SOSYAL ÇALIŞMANIN YENİLEŞMESİ VE GÜNCELLENMESİ İÇİN BİR MODELİ DENEMESİ

Prof. Dr. İlhan Tomanbay
İstinye Üniversitesi

Türkiye’ye “sosyal çalışma” (social work) mesleği 1959 yılında getirildi. 7355 sayılı yasa çıkarılarak Sosyal Hizmetler Akademisi’nin kurulması karara bağlandı; 1961’de Akademi kuruldu ve öğretime başladı. (Kulağa küpe: Yükseköğretimde öğretim olur, eğitim olmaz!)

O günden bugüne 60 yıl geçti ve Türkiye’de yanlış bir şırınganın bedene verdiği zarar gibi Türkiye’ye kundak içinde getirilip kucağına bebek bırakılan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı sosyal çalışmayı (social work) 11 yılda (1961-1982) sağlığına kavuşturamadı. Ne demek istiyorum? Yeni geldiği iklimle uyumlaştıramadı. Tabii burda ne Tanrı’nın hikmeti, ne iklimin rahmeti diyebiliriz. Çünkü kucaklarına social work denilen bebek bırakılan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının o dönemde üst düzey bürokratlarının hiçbiri hem bu bebeği (social work) tanımıyorlardı, hem bebek yetiştirmesini bilmiyorlardı. Gene Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının daha önce başarıyla gerçekleştirdiği Sıtma Eradikasyonu ya da Aile Planlaması çalışmaları gibi çalışmalar bu toprağın sorunları üzerine kurulduğu için başarıyla yürütüldü ve tamamlandılar. Oysa o tarihlerde ABD’den getirilen bilgiler içinde bulunan kentleşme, hastanelerde sosyal sorunların çözülmesi, okullarda sosyal çalışma, zencilerin topluma uyumlandırılması için geliştirilen bilgiler gibi bilgiler Türkiye toplumunda yer bulamadıkları için havada kaldılar; işletilemediler. Bir yandan gerçeklerle bağlantı kurulamayacak biçimde ezber bilgiyle iş götürmeye çalışmamız, öteyandan o tarihlerde Türkiye’nin o kitaptaki sorun betimlemelerinin içinde olmaması başka türlü sonuç doğramazdı zaten.

O tarihlerde Türkiye’de ne kentleşme sosyal çalışma müdahalesini gerektirecek durumdaydı, ne hastanelerde ve okullarda sosyal bakışın sağlığı ve eğitimi daha iyiye götüreceği yönünde bir anlayış gelişimi vardı, ne Türkiye’de uyumlandırılmaya çalışılan zenci bulunmaktaydı. Öteyandan kucağına bebek bırakılanlar bürokratlardı. Yani bebeğin büyükten sonraki, üniversite öğretimlerinden sonra işe girecekleri aşamanın görevlileriydi. Akademisyen yoktu aralarında, aralarına almayı da düşünmediler. Sosyal Hizmetler Akademisini bir üniversiteye aktarmayı da düşünmediler; biz yaparız dediler. “Akademi”yi idari birim gibi görüp yönettiler. Bugün izleri hala güçlüdür. Sonuç sosyal çalışmanın sosyal hizmet adıyla prematüre doğumu oldu. Analık başka bir şey.

Asıl olması gereken SHA’nın içinden yetişen akademisyenlerin doğru bir işbirliği, tartışma ve yönlendirilmeyle bir kollarını Batı’ya (ABD ve Avrupa), tarihlerine, ürettiği bilgilerine; diğer kollarını Anadolu’ya (toplumsal yapımız ve kültürümüze) uzatarak düşünce ve bilgi üretmeleri, canlı, dışa açık bir iletişimle açık uçlu verimler yaratmalarıydı. O gençlerin sıcak ve yansız bir yaklaşımla yönlendirilmeleriydi.

Bunlar olamadı. Bebek yaşlandı ama büyümedi. Bu ender görülen bir hastalıktır. Kendini bulamadı. Eskiler buna neşvünema derler. Bebek 60 yılda neşvünema bulamadı.

Bir: Kendini bulamadı.

İki: Anadolu toplumuyla uyumlaşamadı.

Üç: Çağa uygun yenilenemedi.

Dört: Doğaldır ki ekolleşemedi.

Oysa bugün altmış yılda sosyal çalışmada birkaç ekolün çıkması gerekiyordu. Hiçbir ekol çıkamadığı gibi ithal edilen bilgiler de bu farklı toprakta yetişemedi, yabancı bilgiler yerli toprakta uygulanamazdı. Ekolleşme olmadı. Ekol kendi toprağında yetişir.

ABD sosyal çalışması Truman Doktrini çerçevesinde Marshall Planıyla İkinci Dünya Savaşından sonra sadece Türkiye’ye değil, birçok ülkeye şırıngalandı. İkinci Dünya Savaşı sonunda en büyük yıkımı yaşamış olan Almanya’ya da şırıngalandı. Alman sosyal çalışma akademisyenlerinin bana bir tarihlerde (1980 sonlarında) söylediklerine göre Almanya ABD “social work”unu 1970’li yıllarda kendi bünyesine uydurdu; kendi “Sozialarbeit”ını geliştirdi. Yani ilk 20 yılda. Daha sonra da Almanya sosyal çalışması 2000’li yılların başında da yeni bir tasarımlamayla (Bolonya süreci) yeniden yapılandı; bütünleşti ve buna uygun olarak mesleğin kavramlarında yenilemeler yapıldı: “Sozialarbeit” “Soziale Arbeit” oldu örneğin. En temel kavramlarını değiştirme gereğini duydular ve tüm ülkede sosyal çalışma akademiasında anlaşma (konsensüs) sağlandı. Bu önemli bir farktı onlar için.

Almanya’da 1945-1950’de başlayan süreç “social work”un yukarıda yazdığım dörtlü aşamayı 60 yılda iki sıçramayla bugünkü noktaya getirdi. Türkiye’yse, aynı ABD kökenli sosyal çalışma öğretim bilgilerini (1960’larda Friedlander, Konopka, Fink, Hamilton vb. 2000’lerde Zastrov.) aktarma yoluyla aktarmanın dışına çıkamadı ve bu durumda geçen 60 yılda sosyal çalışma kendisini biçimlendiremedi, oluşturamadı, dolayısıyla gösteremedi. Tanıtamadı, geliştiremedi, dolayısıyla tanınamadı. “Sosyal çalışma” “sosyal hizmetler”in içinde eridi, yokoldu gitti. Çünkü 1960’da başlayan bir operasyonla sosyal çalışma (social work) sosyal hizmetleştirildi (social service). Sosyal çalışma (social work) sosyal hizmet (social service) olarak adlandırıldı. Türkiye sosyal çalışmasını, yani mesleğini geliştireyim derken sosyal hizmetlerini, yani tüm alanını adeta “meslekleştirdi” ve kendisi de tüm alanın, nasıl olacaksa, uzmanı oldu. Alan meslek olarak söylenince de o alanda çalışabilecek her mesleğin yaptığı bir iş oldu ama meslek olamadı.

Bu kaçınılmazdı. Çünkü herkes “sosyal hizmet”i “social work” değil, doğru algıyla “social service” olarak anladığı için bu mesleği biz de yaparız dediler ve sosyal hizmeti lisanslı bir meslek uygulaması gibi biçimlendiren “sosyal hizmet uzmanlarının” izinden giderek sosyal hizmet uygulamaları yaptılar, hepsi ayrı ayrı kendi meslek anlayışları içinde. Kendine sosyal hizmet denilen sosyal çalışma da sosyal hizmetlerde çalışan bu büyük meslek çeşitliliğinin içinde yokoldu gitti; daha doğamadan öldü, ne olduğunu bugün bilen yok. Herkes onu sosyal hizmet denilen mesleğin uydurma adı gibi görüyor.

Almanya’nın 1990’ların sonunda başlatılan Bolonya sürecinde yaptığı yeni biçimlenmeyle aynı zamanda Avrupa Birliğine girmek isteyen Türkiye de bu değişime katılmaya imza attı. O da toplantılara katıldı ama tüm Avrupa Bolonya kurallarına göre yeniden yapılanıp uyumlanırken Türkiye hem Bolonya kurallarına uymak hem eski kurallarını korumak istedi. Hem ABD yaklaşımlarını aynen sürdürmek hem Avrupa’ya – kendi istediği kadar – uyumlanmak istedi. İçinde hem eski kredi sistemini yürürlükte tuttu hem AKTS kredi sistemini aldı. Hem seçmeli derslerini geliştirdi ama modüler sistemi almadı. Bir yandan derslerin toparlanması hedefli Avrupa yükseköğretim münderecatına (örn. Ders planlarına (curriculum)) evet dedi bir yandan da bunun tersine kendi derslerini parçaladıkça parçaladı, yaydıkça yaydı. (Her öğretim elemanına çok sayıda ders düşmesi amacıyla.) Bu da çoğu derste aynı bilgilerin verilmesine yolaçtı. Çünkü akademisyenler yeterli yabancı dile sahip değillerdi. Sadece Türkçeye çevrilmiş kitapların bilgilerini verebiliyorlardı. O bilgiler sınırlıydı, yetersizdi ve kolay anlaşılmayan düzeyde çevirilerle hazırlanmıştı.

Türkiye’deki SHB yapılanma modelinin dışına çıkmak isteyen İstinye Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü bu düşüncelerle yeni bir model peşinde. Gelişme modelidir bu. Türkiye’de kısa sürede yaygınlaşacağını düşündüğümüz bir öğretim modelinin ilkeleri altı başlık altında toplanmaktadır:

  1. Müfredatın sosyal çalışmalaştırılması
  2. Müfredatın yoğunlaştırılması
  3. Öğretim anlayışının değiştirilmesi
  4. Öğrenim çeşitliliği
  5. Öğrenim kalıcılığı
  6. Bilgilerin uygulanabilirliği.

Müfredatın sosyal çalışmalaştırılması demek, sosyal çalışma bölümlerinde sosyal çalışma kuram ve uygulama bilgilerinden uzak derslerin verilmemesi demektir. Bugün Türkiye’de maalesef birçok bölümlerde öyle dersler vardır ki hem ders adı hem içerik olarak sosyal çalışma disiplini ve uygulamasıyla bağlantılı değildir. Örneğin, (a) birçok sosyal çalışma bölüm dersleri arasında olmaması gereken kimi derslerin gerçek adlarıyla konulması, (b) içerikleri farklı ama adları sosyal çalışmaya yakınlaştırılarak konulması, (c) sosyal çalışmayla ilgili bir dersin sosyal çalışma çıkışlı olmayan, başka disiplinlerden olan hocalara verdirilmesi. Böylelikle, içeriğinin ders veren öğretim elemanının aldığı öğretime uygun ama sosyal çalışmayla hiç ilgisi olmayan biçimde verilmesi.

Bu çapaçulluğun temel nedeni bölümün adının sosyal hizmet olmasıdır. Sosyal hizmet olmasa, ders planlarını yapanlar da aklıbaşında akademisyen olduğuna göre, sosyal çalışma disiplinine uygun olmayan kişilere ders koyar, içerik anlatırlar mı? Bakıyorlar ki bölüm sosyal hizmet bu pilav çok su kaldırır, ne anlatırsan anlat sosyal hizmet alanına uydurulabilir diye düşünüyorlar mutlaka. Yoksa niyetleri kötü olabilir mi? Ama verilen zarar sosyal çalışma mesleğine ve disiplininedir.  

Yukarıda açıklanan durumların nedeni o “Sosyal Hizmet” bölümünde farklı meslek elemanına ders açma çabasıdır. Bu doğru olmadığı gibi akademik açıdan etik de değildir. Doğru öğretim elemanı bulunamıyorsa o bölüm açılmamalıdır. Çalışmasını istedikleri arkadaşları hangi branştaysa ve hangi dersi veriyorsa o dersin SHB müfredatına konmasında sakınca görülmemektedir. Müfredatın çerçevesi sosyal çalışma bilgileriyle sınırlı olmalıdır. Bilimsel etik de bunu gerektirir. Akademisyen normuna sahip olanlar beni anlayacaklardır. Dersin adı sosyal çalışma ama dersin içeriği, olduğu gibi, sosyal hizmet kökenli olmayan o dersi verenin lisansta kazandığı bilgilerin aktarılmasına dayanan dersler sosyal çalışma öğrencilerinin mesleksel gelişmelerine katkı vermez. Bu durumda o bölümden yeterli bilgiyle bir sosyal çalışmacı çıkması olanaklı değildir. Derslerin sosyal çalışmacı yetiştirme hedefine uygun olarak sosyal çalışma ad ve içerikli olması önemlidir.

Müfredatın yoğunlaştırılması demek, ders sayısının azaltılması, kimi derslerin birleştirilmesi, bütünleştirilmesi demektir. Böylece yayarak, uzata uzata birkaç farklı derste anlatılan aynı bilgilerin uygun derslerde biraraya getirilip sıkılaştırılarak derlitoplu ve ana noktalarıyla verilmesi sağlanmaktadır. Bu yaklaşım öğrencileri çok sayıda ders içinde yormuyor, boğmuyor. Dolayısıyla bıktıran anlatım tekrarlarını önlediği gibi öğrencilere o konuyla ilgili ek ve destek bilgileri kendilerinin bulup konuyla bütünleştirerek öğrenmeleri sorumluluğunu veriyor. Öteyandan da farklı derslerde kopuk kopuk ele alınan bilgilerin birbirinden kopukluğu önlenmiş oluyor; öğrencinin farklı bilgiler arasında bağlantıyı daha kolayca kurması sağlanıyor.

Öğretim anlayışının değiştirilmesi demek, derslerin anlama, kavrama ve algılamaya dayalı olarak yeniden yapılandırılması demektir. İlkokuldanberi yürütülen ezber yoluyla insan yetiştirmek üniversitelerde de adeta yapılandı. Üniversitede ezber olmaz. Ezberle kazanılmış bilgi olmaz. Üniversitede ezberlenmez öğrenilir. Anlayarak, kavrayarak… Ezberlenen bilgiden yüksek not alınıyor, geçiliyor ve ama birkaç gün içinde unutulan bilgiler sınıf geçme ve diploma alma dışında hiçbir işe yaramıyor. Gerçek bilgilere sahip olmadan mezun olunmuş oluyor. O zaman da diplomalı sayısı bol ama niteliği giderek düşmüş mesleğinizle öğünemiyorsunuz. Diplomalı oluyorsunuz ve ama işe başladığınız zaman gittiğiniz işyerinde ne iş yapacağınızı başhekime, okul müdürüne, yargıca soruyorsunuz ya da onların talimatlarına muhatap oluyorsunuz. Acı! Ezber yöntemiyle öğrenmenin sonucudur bu.

Öğrenim çeşitliliği demek, dikkat rica ediyorum, sosyal hizmetin (social service) demiyorum, sosyal çalışmanın (social work) çalışma alanlarının çeşitlenmesi ve varsıllaşmasıdır. (1) Bugün Türkiye’de belirli sosyal çalışma alanları hiç kullanılır noktada değildir. Evrensel sosyal çalışma alanları Türkiye’de de var ama içinde sosyal çalışma yok. Örnekleri siz bulun lütfen. (2) Bugün Türkiye’de belirli sosyal çalışma alanlarında varız ama işlevsiziz. Ne yaptığımızı bilmeden ya da hiçbirşey yapmadığımızı bile bile oturuyoruz masalarda. Örnekleri siz bulun lütfen. (3) Bugün Türkiye’de belirli sosyal çalışma alanlarında çalışıyor görünüyoruz ama yaptığımız sosyal çalışma değil, her sosyal meslek elemanının yaptığı ortak işler, yani sosyal hizmet. Bu meslek alanlarında çalışıyoruz diyoruz ama itiraf edelim, mesleksel doyum alamıyoruz. Örnekleri siz bulun lütfen. Sonuçta, sosyal çalışmacı kimliğimizle sosyal çalışma alanlarında mutlu değiliz, çünkü doyumlu değiliz. Doyumlu değiliz, çünkü sağlam bir meslek öğrenimi görmedik. Göremedik, çünkü müfredatımız ve öğretim sistemimiz doğru yapılanmadı. Örnek, üniversitede ezber yöntemiyle ders öğretiyor ve öğreniyoruz. Doğru yapılanmadı, örnek, akademisyenlerimiz yabancı, kitabî ve standart bilgi aktarmacılığını aşamıyor. Örnekleri siz bulun lütfen.

Öğrenimin kalıcılığı demek, öğretim anlayışının değiştirilmesi ilkesinin yaşama aktarılmasıyla sağlanan ilke demek. “Öğretilenlerin” ezberlenmemesi, kavranması ve dolayısıyla uygulamaya aktarılabilmesi demek. Bu süreç bilgilerin kalıcılığını sağlıyor. Bu temel. Ama bunun yanısıra yeterli ve etkili staj yapmak demek. Stajsız yapılan insan mesleklerinde kavrama da tam olamaz, içselleştirme de. Kalıcılık sağlanamaz. O zaman iki dalı var kalıcılığın. Kavrayarak öğrenme ve staj.

Meslek bilgilerinin uygulanabilirliği aşaması zaten ilk beş ilkeye tam uyularak öğretim yapılsa kendiliğinden ortaya çıkacak aşamadır. Öğrenimin gerçek sosyal çalışma bilgileriyle ve temel bilgilerin de sosyal çalışmayla bağı kurularak verilmesi durumunda; öğrenim çeşitliliğinin ve öğrenim kalıcılığının sağlandığı bir yerde öğretilen ve öğrenilen bilgilerin uygulanabilirliği zaten kolayca gerçekleştirilebilecektir.

İstinye Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü bu ilkelere uygun bir müfredat kurma peşindedir. Yeterli bir sosyal çalışmacı yetiştirmenin ilkeleridir bunlar.

Sosyal Hizmet Bölümünde bu altı boyutun bütünleştirerek verildiği öğretimden başarıyla çıkan sosyal çalışmacı bir başka sıkıntının giderildiğini kolaylıkla yaşayacaktır. O da sosyal hizmet aslanlarında birlikte çalışması gereken farklı sosyal mesleklerle sağlıklı işbirlikleri kurulmasıdır. Çünkü yukardaki ilkelerin gerçek uygulanmasıyla sosyal çalışmanın kazanacağı mesleksel perspektif diğer sosyal meslek elemanlarıyla önyargısız ve sıkıntısız yakınlaşmanın kapısını açacaktır. Onlarla eşit koşula ve düzeylerde işbirliğine girmelerini kolaylaştıracaktır. Bugün, kabul edelim, sosyal çalışmanın diğer sosyal mesleklerle ilişkileri maalesef verimli değildir. Onlarla doğru ve yetkin birlikte çalışma düzlemini oluşturamadık. Bugün sosyal çalışmacılar da dahil herkes (haydi diyelim büyük çoğunluk) sosyal hizmet yapıyor, sosyal çalışma değil. Bugün Türkiye’de sosyal çalışmayla psikoloji, sosyoloji, öğretmenlik, rehber öğretmenlik, kamu yönetimi gibi meslekler arasındaki mesleksel ayrımı kafalarımızda netleştiremedik; kendileriyle dostça, akademik ya da uygulama gerçekliği içinde tartışamıyoruz. Bu yüzden diğer sosyal mesleklere düşmanlaşıyoruz, mesleksel ilişkilerimiz kopuk. Bu ilişkileri düzene sokamıyoruz. Bizim işimizi yapıyorlar diyerek kızıyor ve iletişim kurmuyoruz. İlişkileri önce yıpratıyoruz, sonra koparıyoruz. Sonra dediğimiz gibi yürümeyince de susuyor, sessizleşiyoruz, içe dönüyoruz ve yalnızlaşıyoruz. Aynı yerde çalışabiliriz ama mesleksel işlevlerimiz farklıdır, farklı olmalıdır. Bu ayrı bir yazının konusu olmalı.

Bu yazıda sosyal çalışma öğretiminde bir yenileşmenin altı perdesini araladık. Üzerinde yazarak konuşup tartışma dileğiyle…

(20 08 2021, Istanbul)

*

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir