AÖF LERİN SONU NE OLACAK HOCAM?

Prof. Dr. İlhan Tomanbay

Uzun yıllardır bana yöneltilen yanlış ve haksız bir ateş tarrakası var. Ardı arkası kesilmiyor. Bugün de doğru ve yetkin bir yükseköğrenimle yetişen sosyal çalışmacıların hastanelerin de cezaevlerinin de yükünü büyük oranda azaltacağını Facebook’ta iki ayrı cümleyle yazdım ama yazdığım konuyla hiç ilgisi olmayan bir tepkiyi birçok kişiden aldım. “Sosyal hizmet uzmanı”nişanını bir lisansla gurur dolu yakalarına mezun olurolmaz takanlar ve hiçbir ilerleme göstermeden uzman olarak emekli olacaklar Face’de yazdığım konuyu nasıl bağlantılandırıyorlarsa “Tabii sen açıköğretimlere kitap yazdığın içindir.”, “Sen açıköğretimleri destekliyorsun.” gibi konuyla hiçbir bağlantısı olmayan sorularla ya da suçlamalarla orada vermek istediğim konuyu hiç anlamadıklarını gösterdiler.  (Bkz. Facebook. İlhan Tomanbay sayfası (09.08 2021).

Yukarıda yazdığım konuyu bu arkadaşlara anlatamayacağımı ve kendilerini saplandıkları konudan kopartamayacağımı zaten biliyorum. Bu nedenle, sosyal çalışmanın “Başvuranın bulunduğu yerden başlamak” ilkesi gereği yapılan suçlamayla ilgili birşeyler yazmak ve soruyu yanıtlamak istedim. Yazının başlığını da bana sorulan bu düzgün yapılandırılmış, aşağılayıcı, suçlayıcı olmayan güzel soruyla taçlandırdım. Facebook’ta adı üzerinden bu yansız ve doğru soruyu soran ve kendisini tanıyıp tanımadığımı bilemediğim Değerli Elif Yücel’e bu düzeyli sorusu için çok teşekkür ediyorum.

Sevgili Elif Hanım, sorunuz gerçekten güzel düzenlenmiş ve içtenlikli bir soru. “Aöf lerin sonu ne olacak hocam? Takdir edersiniz ki bu soru birkaç cümleyle yanıtlanamaz.

Yanıtlarımı maddeler üzerinden vermek istiyorum. Önce bu arkadaşın mezun değil üniversiteye yeni başlamış bir öğrenci olduğunu tahmin ederek bir Türkçe düzeltmesiyle başlayayım. Sonra geçelim güzel sorunun yanıtlarına.

  1. (a) Kısaltmalarda baş harfler büyük yazılır: AÖF. (b) Her özel adın bitimine ad olarak sonek eklemek gerektiği zaman adla sonek birbirinden ayrı yazılmaz, araya her iki tarafı bitişik bir kesme imi konur: AÖF’lerin… Hocam sözcüğü genel bir kavramdır ve cümlebaşı dışında başharfi küçük yazılır, ancak, somut birine seslenildiği için burada başharfi büyük yazılmalıdır. Yani doğru yazım kurallarına gör soru şöyle düzenlenmeli: “AÖF’lerin sonu ne olacak Hocam?” Yazım yanlışlığı ilkokuldanberi geldiği için öğrencimize en ufak bir sözüm yok. Söz varsa yetiştirenleredir. Onlara da doğru öğretilmemişse sözün onları yetiştirenlere ve giderek eğitim sisteminedir. Bugün üniversitelerde Türkçe dersi varsa bu utanılacak bir durumdur ve bu derse karşın öğrenciler şaşırtıcı çoklukta yazım yanlışları yaparak mezun olmakta olmaları da üzüntü verecek bir durumdur.
  2. AÖF’lerin sonu ne olacak hocam sorusuna ilk içeriksel yanıtım şudur: Ben tek tek AÖF’lerin (Açıköğretim fakülteleri) sonu hakkında konuşmak istemem. Zaten bana sorulan AÖF değil Açıköğretim sosyal hizmet/ler bölümleridir. Ben sosyal hizmet programları/bölümleriyle, bir de genel olarak AÖ’lerle ilgili (açıköğretim) ilgili düşünce üretebilirim, çünkü AÖF’lerin içinde birçok farklı ve bana uzak programlar/bölümler var. Onlar üzerine ahkâm kesmem ayıp olur; yanlış olur.
  3. Önce açıköğretimlerin sonu ne olacak, sorusunu yanıtlama yöntemimi belirlemeliyim. Yanıtlarken düşüncemi yazıp çünkü diye sağlamlaştırma yöntemi yerine, tüm dünyada durmasız yaşanan gelişmeleri, yani sonra yapacağım açıklamalarımı sağlamlaştıran bilimsel bilgileri önce verecek ve yanıtlarımı sonunda kısa vererek sizleri birçok çünküyle fazla yormamaya çalışacağım. Yanıtlama yöntemim budur. Bir de bana yıllardır yanlış ve haksız açıköğretim saldırıları yapanlar nedeniyle olayı artık tüm açıklığıyla yazacağım.
  4. Bilindiği gibi tarih bilimlerin babası diye anılır. İki tarih bilgisi vereceğim. Birinci tarih bilgisi: 17 yüzyıl süren makinesiz tarım döneminin 17. Yüzyılındaki bir gün İngiltere’de James Watt adlı bir bulucu (mucit) buharın itici gücünü buldu (1765).
  5. Hızla gelişen buharlı makinelerle yapılan üretim ele kol gücüyle yapılan üretimleri hem nicel hem nitel olarak çok aştı ve ucuzlattı. Bu süreç önce ulusal, sonra uluslararası, daha sonra küresel, ama geri dönülmesi olanaksız yeni bir dünya yarattı. Feodalizm tarihe gömüldü. (Feodal ekonomiyle feodal kültürü birbirine karıştırmayalım lütfen.)
  6. Sanayileşmeyle kentler ortaya çıktı, topluluklar toplumlara dönüştü. Bu farklı kültür yapılanmaları ortaya çıkarttı. Gelişme önceki ekonomik yapıyı da, bir süre sonra kültürünü de tarihe gömdü.
  7. Bu arada ne oldu biliyor musunuz? Yüzyıllardır tezgâhlarda, gergeflerde dokunan halılar, kumaşlar, çeyizlikler; yüzyıllardır ateş üzerinde üflemeyle yapılan bardaklar, şişeler, ayaklı tezgâhlarda elle yapılan testiler, çanaklar… dokuma makinelerinde ve benzeri farklı buharlı, giderek elektrikli makinelerde üretilen ve kendilerinden daha kaliteli ve daha çok üreyen ve daha ucuz rakipleri karşısında isteristemez pes ettiler. Önce İpekyolu’ndan, sonra Baharatyolu’ndan gelen kervanlar, gemiler azaldı, gelmez oldu. Artık Avrupa kendisi daha bol ve ucuz üretiyordu. Pahalı ve kaba kumaşları, halıları, bardakları, tabakları vb. kimseler almaz oldu. Daha ucuza daha nitelikli kumaşları, halıları ve her türlü makine üretimini daha çok sayıda evlerine alır oldular. Toplumlar oluştu, gelişti, refah düzeyleri yükseldi.
  8. Ama bu arada yüzyıllarca elle kumaş dokuyan, herşeyi elle üreten zanaatkârlar işsiz kaldılar, ellerindekilerini satamaz oldular; çok üzüldüler. Kendileri, kardeşleriyle, babalarıyla akrabalarıyla, yanlarında çalışanlarıyla kalktılar, o fabrikalara gittiler ve kendi el üretimlerinden daha güzel, daha nitelikli, daha hızlı üreten ve daha ucuz malları üreten makineleri kırdılar, fabrikaları yaktılar.
  9. Bu eylemler tüm Avrupa’ya yayıldı. Bir yanda artık karnı doymayan makinekırıcı el zanaat ustaları; büyük bir kitle; bir yanda yeni hızlı üretim araçları başında karınlarını doyurmak için 12-16 saat çalışan dünya tarihine gözlerini yeni açan “işçiler”; Marksizmin kavramıyla işçi sınıfı; hızla büyüyen bir kitle.
  10. İşçiler ürettikçe el emekçileri aç kaldı, onlar makineleri kırdıkça işçiler işsiz kaldı. Bu acıklı ama kaçınılmaz tarihsel açmazı gelişen teknoloji çözdü. Teknoloji kazandı. El emeği müzelendi. Sanayileşme manüfaktürün önünü tıkadı, yayıldı. Üretim ve nitelik arttı, fiyatlar ucuzladı, refah tüm dünyaya yayıldı.
  11. Tarihte bu alanda ilk düşünürler el emekçilerinin kendilerini işsiz bırakan makineleri kırmasını ilerici bir devinim olarak değerlendirdiler. El emekçileri hakları için mücadele etmeyi öğreniyorlardı. Ama teknoloji hak kavramının yerini de değiştirdi. Gelişen teknolojiye karşı çıkmak gericilik olarak değerlendirilmeye başlandı. Makineleri kıranlara makinekırıcılar dendi. Emekçi olanlar makinelerde üretim yapanlardı. Onların yayılmaları arttı, hakları öne çıktı. Makinekırıcıların kızgınlıkları bir temele dayanıyordu ama geleceği göremeyen bir tepkiydi bu. Kısa sürede bastırıldı. Binlerce makinekırıcı önderleri ve kırıcılar asıldı, çatışmada öldürüldü. Yakılan fabrikalar yeniden daha büyük yapıldı, çalışmaya başladı. İşsiz kitleler çalışmak için fabrikalara koştu. Tarih güne doğru yolu gösterdi. Gün gelişen teknolojinindi; makinekırıcılar kırılıp gittiler.
  12. İkinci tarih bilgisi: İki yüzyıl süren buharlı, elektrikli makinelerle yapılan sanayi üretiminin 300’üncü yıllarından birinde insanlık (Almanya, İngiltere, ABD) yeni bir atılıma imza attı. İngiliz Charles Babbage tarafından tasarlanan sayısal (dijital) bilgisayarların üretimine 1945 yılında başlandı. İlk yapay zekâlı bilgisayar Minsky ve Edmonds (ABD) tarafından 1951’de yapıldı. Gelişip yayılmaları 5-10 yıl içinde gerçekleşti. 2000’li yıllarda (2006) “okuyabilen makine”ler, “çoklu öğrenme yaklaşımı”yla “derin öğrenme”ye geçiş ve “görsel nesne tanıma yazılımlı bilgisayarlar” gelişti. Yapay zekâ gündelik yaşama girdi.
  13. 17 Yy. süren feodal çağdan sonra gelen ve 2,5 Yy. süren sanayi çağını kapatan 21. Yy.’da başlayan dijital çağın ne kadar süreceği belli değil ama ne zaman başladığı belli. Bu çağın da makinekırıcıları Türkiye’nin “sosyal hizmet uzmanları” olmasın istiyorum. Onlar benim arkadaşlarım. Sanayi çağı başlangıcının trajik öyküsünü yazan makinekırıcıların yerini tarihsel planda dijital çağın başlangıcını yaşayan sosyal hizmet uzmanları doldurmasın. Dijital çağın yapay zekâ kırıcıları olmasınlar.
  14. Çünkü durmasız ilerleyen teknolojiyi reddeden her kim varsa teknoloji onları önüne alıp süpürüyor. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Dijital teknolojiye kapansın diyen yeni makinekırıcılar dijital ilerlemenin halısının altında kalmaya mahkûmlar. Tarih ders almak için vardır. Tarihten ders almayanlar mesleksel ağırlık olarak yerlerinde kalamayanlardır; dikkat!
  15. Hele ki sosyal çalışma olarak önemli olan özel, sosyal ve mesleksel yaşamı yeni teknolojilere onların gelişimleri yönünde uydurmaktır. Teknolojiyi değiştiremeyeceğine göre kendini ona göre değiştirmektir.
  16. Osmanlı” İstemezük” dedi ve 300 yıl matbaayı şeytan icadı diyerek ülkeye sokmadı. Ne oldu? Geç de olsa matbaa ülkeye girdi, tüm toplumsal yapıyı değiştirdi. Dünyayı değiştirdi. Şimdi bize uymaz diyerek istemezük denilen dijital öğretim de değiştiriyor dünyayı. Bu karşı çıkışın matbaaya karşı çıkmakla farkı ne?
  17. Çok değil, 70-80 yıl önce bisiklete gavur icadı diyen inanmış Müslümanlar bugün Mercedes direksiyonunda yürüyorlar hedeflerine. Teknolojiye şeytan aleti diyenlerin bugün ellerinden düşmüyor cep telefonları. Bylock’larla, dijital dinleme araçlarıyla yapıyorlar siyasal mücadelelerini. Bizim hala teknolojiyle sosyal çalışma olamaz direnişi bana çok üzücü geliyor. Mesleğimin teknolojinin paletleri altına kalmasını istemiyorum.
  18. Avrupa’da kızlarına şatolarda özel piyano dersi veren aristokratlar da zamanında konservatuara burun kıvırır, olmaz öyle şey derlerdi. Piyanoya birebir dokunmadan müzik yapılmaz derlerdi. Piyano şatoda özel öğretmenlerle öğrenilir derlerdi. Şimdi müzik aletine dokunmadan bilgisayarda yapay zekayla yapılan besteleri dinliyor, bu müzikle dansediyor Avrupalılar.

Sosyal çalışma yaşanan sosyal ilişkileri içinde bulunulan toplumsal ilişkilerle uyumlu duruma getirmeyi hedefleyen bir meslektir. Yani dijital çağda mutluluğu üretmeyi hedefleyen bir meslektir. Günümüz insanını artık dijital ilişkilerden soyutlayıp sanayi dönemi modelleriyle mutlu edebilir misiniz? Nasıl ki sosyal çalışmanın geniş aileden doğma birincil ilişkilerin geride kaldığı çekirdek aile döneminde ikincil ilişkiler içindeki insanı mutlu kılmak gibi bir görevi varsa ikincil ilişkileri de aşan dijital ilişkilerle örülü üçüncül ilişkiler içindeki insanı da mutlu kılmak gibi görevi vardır. İkincil ilişkilerle üçüncül ilişkiler döneminde insan mutlu edilemez. Üçüncül ilişkiler dünyasına geçti insanlık, biz daha ikincil ilişkilere direnirken. Üçüncül ilişkilere bir küçük örnek: “Dijital okul; artık herşey tek bir uygulamada!”

  1. Bu bilimsel gerekçelerle sosyal çalışmanın dijital teknolojik gelişmelere ve dijital öğretim modellerine karşı çıkmak gibi geriye dönük bir tavrı olmamalıdır. Günümüzün dijital dünyasında dijitalliğin sunduğu yeni öğretim modellerine karşı çıkmak gericiliktir, makine kırıcılığıdır.
  2. Bu temel açıklamadan sonra bana sorgulamayla ve yargılamayla ulaşan herkesin sorusu olan “Açıköğretimlerin sonu ne olacak?” sorusunu yanıtlıyorum: Açıköğretimlerin sonu gelmeyecek; açıköğretimler tüm dünyada olduğu gibi teknik boyutta daha da gelişecek ve yaygınlaşacak. Yıllar sonra birgün zorunlu olarak bakış açılarının ve buna bağlı olarak programların değiştirilmesiyle daha da nitelikli duruma getirilmek zorundalar ve getirileceklerdir. Böyle gitmez. Sosyal çalışma bu üçüncül ilişkiler dünyasının düzenlenmesinde öncü olmalıdır.
  3. Şimdilik böyle gitmesinin bence iki temel nedeni var. Hükumetler niteliğe bakmadan herkesi üniversiter diplomalı yapmak istemektedir. Bu politika değişmedikçe sistem değişmeyecektir. İkinci neden de ne kadar çok kişiye açıköğretim verilirse YÖK’ün bütçesine o kadar çok para girmektedir. Bu da hükumetlerin üniversitelere ayırdığı bütçe yükünü hafifletmektedir. Ekonomik muhtaçlık ortadan kalkmadan bu sistem değişmeyecektir.
  4. Türkiye’de sosyal çalışma akademisyenleri teknolojinin evrensel gelişmesine karşı çıkmayıp biraraya gelmeli ve Türkiye’de olması gereken doğru açıköğretim modelini etkin, verimli, yararlı duruma getirecek yeni model geliştirmeli ve YÖK’e sunmalıdır. Bununla (1) doğru ve bilimsel bir tavır almış olur. (2) Mesleğin yaratıcı gücünü göstermiş ve yetkin bir tanıtım yapmış olur. (3) Hükumete doğru bir açıköğretim modelinin nasıl olması gerektiği konusunda sorumluluk görevini yerine getirmiş olur. (4) Doğru bir model üzerinde tartışma açmış olur, ki bu tartışma geliştiricidir. (5) Bunu diğer meslekler de izleyecektir. (6) Herhalde sağlıklı bir model geliştirmek kapatılsın demekten belki daha zor ama daha erdemli bir işlevdir.
  5. Hemen buna karşı verilen ilk tepkiyi analım. Nasıl olsa, değiştirmeyecekler, düzeltmeyecekler. İyisi mi kapansın diyelim! Peki, kapansın deyince kapanıyor mu? Denediniz. Cumhurbaşkanlığına kadar ulaştınız; kapandı mı? Teknolojik gelişmeye karşı durulmaz. Hele içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde ekonomik bir daralma Türkiye’ye önerilemez.
  6. Yeni model için birkaç fırça darbeleri:  Tüm açıköğretim kitaplarını çeviri ve aktarma değil, özgün ve yerli olarak sosyal çalışma akademisyenleri yazmalıdır. Müfredatı onlar yapmalı, dersleri onlar düzenlemelidir. Sayı küçültülmeli, sınavlar açık soru yöntemiyle yapılmalıdır. Uygulamalar ciddi düzenlenmelidir. (Bu yazıda yeni model önerisine girmeyeceğim. Sosyal çalışma akademisyenleri ya da sosyal çalışma örgütleri böyle bir çalışmaya anlamlı bir süre içinde girmezse olması gereken yeni modeli ben yazıp yayınlayacağım.)
  7. “Sosyal hizmet uzmanı akademisyenler” şu iki tavrı bırakmalıdır: (a) Hem kitap bölümleri yazıp hem açıköğretim derslerine girip hem de kapatılsın demek etik ve dürüstçe bir tavır olmuyor. (2) Açıköğretimlere aktarma bilgilerle bol bol kitap yazıp kapatılsın kapatılmasın tartışmasına hiç girmemek de olmuyor. Bunlar , (a) uyanıklık, (b) demek ki para için düşüncelerinin tersine işler yapıyorlar gibi düşünceleri akla getiriyor, ki meslektaşlarıma yakıştıramam.
  8. Açıköğretimlere kitap yazdı diye beni suçlayan “sosyal hizmet uzmanları” ve “sosyal hizmet uzmanı adayı öğrenciler”nden ricam: Bir de kitap yazmayan akademisyenler için bir eleştiri yapmaları iyi olacaktır. Dikkat ediniz. İlhan açıköğretime kitap yazdı diye fırtına koparttıranların örgün öğretimlere yazdıkları birtek kitapları yoktur. Yazılan birkaç kitap da ya yabancı kaynakların telif çevirileri düzeyinde, anlaşılmaz cümleler ve yanlış çevirilerle dolu etikdışı kitaplardır ya da öğrenci ödevlerinin ardarda getirilerek öğretim üyesi adıyla yayınlandığı düşüncesini uyandıran düzeyde gene etikdışı kitaplardır. Böyle kitaplara yazıldı denmez.
  9. Kitap yazan İlhan Tomanbay’a bu noktada saldıranlara iki önerim var. Lütfen Türkiye’de yaprak kımıldamayan bu meslekte üretime düşmanlığı bırakınız. Bu arkadaşlar önce lütfen (a) Tomanbay’ın yazdığı kitapları okusunlar, açıköğretimlere yazılmışlık düzeyinde kitaplar mı yoksa genel içerikli kitaplar mı? (b) İçerik olarak özgün kitaplar mı yoksa yabancı kaynaklardan ya da öğrenci ödevlerinden devşirme kitaplar mı? Lütfen ona göre değerlendirmelerini yapsınlar. (Zaten kitap okuyanlar yazmanın ne kahırlı iş olduğunu anlar ve yazılmış kitapları yazıldı diye eleştirmez, sadece içerik olarak eleştirir.) Ama en önemlisi kitap yazanı ona yazdı buna yazdı diye suçlamayı bırakıp örgünlere yıllardır kitap yazmayanlara bir eleştiri getirsinler. Kitapsız profesör, kitapsız öğretim üyesi olabilir mi?
  10. Bir sözüm de, gördün mü, psikologlar açtırmadı diyenlere. Siz de siz olsaydınız da ilk açılması gündeme geldiği zaman ayaklanıp psikologlar gibi açtırmasaydınız. Atı alan Üsküdar’ı geçti, yüzbinler o kaynaktan su içiyor. Evet suyun niteliği çok kötü, ama susuz büyük bir grubun susuzluğunu gideriyor o bozuk su!
  11. Zamanında açılacağı zaman toparlanıp karşı çıkmayanların şimdi kitap yazanları suçlamalarının dayandığı ve açıktan söylemedikleri tek neden var, işsizlerin sayısının artması. Orada da denmesi gereken şu: Siz örgün öğrenimler öğretim niteliğinizi öyle geliştirin ki, (hem bölümler hem öğrenciler) o yetersiz, bozuk, yanlış düzenlenmiş açıköğretimlerden en kolayından mezun olarak niteliği düşük olarak diploma alanlar sizin önünüze geçip sınavları kazanamasınlar. Kazanıyorlarsa ve siz kazanamıyorsanız demek nitelikleri düşük değildir, sizin daha düşüktür. İşsiz kalmanız sizi üzmesin o zaman. Örgün öğretim madem bu denli başarılı Açıköğretim çıkışlılar sizin önünüzü kesememeli. Örgün öğretimin niteliği daha yüksek oldukça KPSS sonuçlarında sizin önünüze geçemeyeceklerdir.
  12. Ayrıca, açıköğretimin Türkiye’de bugünkü düzenlemesine bakarak sözlüyorum ki, hiç açılmamış olsaydı bugünkü koşullarda ben de açılmasını istemezdim. Ama biliniz ki, Açıköğretim psikoloji olmaz diyen psikologlar dijital medyada uzaktan psikolojik destek veriyorlar. Bilişsel davranışçı terapi eğitimini uzaktan veriyorlar. Sorunlarınıza uzaktan danışmanlık veriyorlar; bu nasıl oluyor? Demek ki kendileri henüz hazır değiller dijital öğretime. Herhalde, sosyal hizmet uzmanlarının yolaçtığı gibi, başka mesleklere psikoloji öğretimini verdirtmemekte de haklıdırlar. Keşke sosyal hizmet uzmanları da kuruluş yılından uyanık olup açılmasını önleselerdi. O da geciktirme olurdu ama bu meslek adıyla açılmasını da önleyemezlerdi. Ne de olsa “uzaktan yardım mesleği, sosyal hizmet eğitimi veriliyor.” Sonuçta kendileri de direnemeyip girmişler dijital düzene. Artık dışında kalamayacaklardır.
  13. SONUÇ: Dijital teknoloji çağının çağa armağanı olan uzaktan öğretim ve onun daha ilkel modeli açıköğretimin (dolayısıyla AÖF’lerin) kapatılması tarihsel ve ekonomik olarak olası değildir. Değiştirilmeleri ve geliştirilmeleri şarttır.
  14. SONUÇ: Yeniçeri ocağı gibi kazan kaldırıp “istemezük” gibi üniversiteliliğe yakışmayan tavır yerine sağlıklı bir model oluşturup tarihe bırakmak sosyal çalışma akademisyenlerine daha çok yakışacaktır.
  15. SONUÇ: Özellikle salgın dönemi açıköğretimleri ve onun yanısıra uzaktan öğretimleri daha da kalıcılaştırmıştır. Açık ve uzaktan öğretimler artık yokedilemez. Acilen kurullar toplanmalı, nitelikleri üzerine tartışılmalı ve yeniden düzenlenmelidir. Verimli, diplomasını hakettiren modeller mutlaka vardır. Bunun nasıl olacağı ayrı bir yazı konusudur. Gelin bu yazıyı birlikte yazalım.

Teşekkürler “Aöf lerin sonu ne olacak hocam?” diye soran Sevgili Elif Yücel.

(9-11 Ağustos 2021, Istanbul)

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir