı bir nitelik taşımaktadır. İkincisi, halkın ekonomik ve sosyal eğitimine etkin ve yararlı olmaktadır. Üçüncüsü, belediye yönetimlerine işçi sınıfı ve emekçi halktan gelenler somut örnekler verme, gösterme olanağını sağlamaktadır.”[4]

Belediyelerde yatay çelişkinin geniş tüketici halktan yana giderilmesi konusunda belediye meclislerinde etkin olan yerel çıkar kümelerinin tüketici halka karşı aldıkları kararların ve uygulamaların denetlenmesi sorununu da gündeme getirmektedir. Bugün için seçilmiş birimler olsalar da belediyeleri halkın denetleme düzeneği yoktur. Hükumetlerin, vardır. (İçişleri Bakanlığı.)

Kentte yasayla belediyelere verilmiş denetim görevi de çarpıklık göstermekte, mantıktan uzak bulunmaktadır. Halkın, çalışmalarını dört yıllık süresi içinde denetleyemediği belediyenin kentsel yaşamı düzene koymada denetim görevini hangi koşullarda yerine getirdiği ilginçtir. “Belediyenin denetim işlevi denince akla birbirinden farklı dört alan gelmektedir. Bunlar ekonomik, veteriner, yapı ve sağlık olarak sıralandırılabilirler.”[5]

“Ekonomik denetim asıl olarak esnafa dönük bir belediye çalışmasıdır.” Hayvan sağlığı denetimi celep ve tüccara, yapı denetimi yapsatçılara, yapsatçı mimarlara, sağlık denetimi de esnafa, tüccara dönüktür. (Lokantacılar, uncular, hamamcılar, fırıncılar vb.) Tüm bu meslek kümeleri belediye meclisi içinde egemendir. Oysa bunları işyerlerinde denetlemekten çıkarı olanlar tüketici geniş kentsel halktır. Burada ancak işçiden, memurdan, ev kadınından temsilcilerin egemen olacağı bir belediye meclisi ciddi bir denetimi gerçekleştirebilirler. Oysa bu kesimler belediye meclisinde yok denecek kadar azdırlar, kentte de bütüncül bulunma olanakları-hiç değilse bugün için yoktur.

Kentsel denetimi, denetimden rahatsız olan kesimler denetim organlarındaysa başarabilmenin olanağı yoktur. Bu sorunu da sağlıklı çözmenin yollarından başlıcası katılımdır. Tüketici halkı ve çalışanları yönetime, karara, yürütme kararlarına katmak, denetim ağırlıklarını duyurmak demektir. Belediye meclisi içindeki egemen esnaf kümelerine karşı tüketici halkın sesi, eğer o meclise girebilme gücü yoksa, ki yoktur, katılım modeliyle toparlanabilir, duyurulabilir. Belediye meclisi içinde kurulamayan çıkar dengesi dışardan destekle kurulabilir. Esnafın tüketici halk zararına belediye meclisi içinde odaklanan direnci, tüketici halkın katılımıyla kırılabilir. Belediye ancak böyle, çağdaş, demokratik belediye olabilir, halkın belediyesi olabilir.

17-18 Kasım 1977 günleri TMMOB tarafından düzenlenerek Ankara’da yapılan “Yerel Yönetimler ve Güç Yapısı Semineri”nde konuyu tartışan 1974-1977 döneminde İzmit Belediye Başkanlığı yapan Erol Köse belediye meclislerinde esnafın egemenliğini şöyle vurgulamaktadır. “Belediye meclisleri kentte oluşan rantları ceplerine indirenlerin toplandığı yerlerdir. Şoförler Derneği temsilcileri, uncular, yapsatçılar, arsa spekülatörleri… Emekçi halk çoğunluğunun temsilcileri ise adeta serpiştirilmişlerdir. Biz belediyeler olarak ister istemez halkın soyulmasına aracı oluyoruz. Bu sistemde halkı soyanlar bizi araç olarak kullanıyorlar.”[6] Köse, konuyu ilginç bir yaklaşımla, katılım açısından ise şöyle değerlendiriyor. Belediye meclislerinde çeşitli çıkar kümelerinin temsilcilerinin bulunması, emekçi kitlelerin ise belediye meclislerinin içine “adeta serpiştirilmeleri” bir “yönetime katılma” olayıdır. Aslında bu yığınların onun temsilcilerinin yönetime gelmesi olayı demokratikleşmenin gerçekleşmesine ve halkın belediyesiyle bütünleşmesine yardımcı olacaktır.

Yönetime katılmanın yanısıra esnafın belediye içindeki egemenliğini kırabilmenin bir başka yolu da “aynı zamanda üretici, dağıtıcı ve satıcı belediye modelinin gerçekleştirilmesidir.” Bu, üretken belediye ilkesi uyarınca şirketler, kooperatifler yoluyla belediyelerin üretime geçmesi, benzer örgütlenmelerle dağıtımı yapması ve tüketici halka ulaşacak merkezleri geliştirmesi ile yaşama döner.

Bu ikili örgütlenme birbirini etkileyecektir. Halkın kararlara katılması arttıkça beledriyenin üretkenliği artacaktır. Çünkü bu halkın çıkarına dönüktür. Üretkenliği artan belediyede halkın sesi daha çok duyulacaktır. Öteyandan, belediyenin “üretken, dağıtıcı ve satıcı” konuma geçmesi halkın bu kararı alacak ağırlığı göstermesine bağlıdır. Çünkü iş, belediye meclislerinde egemen olan çıkar kümelerine kaldıkça belediyenin üretken, dağıtıcı ve satıcı olabilmesi sözkonusu olamayacaktır.

Halkın çalışanlarıyla birlikte belediyelerde yönetime katılması olayını olumlu değerlendirirken, belediyenin zaten kentte yaşayan halkın temsilcilerinden oluştuğu, dolayısıyla halk yönetimi olduğu, katılımın gerekmediği görüşlerine karşı söylenmesi gereken bir önemli nokta var. Kentsoylu demokraside katılım birçok engellemelerle, sistemle bütünleştirilmiş ögelerin katılımını sağlayan bir yapıya sokulmuştur. Örneğin, belediye meclisi üyeleri belli azınlık kümelerinin temsilcileri ve parti delegeleri tarafından önce seçilip, halkın önüne dar bir seçenek olarak çıkarılmaktadır. Bu durumda seçim aslında önceden yapılmış, halka sadece seçilenlerin içinden seçme hakkı verilmiş olmaktadır. Oysa, delegelerle çıkar kümelerinin adaylarının saptanması yerine kişilerin, siyasal örgüte kayıtlı tüm seçmenlerin katılacağı seçimle saptanacak adaylar arasından seçilmesi yapıyı daha da demokratikleştirecektir. Bu durumda bile ekonomik gücü yüksek olan kimselerin aday olma ve seçilme şansları fazla olacaktır. İşte bu noktada edilgen dışarda kalan, güçsüz ancak geniş tüketici halkın katılımının önem ve değeri ortaya çıkmaktadır. özetle, temsilciler aracılığıyla seçilenlerin katılma olayında halkı temsil etmede yeterlikleri, üzerinde titizlikle durulması gereken nokta olmalıdır.

BELEDİYELERDE YÖNETİME KATILMA MODELLERİ

Belediyede yönetime katılma modelini burada ayrıntılarına inerek geliştirecek değiliz. Bu, değişik biçimlerde, yerel gereksinim ve koşullara uygun olarak geliştirilebilinir. Biz de şu kanıyı taşıyoruz ki, “özyönetim veya yerel yönetim, formülleri belirli örgütlenme şekillerinden çok bir özlemi dile getiriyorlar.”[7] Model nasıl örgütlendirilirse örgütlendirilsin, geniş emekçi halk yığınlarının seslerini duyurma, karara, yönetime katılma, hatta bunun da ilerisinde yönetme özlemlerini görmek ve konuyu ona göre değerlendirmek zorundayız.

Ancak yine de belediyelerin üretimi araçlarının tek sahibi olan patronların yönetimindeki bir kişisel üretim birimi olmayıp halka hizmet götüren ve “işveren”in yeterli ya da yetersiz halk tarafından seçilen bir üretim birimi olmaları buralarda, diğer işyerlerinden daha farklı modellerin geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Belediyelerde yönetime katılmayı üç boyutta düşünebiliriz.

– Dört yılda bir yapılan seçimlerde kentsel çıkar kümelerini karşısında tüketici halkın ağırlıklı katılımıyla belediye meclisinin oluşturulması.

– Belediye çalışanlarının kararlara katılmaları.

– Kent halkının yerel örgütlenmeler yoluyla (örneğin, mahalle kurulları) kararlara katılmaları.

Görüldüğü gibi burada üç katmanda katılım vardır. Belediyelerin özelliğinden ötürü secimle gelen karar organlarının (belediye meclislerinin) halkın içinden gelmelerini doğrudan yönetime gelme diye anlıyoruz. Katılma terimini kullanmamızın nedeni, tüketici kent halkının çıkarlarına karşı olan çıkar kümelerinin (seçim ve toplumsal yapı gereği) daha çok sayıda seçilmeleri, gerçek tüketici çıkarlarını temsil eden kesimlerin yerel seçimlerde ancak “katılma” düzeyinde meclise girebilmeleridir. Delege sistemiyle halkın temsilcilerinin doğrudan seçilmeyip saptananlar arasından seçilebilmesinin gerçek yönetime gelme düşüncesini yaraladığı, uygulamada da sonucun belirttiğimiz yönde olduğu gerçektir. Halkın geniş kesimlerinin sesi belediye meclislerinde bu aşamada çok cılız ve örgütsüz duyulacaktır, bir başka deyişle, hiç duyulmayacaktır.

Belediye çalışanları da o kentin yaşayanları ve tüketicileridir. Örneğin Ankara’da belediyede çalışan 20.000’i aşkın kişi aileleriyle birlikte 100.000 kişilik bir Ankaralı kesimi oluşturmaktadırlar. Bunlar yönetime katılmadıkları sürece kentin çalışmalarına katılıyor, ancak sesleri çıkmıyor demektir. Oysa Ankara’nın hizmetlerinin yerine getirilmesi konusunda sesleri ençok duyulması gereken kişiler hizmetleri yapanlardır. Çünkü onlar, “somut şartları olarak belediye yönetiminin bi parçasıdırlar.”[8] Bunların, belediyenin yönetimine katılmaları, güncel anlamda “yönetime katılma”dır.

En genel boyutta katılım, kent halkının belediyenin karar, etkinlik ve çalışmalarında söz ve karar sahibi olmalarıdır. Mahallelere götürülecek hizmetlerde öncelik konusunda halkın düşüncelerinin karar düzeneklerine yansıtılması hizmetlerin verimliliğini getirecektir.

Halkın belediye hizmetlerine ve kararlarına katılımı iki yolla olabilir.

a) Belediyelerde yapılacak kurumlaşmalar yoluyla,

b) Mahallelerde yapılacak kurumlaşmalar yoluyla.

Belediyelerdeki kurumlaşmalardan, halkın katılımın sağlayacak örgütlenmelerin belediyelerde gerçekleştirilmesi kastedilmektedir. Örneğin, kooperatifler kurarak bir belediye halkın hiç değilse o konudaki kararlara katılımını sağlayabilir. Kurulacak konut, tüketim kooperatiflerinde kooperatif ortağı olan halk, belediye karar organlarıyla birlikte bu kooperatiflerin yönetiminde söz sahibi olabilecektir. Ya da şirketler kurarak belediye, belli hizmetlerin üretiminde şirket yönetimini elinde bulunduran halk kesimlerinin belediyeyle birlikte kararlara katılımını sağlayabilir. Kuşkusu burada belirli kişilerin kuracağı şirketler değil, küçük birikimlerinin üretime yönelten kesimlerin kuracağı şirketler anılmaktadır.

Belediye birimlerinden gelen örgütlenmelerle katılımın yanısıra yöresel örgütlenmelerle halkın katılımı etkin bir katılım modeli olarak ele alınabilir. Mahallelerde konut bütünlükleri başına seçimle görevlendirilmiş kişi ya da kurullar, bu bütünlükleri birleştiği mahalle düzeylerinde yönetim kurulları oluşturarak, mahalle ile belediye arasında iletişimi sağlayabilirler. Mahalle kurulları temsilcileri olarak muhtarlar da görev alabilirler.

Mahalle kurullarının nasıl oluşturulması gerektiğine deygin çeşitli zamanlarda çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Ankara Belediyesinde de 1974-1977 döneminde belediye uzmanlarınca geliştirilen modeller dosyalar arasında durmaktadır.[9] Belediyeler tarafından geliştirilecek yönergelerle mahallelerde ne tür bir sistemle halkın temsilcilerini seçebileceği, bunların belediye meclisleri yanında ne tür bir ilişkiyle kararlara katılabileceği bir düzene bağlanabilir. Kuşkusuz bu modeli varolan belediye meclislerine de benimsetebilmek ayrı bir uğraş isteyecektir. Ancak, kendisini halkın gerçek temsilcisi sayan ilerici, demokrat belediye başkanları bunu başarmanın yollarını bulabilirler.

Mahalle kurullarının oluşturulmasında iki hareket noktasından yola çıkılabilir. Birincisi, belediye kaynaklıdır. Belediye, istemler, mahalleye uzanır, muhtarın ya da diğer yerel önderlerin girişimleriyle kurul kurulur. Ya da mahallelerde yerel insiyatifle kurulan kurullar belediyeye uzanarak dileklerini iletebilir, denetim için zorlayabilir, etkinlik isteyebilirler. Bu iki tür yaklaşımın yerel koşullara göre değerlendirilip bir sisteme bağlanması ve karar merkeziyle bütünleştirilmesi katılımı tam anlamıyla ortaya çıkaracaktır.

Halkın katılım isteğini uyandıracak etkinlikleri yapmak belediyeler tarafından esirgenmemelidir. Belediyelerin yörelerde çalışmaları sırasında uygulayacakları politikalar katılım isteğini arttırabilir. Örneğin, hizmet götürülen yöreye yollanan belediye işçilerinin o yöre halkından olması.

Güncel anlamıyla yönetime katılmayı düşündüğümüz boyut belediye çalışanlarının katılımı idi. Burada da değişik örgütlemelerle belediye çalışanlarının yönetime katılmaları sağlanabilir. Bu da ana başlıkla

a) örgütlü yönetime katılma,

b) örgütsüz yönetime katılma olarak ayrılabilir.

Belediyelere örgütlü yönetime katılma modelinde rol çalışanların örgütlerine düşmektedir. İşçiler sendikaları aracılığıyla, memurlar da dernek ve odaları aracılığıyla temsilcilerini belediye meclisleri ya da diğer aşamadaki karar merkezlerine yollayabilirler. Bunların adı “sendika temsilcileri”, “dernek temsilcileri”dir. Sendika ve dernek temsilcilerinin, işyeri birimlerine göre kurallar oluşturmasıyla çalışanların ortak kararlarının oluşması ve toparlanması sağlanacaktır. Bu modelde örgütsüz çalışan kesimlerin yönetime katılımları sözkonusu değildir.

Örgütsüz yönetime katılma modelinde ise salt örgütsüz olan çalışanların katılması değil, örgüt etkinliği olmadan, örgütlü örgütsüz tüm çalışanların yönetime katılması anlatılmak istenmektedir. Burada temsilcilerin seçimi işveren tarafından yönerge uyarınca belirli zamanlarda işyerlerine konulacak sandıklarla yapılacaktır. Adaylar, sendika, dernek gibi örgütler tarafından seçilmeyecek, isteyen adaylığını koyabilecektir.

Bu yöntemle seçilen işyeri temsilcileri de aralarında işyeri temsilciler kurulları oluşturup etkinliklerini arttırabilirler. Ancak bu tür modelde karara katılacak temsilciler sendikal örgütlerinden bağımsız olacaklarından işveren daha kolaylıkla yaklaşılabilip emekçi çıkarlarına ters düşen kararlara imza atabilirler.

Katılmanın tüm boyutuyla gerçekleştirilmesinin ilk adımı önce çalışanlarını yönetime katılacağı sistemin geliştirilmesidir. Belediye çalışanının yönetime katılması olamazken halkın belediye çalışmalarına ve kararlarına katılımı zorlaşacak ya da istendik verimi getirmekten uzak kalacaktır.

ANKARA BELEDİYESİ VE GENEL-İŞ ÖRNEĞİ

Yukarıdanberi anlattığımız belediyelerde yönetime katılma modelinin Türkiye çapında geliştirilmesi için yasal yapının oluşturulması kuşkusuz konuya oldukça yol aldıracaktır. Yasal düzenleme içinde sağlıklı bir katılma beklenen yararları enüst düzeye çıkaracaktır. Ancak, çıkar çelişkileri, sınıfsal yapı ve egemen devlet biçimine baktığımızda belediyeler için bu tür bir yönetime katılma modelini beklemek özellikle kısa süre için hayal olacaktır. Türkiye’de kentlerde, belediye sınırları içinde yaşayan emekçiler, tüketici halk herşeye karşın yönetime katılabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeler uğrunda sürekli uğraşım vermelidirler. Ancak bu sonuç kısa süreli olamıyor diye oturup beklemek de kazandırıcı değildir. Öyleyse varolan tüzel ve toplumsal yapı içersinde sağlanabildiği kadar yönetime katılmayı gerçekleştirmek de egemen güçleri zorlamak, emekçi güçlere konunun yararını göstermek bakımlarından önem taşımaktadır.

Olanak bulunabildiği heryerde yönetime katılmanın en edimsel yolu işçilerin toplu iş sözleşmeleri yoluyla katılmayı işverenlere kabul ettirmeleridir. Bu işyeri ve iş alanlarında burçların birer birer ele geçirilmesi demek olacaktır. Burada sendikanın önderliği de olayın saptırılmamasını olabildiğince sağlayacaktır.

Toplu iş sözleşmeleri yoluyla işverenlerin işyerlerinde yönetime katılmayı yer yer kabul ettiren sendikalar vardır. Bunların başında DİSK Genel-iş gelmektedir. İşkolu sözleşmelerine konulan maddelerle yönetime katılma olayına işçiler yetersiz de olsa katılmaya başlamışlardır. Türkiye’nin birçok belediyesinde olduğu gibi Ankara Belediyesinde de sendika üyelerinin yönetime katılması parçalanmış bir yapı içinde görünmektedir. Örnek olarak aldığımız Ankara Belediyesi ile DİSK Genel-İş sendikası arasında bağıtlanan 1979-1981 işkolu Toplu iş sözleşmesinde bu durum değişik modellerde belirginleşmektedir. Örneğin, yıllık ücretli izin konusunu düzenleyen 50. Maddede izin kurulları kurulmasından sözedilmektedir. İşçilerin izne çıkma sıralarını, günlerini belirleyen izin cetvelleri “İşyeri İzin Komiteleri”nce düzenlenecektir. Bu komiteler “Ücretli İzin Yönetmeliği”ne göre saptanacaktır.[10]

Sözleşmenin 54. Maddesi, 8. Bölüm başlığı altındadır. Bölüm özyönetim adını taşımaktadır. (Burada verilmek istenen ifade özyönetim de olsa yapılan, aslında yönetime katılmadır.) 54. Madde başlığı da “Genel Yönetim ve Disiplin Kurulunun Oluşması ve Kararlar” adını taşımaktadır. Kurul iki sendika, iki de belediye temsilcisinden oluşturulmaktadır. Kurul başkanı işveren temsilcileri arasından işverence seçilir. Başkanın oyu iki sayılsa da “işçilerin meslekleri dışında işyeri ve iş değişiklikleri, yevmiye kesim cezaları ile bildirimli ve bildirimsiz işten çıkartma kararlarında kurul başkanı tek oya sahiptir.”

Kararların belediye başkanlığınca onaylanmasında bu yönetime katılma modelinde emekçilerin salt katılımının sözkonusu olduğunu, kararlarda etkin olamayacaklarını göstermektedir.

66. Maddeyle kurulan “İşçi Sağlığı ve İşgüvenliği Kurulu” da bu aşamadaki yönetime katılmadır. Kurul, işyeri doktoru, o yoksa işverenin görevlendireceği bir kimse, işyeri müdürü, o yoksa işyerinden sorumlu kimse ve genel yönetim ve disiplin kurulunda görevli sendika hakem üyelerinden biri üçlüsünden oluşmaktadır. Görüldüğü gibi burada da işçiler bir, işveren, iki temsilciyle katılmışlardır. Kurul başkanı da işveren temsilcilerinden olacaktır.

Ankara Belediyesinde ortaya çıkacak hasar ve zararların saptanması ve ödeme biçiminin seçilmesi de işçileri katıldığı bu kurul tarafından yapılacaktır.[11] “İşçinin yaptığı hasar ve zararların saptanması için her müdürlükte üçer kişiden oluşan “Hasar ve Zarar Tespit Kurulu” kurulur. Bu komisyon:

a) İşveren temsilcisi,

b) Genel Yönetim ve Disiplin Kurulunun sendika üyelerinden biri,

c) Olayın özelliğine göre işyerinde işten anlar, işveren ve sendika tarafından göstereceği adaylar arasında Genel Yönetim ve Disiplin Kurulunca en fazla oy alanlardan birincisi asil, diğeri yedek seçilen komisyon olayın özelliklerine göre olay yerinde veya işyerinde hasar ve zararları saptar.”

Görüldüğü gibi üç kişi bir işveren, bir işçi, bir de tarafsız bilirkişiden oluşturulmaktadır.

İşkolu sözleşmesinde ek madde bir ile belediye bünyesinde kurulacak spor klüplerinin yönetimi ve denetimi de “sendika ve işverence ortaklaşa eşit sayıda temsilcilerle yapılır. “Doğrudan bir yönetime katılma ve belediyenin zorunlu görevlerinden olmasa da belediyede zorunlu görevlerinden olması da belediyede bir birimdeki yönetim olayına eşit sayıda sendikalı işçinin katılımını mevzi katılım olarak değerlendiriyoruz.

Ayrıca işyeri düzeyinde bağıtlanan sözleşmede ve önceki sözleşmelerde de Sınava Kurulu (işe alınma ve terfilerde kararlara katılma), Yönetime Katkı Kurulu (belediyelerde özyönetim uygulamasına geçişi sağlayacak kurul) gibi kurullarla da sendikalı çalışanlın katılımın görüyoruz.

Kuşkusuz bunlar amaca hizmetten uzak olup tam anlamıyla bir yönetime katılma değildir. Yetersiz ve dağınıktır. Ayrıca etkinlikleri de tartışma götürür. 1977 yılında Ankara’da yapılan Yerel Yönetim ve Güç Yapısı Seminerinde konuşan Ankara Belediyesinden Ceyhan Mumcu, toplu iş sözleşmesiyle özyönetimle ilgili birçok ileri hükümler taşıyan kurallar oluşturulmasına karşın sendikanın bir kısım kurullara üye göndermemiş, üye gönderdiği kurullarda da izlenen tavrın herhangi bir karar alınmasını değil alınmamasına yönelik olduğun söylemiştir.[12] Mumcu’nun işveren sözcüsü olarak konuştuğunu değerlendirmek bile sözlerinde gerçek payının olması mümkündür. Çünkü yönetime katılma katılacak kesimde de bir plan hazırlığı, özeğitimi gerektirir. Sendika, salt toplu sözleşmelerine bu kurulları getirmekle görevini yapmış sayılmamalıdır. Yönetici ve temsilcileri hatta üyeleri arasında yapacağı eğitimlerle onları yönetime katılmaya hazırlamalıdır. Bu, bilgi ve birikim işidir.

Toplu iş sözleşmeleri yoluyla yaygınlaştırılacak yönetime katılma modelinde bilgi, beceri yanında kuşkusuz deneyim birikiminin de önemi büyüktür. Bu çalışmaların zaman içinde kazanılan deneyimlere koşut olarak sağlıklı raya oturacağı açıktır.

Genel-İş Sendikasının Ankara Belediyesiyle yukarıda özetlediğimiz yönetime katılma çalışmaları toplu iş sözleşmesi düzeyinde küçüklü büyüklü birçok belediyeyle de geliştirilmiştir. Toplu iş sözleşmelerine işkolu düzeyinde maddeler koyarak konuyu Türkiye düzeyinde ele alan Genel-İş Sendikasının yönetime katılma uğraşımları dışında bir de konuya ideolojik yaklaşımını incelemekte yarar vardır.

Sendikanın bu konuda geniş bir çalışması olmamakla birlikte yöneticilerin yaptıkları konuşmalar, sundukları tebliğlerden kimi görüşleri almak olasıdır. DİSK Genel-İş Sendikası Genel Sekreteri Ertan Andaş’ın “İktisadi Devlet Teşekküllerinde Yönetime Katılma Yasal Yoldan mı Toplu Sözleşmeler Yoluyla mı Olmalıdır” konulu tebliğinde görüldüğü gibi “Yönetime katılma işçi sınıfının tek ve nihai amacı olamaz. İşçi sınıfı, ekonominin ve toplumun yönetiminin tümüne taliptir. Çünkü kendi sınıfsal kurtuluşunun da verimliliğin en yüksek düzeye çıkmasının da egemen sınıf olarak örgütlenmesine bağlı olduğuna inanmaktadır. Bu ise işçilerin yönetime katılması değil, işçi sınıfının yönetimi demektir.”

Genel İş Sendikası yönetime katılma olgusunun burjuva yorumunu kesinlikle reddetmektedir. Tebliği “işçi sınıfı onu başlıbaşına ve kendi içinde yeterli bir amaç olarak değil, aksine, sınıf mücadelesinin bir alanı ve işçi haklarını genişletmenin ve devrimci dönüşümleri hızlandırmanın bir aracı olarak görür.” demektedir.

Andaş’a göre, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında yönetime katılma konusunda yorum, biçim, alan ve amaç bakımından temel farklılıklar vardır. Bunun doğal sonucu olarak da yönetime katılma konusu sınıfı mücadelesinin sürdürüldüğü bir alan olagelmiştir. “Bu itibarla bu uğraşımın gerektirdiği boyutta konuya bakılması gerekmektedir.”

Genel-İş Sendikasının Ankara ve diğer belediyelerde toplu sözleşmeler yoluyla geliştirmeye çalıştığı yönetime katılma olayını bu görüşlerin ışığında görmek ve değerlendirmek doğru olacaktır. “Devrimci dönüşümleri hızlandırmanın” aracı olarak yönetime katılma uğraşımının bir kanadı da bu uğraşımı sürdürecek işçilerin (üyelerin) bu ortak çalışmaya hazırlanması ve eğitilmesidir. Bu eğitimin önemi Ertan Andaş’ın sözlerinden de ortaya çıkmaktadır.

SONUÇ

Yönetime katılmayı salt yönetime katılma olarak görmek, bunu tekbaşına amaç durumuna getirmek, kuşkusuz kurulu sistem içinde rahat konum aramaktan başka işe yaramayacaktır. Bu yanlış bir görüştür. Yönetime katılmayı, geleceğin gerçek demokratik dönüşümü için kadroların birlikte yaşamaya, karar almaya, üretmeye ve yönetmeye katılmayı öğrenmeleri yönünde deneyim düzlemi olarak görmek emekçi sınıfların dünya görüşlerine daha uygun bir görüş olacaktır. Yarının doğrudan doğruya yönetime aday olan işçi sınıfı bugün kazandığı geçici mevzilerle kendisini geliştirecek, istemini güçlendirecek ve kendisini kanıtlayacaktır. Genel-İş Sendikasının konu üstündeki görüşü bu bakımdan gerçekçilik ve tutarlılık taşımaktadır.

Üretim ilişkileri değiştirilmedikçe katılımdan da verim almak bir ölçüden öteye gidemez.  (Kuşkusuz bu değiştirme emek ile üretim araçlarının bütünleştirilmesi biçiminde olacaktır.) Hatta tam tersine sistem, onu da kendisine uyduracak düzenekleri geliştirecektir. Bu yüzden işçinin, halkın yönetime katılmasından kesin dönüşümler boyutunda birşey beklememek gerekir. Bu yönetime katılmanın yararları hazırlık ve deneyim kazandırmadan öteye geçmeyecektir.

Öteyandan, “toplum yaşantısını yönlendirecek siyasa ve önerilerin biçimlenmesini halkın paylaşması eylemi”[13] olarak tanımlanan halk katılımı salt katılım olarak kalmalı mıdır? Sanıyoruz ki, bu katılım olayı, halkın kendi kendisini yöneteceği sistemin kurulmasına, buna yönelik olarak üretim ilişkilerinde değişikliklerin gerçekleştirilmesine değin, belki, değer taşımalıdır.

Bir yönüyle olayı böyle değerlendirirken yönetime katılma olayının tamamen karşısına geçmek de bizce doğru görülmemektedir. “Madem ki iktidar olayı ekonomik, politik, ideolojik, kültürel her düzeyde belirli güçsüzleştirme, kontrol ve baskı mekanizmalar geliştirmiş ve madem ki bu mekanizmalar üretim süreci de dahil sistemin her kurumunda somutlaşıyor, bu sistemin değişmesine yönelik bir mücadele her kurumdaki güç ilişkilerini sorguya çekmeye mecburdur. Arzulanan türde bir demokrasi, ancak sistemin yeniden üretimini destekleyen her kurumda, gerçek ve sürekli katılım ve özyönetimle gerçekleşebilir.”[14]

Burjuvazinin egemen olduğu her alan emekçi sınıfların ağırlıklarını koymaları ve ancak bu ağırlıklarını sürekli arttırmaları uğraşımı içinde yönetime katılma olayının büyük rolü olacaktır.

Yönetime katılım ile demokrasinin yaygınlaştırılması, demokratikleşme sürecinin hızlandırılması ve demokratik kurumlaşmasın geliştirilmesi sağlanacaktır. Belli ellerde halktan ya da toplumdan üreyerek biriken rantın geniş tüketici halk yığınlarına döndürülmesi gerçekleştirilebilecektir. Bu sayede belediyelerin üretkenlikleri artacak, hizmet sıgaları büyüyecektir. Hizmetler etkinleşecektir. Emekçi sınıfların birlikte yaşama, çalışma, üretme, yönetme, deneyim, bilgi ve becerilerin gelişecektir. Yönetime katılma çarpıtılmadan, amaç olarak görülmeden geliştirildiği taktirde halkın yaşadığı yere, kente sahip çıkması sağlanacaktır ki bu da halkın kendi sorunlarına sahip çıkması demektir. Sorunlarına sahip çıkmasını bilen halk bilinçlenmiş halktır.

Son olarak yönetime katılmayı sol toplumsal ve politik gelişmelerle bütünleştirmeden başarısının sınırlı kalacağını söylemeliyiz. Halkı, çalışanları, emekçileri ortak uğraşım düşüncesi etrafında toparlayan bir politik örgüt olmadıkça birbirinden kopuk ve kendiliğinden gelişecek yöneteme katılma olayı yozlaşmaya açık olacaktır. Türkiye’de emekçi halkın özlemlerini dile getiren, istemlerini örgütleyerek yansıtan siyasal örgütün bulunmaması ya da dağınık ve etkisiz olmaları yönetime katılmanın başarı şansını azaltacak bir ögedir. Emekçilerin politik örgütlenmeleri, yani parti tarafından sağlanacak örgütlü ve belli sınıf politikalarına dayalı katılım ancak verim verebilir. “Belediyelere eğer sosyalist bir siyaset açısından, sosyalist iktidar ve bu toplum düzeninde gerçekleşecek demokrasi açısından bakıyorsak demek ki sosyalist politikayı uygulayan birtakım kişilerin ve bu kişilerin örgütlendiği birtakım yapılardan sözetmek gerekmektedir.”[15]

KAYNAKÇA

1. Keyder, Çağlar Sosyalist Hareket İçinde Yeni Arayışlar Mimarlık 1979, S. 2

2. Şenyapılı, Önder Yerel Yönetim Kararlarına Halkın Katılımı, Mimarlık 1977, S. 2

3. Yerel Yönetim Güçyapısı Semineri Bildirgesinden, TMMOB Mimarlar Odası, 17-18 Kasım 1977

4. Belediyelerin Yetki Sorunları ve Şehirsel İdaresinin Demokratikleştirilmesi Seminerinde konuşmacı Enis Coşkun’un konuşmasından. Aralık 1976, Mimarlık 1976, S. 4

5. Kazancı, Metin Belediyelerin Denetim İşlevi ve Yapısal Sorunları Tebliğ, Mimarlık 1977, S. 2

10. Disk Genel-İş ile Ankara Belediyesi arasında bağıtlanan işkolu toplu iş sözleşmesi, 1979-1981

Ayrıca, Gaziantep, Istanbul Bayrampaşa, Kırıkkale, Bursa, Antalya, Sivas, Istanbul Avcılar Belediyeleriyle Genel-İş Sendikası arasında bağıtlanan 1979-1981 dönemi toplu iş sözleşmeleri karşılaştırıldı.

11. Mumcu, Ceyhan Yerel Yönetimlerde Örgütlü İşgücünün Yoğunlaşması Mimarlık 1977, S. 2

12. Andaş, Ertan İktisadi Devlet Teşekküllerinde Yönetime Katılma Yasal Yoldan mı Toplu Sözleşmeler Yoluyla mı Olmalıdır? DİSK, Tebliğ, teksir, tarihsiz

15. Belge, Murat Sosyalist Bir Topluma Geçişte Örgütlenme Nüvesi Olarak Belediyelerin Önemi, Mimarlık 1979, S. 2

(Mart 1981, Ankara ve 20 09 1993, Ankara)


[1] Keyder, Çağlar. “Demokrasi, İdeoloji ve Örgütleşme”, Mimarlık Dergisi, 1979/2, s.15

[2] Şenyapılı, Önder. “Yerel Yönetim Kararlarına Halkın Katılımı”, Mimarlık 77/2, s. 75.

(*) Terminolojide ve kullanımda genellikle katılım dendiğinde belediye kararlarına kent halkının katılımı anlaşılmaktadır. Yönetime katılma dendiğinde o işletmede çalışanların işletmenin kararlarına katılımı sözkonusu olur. Belediyelerde bunun ikisinin de gündeme getirilebileceğini çalışmamızda göreceğiz ve kavramları bu içerikleriyle kullanacağız.

[3] Yerel Yönetim Güçyapısı Seminere Bildirgesinden, TMMOB Mimarlar Odası, 17-18 Kasım 1977.

[4]  Coşkun, Enis. Belediyelerin Yetki Sorunları ve Şehirsel İdaresinin Demokratikleştirilmesi Seminerindeki konuşmasından, Aralık 1976, Mimarlık 76/4, s. 69.

[5]  Kazancı, Metin. “Belediyelerin Denetim İşlevi ve Yapısal Sorunları”, Tebliğ, Mimarlık 77/7, s. 38.

[6]  Mimarlık 77/2, s. 57.

[7]  Keyder, Çağlar, agy.

[8]  Mimarlık 77/2.

[9]  Mimarlık77/2, s. 78

[10]  Disk Genel-İş ile Ankara Belediyesi arasında bağıtlanan işkolu toplu iş sözleşmesi, 1979-1981. Ayrıca, Gaziantep, Istanbul Bayrampaşa, Kırıkkale, Bursa, Antalya, Sivas, Istanbul Avcılar Belediyeleriyle Genel-İş Sendikası arasında bağıtlanan 1979-1981 dönemi toplu iş sözleşmeleri karşılaştırıldı.

[11]  Mumcu, Ceyhan. “Yerel Yönetimlerde Örgütlü İşgücünün Yoğunlaşması”, Mimarlık 1977/2, s. 7.

[12]  Andaş, Ertan. “İktisadi Devlet Teşekküllerinde Yönetime Katılma Yasal Yoldan mı Toplu Sözleşmeler Yoluyla mı Olmalıdır?”, DİSK, Tebliğ, teksir, tarihsiz.

[13]  Şenyapılı, Önder. agy, s. 76

[14]  Keyder, Çağlar. agy.

[15]  Belge, Murat. “Sosyalist Bir Topluma Geçişte Örgütlenme Nüvesi Olarak Belediyelerin Önemi, Mimarlık 79/2, s. 16.

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir