ÜÇ BOYUTLU SAĞLIK – AİLE SAĞLIĞI VE ANA ÇOCUK SAĞLIĞI ALANINDA SOSYAL SAĞLIK

İlhan Tomanbay
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulu
Öğretim Görevlisi

ÖZET

Çalışmada sağlığın klasik tanımının yerine benimsenmesi gereken ve uluslararası ve ulusal sağlık politikalarında dile getirilen tanımı verilmiş, genel anlamda sağlık, halk sağlığı, aile sağlığı ve ana çocuk sağlığı alanlarında bu yaklaşımın ne denli geçerli olduğu belirtilmiştir. Sağlığın toplumsal sağlık olarak kavramlaştırılan boyutunun eksikliğinin tam anlamıyla sağlığa kavuşmayı engellediği vurgulanmıştır. Son olarak, sağlık alanında görevli olan meslek(ler), meslek elemanları ve mesleklerinin içerikleri tanıtılarak, sağlık anlayışının bütünlüğü içinde bu “sosyal ve ruhsal sağlık elemanlarına da yerverilmesi gereği üzerinde durulmuştur

GİRİŞ

Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) Anayasasında bulunan tanımda sağlık üç boyuta ayrılmıştır: tıbsal (medikal), ruhsal ve toplumsal boyutlar. Bu üç boyutun birbirini bütünlemesidir ki insanı tam anlamıyla sağlıklı kılar. Bu üç bacaktan birinin aksaması insanı sağlık alanında sakat bırakır, hastalık durumu ortaya çıkar. Dünya Sağlık Örgütünün, sağlık, salt hastalık ve sakatlığın bulunmayışı değil, aynı zamanda bedensel, ruhsal ve toplumsal bakımdan da tam bir iyilik durumudur, biçimindeki tanımı artık dünyanın her tarafında olduğu gibi (Eren 1991, 143), Türkiye’de de benimsenmiştir.

Eren, “Sağlık ve onun karşıtı olan hastalık, sağlıklı kişilerin sıklıkla gözardı ettikleri, önem vermedikleri bedensel – ruhsal ve toplumsal değerlerdir” diyor (Eren 1991, 143). Bu tümcede biçimlenen anlayış, sağlığı ve onun zıddı hastalığı bir beden olayı, bir ruhsal olay olarak değil, aynı zamanda toplumsal boyutta görmektedir.

Ülkemizde sağlıkla sosyal yapının ilişkileri üzerine 1960’lı yıllardan sonra konuşulup tartışılmağa başlanmıştır. 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanunun (12.1.1961) ikinci maddesinde sağlığın tanımı yapılmıştır. Buna göre; “Sağlık, yalnız hastalık ve maluliyetin yokluğu olmayıp bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik halidir.” Bu tanım, Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) Anayasasında bulunan tanımdır.

WHO’nun 12.9.1978 günü o zamanki Sovyetler Birliğinin Alma-Ata kentinde düzenlenen “Temel Sağlık Hizmetleri” konulu uluslararası konferansta temel alınan sağlık tanımı da aynı tanımdır; sağlığı her üç boyutu içinde bir bütün olarak kavrar. “Alma-Ata Bildirisi” olarak anılan bildiride sağlığı temel insan haklarından biri olduğu belirtilmekte; sağlığı yalnızca hastalığın ve sakatlığın olmasından daha çok tüm bir bedensel, ruhsal ve toplumsal dirliğin topluca oluşturdukları bir olgu olarak ele alınmaktadır (UNICEF-TETM 1980, 3).

Uzun süredenberi dünyanın sağlık konusunda benimsediği anlayış budur. Bu anlayışa göre biyolojik sağlık durumu, biyolojik bir hastalığın bulunmaması durumu sağlıklı olmak için yetmemektedir. Bununla bir bütünlük içinde ruhsal ve toplumsal bakımlardan tam bir iyilik durumu da beklenmektedir. İnsanın toplumsal yönden tam bir iyilik içinde bulunması çağdaş anlamda sağlıklı olmak için koşuldur. Örneğin birçok ülkede

yapılan araştırmalar göstermiştir ki, hastaların salt 2/5’i tıbsal sağaltıma muhtaçtır, 3/5’i ise tıbsal sosyal hizmet görmedikçe tam anlamıyla iyileşememektedirler. Aynı kaynağa göre, ABD Minnesota çalışmalarından eldelenen bulgu şöyledir: Hekimlere başvuran hastaların yaklaşık % 40’ını tıbsal yakınması olanlar, öteki % 60’ını ise tıbsal sosyal hizmet gereksemesi karşılanamayanlar oluşturmaktadır (Çakmaklı 1991, IX).

Yukarıdaki rakamlar gösteriyor ki, tek başına tıbsal hizmet, günümüzde insanların tam anlamıyla sağlıklı olmalarına yetmemektedir. Yani sağlıkları, sosyal boyutta aksayan bu insanlara verilecek sosyal hizmetler onların biyolojik sağlıklarının da kurtulması olacaktır aynı zamanda.

Sağlığın (ya da hastalığın) sosyal sistemin sonucu olduğu, başka deyişle, sağlığın, sosyal sistemle ilişkili olduğu, insanlığın son yüzyılı içinde görüp tartışmaya başladığı bir gerçektir. Bu anlayışın yaşama aktarılmasının kavramsal ürünleri “medikososyal” “sosyal tıp”, “sosyal hastalıklar”, “sosyal rehabilitaston” gibi sözcüklerdir.

Sosyal tıp, bireyle toplumun tümü, toplumsal kurum olarak tıb (medizin) arasındaki, hastalık ve sağlık olguları bakımından ortaya çıkan karşılıklı etkileşim ile ilgilidir (Fachlexikon1980, 708). Yani sağlık ve hastalık boyutunda bireyle toplumun karşılıklı etkileşimi ve bu etkileşimde tıb kurumunun da yeralması sosyal tıp konusunu ortaya çıkartmaktadır.

Her hastalığın toplumsal bir yönünün olduğu, çağdaş sağlık anlayışının içine girmiştir artık. Ancak, bugün içinde bulunulan nokta gene de tıbbı, yani biyolojik sağlığı ağırlık merkezi almak, ekonomik, psikolojik ve sosyal etmenleri ikincil görmek noktasıdır.

Bugün sağlık alanının birçok branşında birincil hizmet tıbsal hizmettir. Öyle olması da gerektir. Ancak, kimi branşlarda da sosyal sağlık birincil, tıbsal sağlık ikincil boyut kazanırlar. Bu daha çok yeni gelişen branşlarda böyledir. Örneğin, aile planlaması konusunda sağlığın sosyal boyutu sağlığın tıbsal boyutunun önüne geçer. Sosyal hizmet, tıbsal sağlık alanında ikincil bir görev üstlenirken, aile planlaması alanında tıbsal sağlık ikincil rol alır. Birincil rol sosyal sağlık branşındadır.

Artık varılması gereken nokta, ekonomik, sosyal, psikolojik ve biyolojik sağlığın hiçbirinin savsaklanamayacağı, bunların tümünün bir bütün olduğu noktasıdır. Hatta öyle ki, sağlıkta kültür ögesinin de önemli bir ağırlığı vardır. (Ki bu olgu da, sosyal sağlık kavramı içinde düşünülür.) Sağlık çalışmalarında kültürel yapının savsaklanması birçok gereksiz sorunun gündemde kalmasına yolaçacaktır. Bilindiği gibi, insanların sağlık konusuna bakışları da kültürel kalıplarının dışına çıkamamaktadır. Kaderciliğin egemen olduğu bir ortamda ölüme karşı alınacak tavır, hastalığı ve ölümü önleme çabalarından çok, kader böyle imiş dinginliği olacaktır.

Nasıl ki sağlıklı insanın toplum içinde bir işlevi varsa, nasıl ki sağlıklı insan toplumsal ilişkiler içinde yeralıyorsa, hastalanan insan da (hastalığın ağırlığına ve cinsine göre) hem bu işlevini yitirir, hem de duruma göre toplumsal ilişkileri bozulur, azalır, kopar. Hasta, geçici olarak toplumsal sorumluluklarının dışına çıkar, sorumsuzlaşır.

Toplumsal yapıyı olumsuz etkileyen hastalık durumu işte bu yönüyle sosyal mesleklerin ilgi ve çalışma alanı içine girer. Özellikle hastalık durumunu birey birey düşünmeyip kitlesel düşündüğümüzde sağlık ve madalyonun öbür yüzü olan hastalığın toplumsal önemini daha fazla görebiliriz. Bu noktada da toplum sağlığı, halk sağlığı gibi kavramları yaratan çalışma alanları zaten vücut bulmuştur.

TOPLUMSAL ETMENLERİN SAĞLIĞA ETKİSİ

Gene çok bilinen bir gerçektir ki, hasta, fiziksel ve biyolojik etmenlerin yanısıra toplumsal olayların da etkisi altındadır. Öyle ki aile yapısı, kentsel yapı, politik düzen, ekonomik olaylar birey ve toplum sağlığını etkileyici, kimi sağlık alanlarında belirleyicidirler. Örneğin, bozulan ekonomi (örneğin enflasyon) aile, komşuluk ve arkadaş ilişkilerini, özetle aile ve birey sağlığını bozmaktadır. Geleneksel ailede aile içi dayanışma nedeniyle psikolojik hastalıklara çok daha az rastlanmaktadır. (Bu saptama, özellikle yurtdışında, yabancı bir ortamda yaşayan ailelere bakarak yapılmaktadır.) Kentsel yaşam stres gibi değişik psikolojik ve psikosomatik hastalıkların kaynağıdır. Yabancılaşma, bireyin ve giderek toplumun ruh sağlığını etkileyecek bir olaydır ve ülkenin ekonomik yapısından, üretim biçiminden kaynaklanır.

Bir ülkede verilen tüm hizmetler o ülkenin ekonomik varsıllığıyla ve içinde bulunduğu ekonomik sorunlarla yakından ilintilidir. Hastalıkla yoksulluk ilişkisine daha 1790 yılında Almanya’da J. P. Frank işaret etmekteydi. 1849 yılında R. Virchow ise, ülkenin Schlesien bölgesindeki bir tifo salgınıyla yaygın açlık olayı arasındaki bağlantıyı gördüğü zaman, Frank tarafından 1790’da getirilen tezin doğruluğuna dikkat çekiyordu (Mattheis 1980, 200).

Hemen hemen 200 yıl sonra 1978’de, Alma-Ata Konferansında da aynı konu katılımcı tüm ulusların benimsemesiyle, sağlık ile sosyal ve ekonomik gelişme arasındaki “çok yakın ilişkinin” aynı zamanda yaşam koşulları ve düzeyindeki sürekli gelişmeye bağlı olduğu “kanısına varılıyordu”. Temel sağlığın “sosyo-ekonomik gelişme çalışmalarının ayrılmaz bir parçası olduğu” belirtiliyordu (UNICEF-TETM 1980, 15).

Virchow’un, hastalıkla arasında bağlantı kurduğu açlık (ya da yeterli beslenememe), salt ülkede besin maddelerinin yokluğu ya da yetersizliğiyle ilgili olmayabilir. Besin maddeleri bol, ancak, gelir düzeyinin yetersizliği ya da pahalılığın yüksek olduğu durumlarda da insanlar yeterli beslenemeyeceklerdir. Çünkü, enflasyon oranının yüksek olduğu bir ülkede beslenmeye yeterli parasal kaynak ayrılamayacak, yoksul insanların beslenme olanakları, varlık içinde kısırlaşacaktır. Enflasyon ortamında yeterli ve dengeli beslenme olanakları nüfusun geniş bir kesimi için daralacaktır. Yetersiz devlet bütçesi toplum sağlığı için, ana ve çocuk sağlığı için giderek daha az kaynak ayırabilecektir. Bir de paranın değerinin düşmesi, ayrılan kaynakların da yetersizleşmesi sonucunu doğuracaktır.

Ülkenin ekonomik yapısı politik yapısını da biçimlendirecektir. Sağlıksız bir ekonomik yapı içinde insan sağlığına verilen önem ve değer de düşecektir. Uygulanmak istenen politikalarda ağırlık, insan sağlığından çok ekonomik kurtuluş çabalarına kayacaktır. Ülkenin ekonomik bir savaş içinde olduğu; nasıl ki, savaşta insanlar ölür ve bu doğaldır, ekonomik savaşta da insanların açlıktan, yoksulluktan gerekiyorsa ölebileceği düşüncesi enflasyon dönemlerinin belediye başkanlarınca ifade edilebiliyorsa ve bu durum hükumetlerce savunulabiliyorsa, halk sağlığı, özellikle ana ve çocuk sağlığı için içtenlikle yapılacakların resmi kararlarla sınırlandırılması doğal karşılanmağa başlanıyor demektir.

Oysa çağdaş anlayışlar sağlıklılık temeli üzerine oturan insan malzemesinin ekonomik savaşı daha kolay kazanabileceğini çoktan tanıtlamıştır. Eğer bu bir savaşsa, savaşan insanlara lojistik desteği savsaklamamak gerektir. Lojistiğin aksadığı yerde savaş kaybedilecek demektir. İnsan sağlığı ve değerinin ekonomik çıkar hesaplarının ardına düşürülmesi, kazanılmak istenen ekonomik savaşın da yitirilmesi demek olacaktır. Ne çare ki, gelişmiş ülkelerin 1900’lerde gördüğü bu gerçekleri bugün ülkemizde savunmanın bile güçleştiği yıllardır 1980’li yıllar.

Toplumsal yapıdaki dengenin bozulduğu durumlarda hükumetler çok çeşitli önlemler alarak bu dengeyi yeniden sağlamaya çalışmakla görevlidirler. Yoksa toplumsal huzur bozulur. Ekonomik önlemlerden sosyal ve kültürel önlemlere değin geniş bir politika yelpazesi, toplumdaki toplumsal dengenin sağlanması için uygulamaya konur. Bunların arasında insanı doğrudan erekleyen bir önlemler dizini de sosyal hizmet mesleğidir.

SAĞLIK ALANINDA SOSYAL HİZMET

Meslekleşmiş bir disiplinler bütünü olan sosyal hizmet, toplumun her bakımdan sağlıklı olması ve kalması için bireye, kümeye ve topluma hitap eden yaygın proğramlar geliştirir.

Sosyal hizmetin genel kabul görmüş çeşitli klasik tanımları vardır. Bunlardan Türkiye’de geliştirilip çok da kabul görmüş olanı 1968 yılında Ankara’da toplanan III. Milli Sosyal Hizmetler Konferansında yapılan tanımdır. Bu tanım şöyledir:

“Sosyal hizmet, kendikendine yardım ve işbirliği prensibi uyarınca, değişmekte olan toplumun yapısı içinde kişi, aile, grup ve toplulukların ihtiyaçlarının karşılanması, sorunlarının çözümlenmesine ve çevreleriyle karşılıklı uyumlarına yardım etmek ve insan kaynaklarıyla sosyal ve ekonomik koşulların korunmasını ve geliştirilmesini sağlamak amacıyla; kendine özgü bilimsel teknik ve metodlarla insan ilişkilerindeki becerilere dayanan düzenli çalışmaları kapsayan bir meslektir.” (T.C. Sağlık 1970, 399).

Bu mesleğin çalışma alanları olan sosyal hizmet alanları da aynı konferansta şöyle tanımlanmıştır:

“Sosyal hizmetler, kişi, grup ve toplulukların bünye ve çevrelerinin koşullarından doğan ve kendi kontrolleri dışında olan yoksunluk ve eşitsizlikleri gidermek; toplumun değişen koşullarından ortaya çıkan sorunları önlemek ve insan kaynaklarını geliştirmek; kişi, aile ve toplum refahını sağlamak amacıyla düzenlenen hizmet ve proğramları kapsayan bir alandır. Bu alan örneğin, sosyal yardım hizmetleri, çocuk ve aile refahı hizmetleri, sosyal, fiziksel ve ruhsal sakatlar için yapılan hizmetler, ıslah hizmetleri, sosyal sigortalar, aile planlaması, konut sorunları ve toplum kalkınması gibi hizmet ve proğramları kapsar.” (T.C. Sağlık 1970, 399).

Bu alanlar ve proğramlar arasında sosyal sağlık da bulunmaktadır. Yukarıda yapılan tanım çerçevesinde, bireysel ve toplumsal sağlığı bozan “uyum”suzlukları gidermek, “sorun”ların çözümlenmesine yardımcı olmak bu alanda çalışan meslek elemanlarının görevidir.Kısaca sosyal hizmet, konumuzla ilintili olarak, insanın bireysel ve toplumsal sağlığı için, çağın ve toplumun olanakları oranında ve gerekleri doğrultusunda alınacak önlemlerin mesleksel bir disiplin içinde yaşama aktarılması sürecidir. Bu süreçte sosyal hizmet, sağlık alanıyla ilgili öteki tüm meslek ve disiplinlerden yararlanır, onlarla işbirliği yapar, eşgüdüme girer. Bu eşgüdüm ve işbirliği, erek kişi ya da kitlenin sağlığının tam anlamıyla gerçekleştirilmesi ereğini gözetir. Bedensel, ruhsal ve toplumsal bakımlardan…

Hızlı değişme ve gelişme gösteren kentleşmenin insanda ortaya çıkardığı ruhsal ve toplumsal uyumsuzluklar, insanın iç ve dış dengelerini bozar. Bu o kişinin/kişilerin sağlığının bozulması demektir. Bozulan denge/ler fizyolojik dengeyi de etkileyerek, psikosomatik hastalıkların ortaya çıkmasına yolaçar. Öteyandan, insanın çevresiyle dengeli olması gereken toplumsal uyumunu da tahrip eder. İnsanı uyumsuzlaştırır, giderek toplum içinde yalnızlaştırır. Bu yalnızlaşma, kişinin ruhsal dengelerini altüst edebilir, onu ruhsal sorunlara iter. Böylece her üç alanda da dengeleri bozulan insanın toplumla iletişimi bozulur. Bu, hastalık durumudur. Bu noktada olaya sosyal hizmet mesleği müdahale eder.

Sosyal hizmet mesleği, toplumdaki sorunlara mesleksel yöntemleriyle müdahale eder. Mesleğin müdahale yöntemleri birincil ve ikincil yöntemler olarak ele alınır. Birincil yöntemler, bireyle çalışma (sosyal kişisel çalışma), grupla çalışma (sosyal grup çalışması) ve toplumla çalışmadır (toplum kalkınması, toplum örgütlenmesi). İkincil yöntemler sosyal hizmet yönetimi, sosyal eylem ve toplumsal araştırmadır.

Burada bu yöntemlerin anlatılması bu yazının sınırlarını aşar. Ancak, özellikle halk sağlığı alanında önemi daha da belirginleşen toplumsal araştırmayı özellikle vurgulamak gerektir. Sosyal hizmet öteki tüm çalışma alanlarında olduğu gibi sosyal sağlık alanında da uygulama yaparken bilimsel verilerden yararlanır. Toplumsal araştırmalar yapar. İncelemeler yapar. Bunların sonuçlarını değerlendirir. Uygulamada kullanır.

Ortaya çıkan sağlık sorununun kaynakları, yayılma hızı, oranı, toplumu etkileme gücü, toplumda açtığı yaralar bilimsel olarak saptanırsa alınacak önlemler ve önlemlerdeki öncelik sırası belirlenebilecek, bu da sağlığa ayrılan gerek para, gerek insangücü ve başka kaynakların rantabl kullanılmasını getirecektir.

Ana çocuk sağlığı alanında bu araştırmalar Türkiye çapında yapılabileceği gibi (merkezsel), yerel düzeyde de yapılarak bölgenin sağlıkla ilgili yapısı ortaya çıkartılabilir. Böylece sağlık kuruluşunun hangi sağlık ve sosyal soruna öncelik vereceği, hangi önlemlerle o yerel topluma yaklaşacağı belirlenebilir. Kimi toplumlarda doğum denetimi çalışmaları öncelik beklerken, bir başka yerel toplumda çocuklarda diş sağlığı, bir başkasında düşük sorunu ya da sakat doğum sorunu gündemin birinci maddesini tutabilir. Çalışılan toplum içindeki birincilliğin saptanması çalışmaların verimi ve etkililiği için şarttır.

SAĞLIK HİZMETLERİNİN TOPLUMSALLAŞTIRILMASI

Klasik, güncel ve yasal terimiyle, sağlık hizmetleri 1983 yılında “toplumsallaştırıldı” (sosyalleştirildi). Toplumsallaştırma sözcüğünün burada yanlış kullanıldığı kanısındayım. Burada anlatılmak istenen, sağlık hizmetlerinin (1983 yılında) yaygınlaştırıldığıdır. Çünkü, o yıl çıkarılan bir yasayla resmi sağlık hizmetlerinin tüm ülke düzeyine yaygınlaştırılması sözkonusuydu. Sağlık hizmetlerinin toplumsallaştırılmasından anlaşılması gereken, ülkede sağlık hizmetlerinin sosyal boyutunun da politika olarak benimsenmesi ve tıbsal sağlık anlayışının ve hizmetlerinin içinde bir yere oturtulmasıdır. Türkiye’de bu noktaya henüz elinememiştir. Ülkede tek tük görülen, sağlığın sosyal içeriğinin öne çıkarılması örnekleri, sağlık politikasına değil, sağlık alanında çalışan bireylerin tekil anlayışlarına bağlı olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, politika olarak ana çocuk sağlığı kuruluşlarında sosyal hizmet uzmanı kadrosu yoktur ve işleyiş ağırlığı olarak bu kuruluşlarda tıbsal sağlık uygulamaları başattır. Ancak, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksekokulundan ana çocuk sağlığı merkezlerine giden stajyer öğrenciler, gidilen kuruluşun başhekiminin anlayışının verdiği izin ölçüsünde sosyal hizmet uygulaması yapabilmektedirler. Kimi kuruluşlarda sosyal hizmet yapmak için gerekli anlayış zemini bulunamazken, kimi kuruluşlarda da yetkili doktorların yatkın anlayışlarına bağlı olarak çok başarılı ve etkin çalışmalar yürütülebilmektedir.

Oysa, sağlık hizmetlerinin toplumsallaşabilmesi için herşeyden önce, bireysel anlayışların toplumsallaşması gerekmektedir. Anlayış, sağlık politikasında belirlenirse, örneğin bu, kurulacak ya da varolan bir kuruluşun öncelikle sağlık kuruluşu mu yoksa sosyal bir kuruluş mu olduğunu da kendiliğinden belirlemektedir. Örneğin, Türkiye’de “ana çocuk sağlığı merkezleri” tüm boyutlarıyla sağlık kuruluşu olarak ele alınırken, Almanya’da aynı işlevi taşıyan kuruluşlar (Jugendgesundheitsdienst für Säuglinge und Kleinkinder – Gençlik Sağlığı Hizmetleri, Emzikli ve küçük çocuklar için) sosyal hizmet kuruluşu olarak görülmektedirler.

Türkiye’de sağlık ocakları (1983 öncesinde “sağlık istasyonları”) varken, Almanya’da hemen her semte yayılmış “sosyal istasyonlar” (Sozialstationen) bulunmaktadır ve aynı görevle donanıktırlar. Sosyal istasyonların işlevleri aslında bizdeki sağlık istasyonlarının (ya da sağlık ocaklarının) işlevleriyle aynıdır, ancak Almanya’dakiler sağlığı sosyal içeriğiyle görmekte, hizmeti bu çerçevede sunmaktadırlar. Verdikleri hizmet sağlık hizmetidir, ancak adları bile “sosyal”le başlamaktadır. Bu kuruluşlarda doktorlar ve hemşireler görev yapmaktadırlar. Hizmetlerini evlere giderek vermeleri de bu sosyal anlayışın yaşama aktarılmış olduğunun göstergesidir (Bkz. Niedersächsischer, ohne Datum). Görülüyor ki sağlık konusunda benimsenen anlayış, sağlık kuruluşlarının örgütlenmelerini ve işlevlerini de kendisine göre biçimlemektedir.

1963 yılında Türkiye’de görev yapan Dünya Sağlık Örgütü Ana ve Çocuk Sağlığı danışmanlarından Dr. J. P. Vuylsteke, ana çocuk sağlığı sisteminin kurulmasının itici nedeni olarak çocuk doğum oranının yüksekliğini göstermekteydi. Bu saptama sağlığın toplumsal boyutunun ifadesidir. Aynı uzmana göre, bu merkezlerde bakılan çocukların yaşlarının 0-6 ile sınırlandırılmasının nedeni, bu yaştan sonraki çocukların “Milli Eğitim Bakanlığının Hygiene Scolaire servisiyle” izlenecek olmasıdır (Vuylsteke 1963, 40). Milli Eğitim Bakanlığında sağlık çalışmalarının gerekliliği ile bakanlığın yapısı tıbsal sağlıkla sosyal sağlığın ne denli ayrılamaz bir bütün olduğunun da somut göstergesidir.

Yanlış ve yetersiz beslenmeden ötürü çeşitli hastalıklara yakalanan çocukların tedavisini tıbsal sağlık hizmetleri yerine getiriyor. Çocukların sağlıklı beslenmesi için ananın eğitiminin ne denli önemli olduğu dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılan araştırmalar aynı sonuçlarla doğrulamaktadırlar. Konunun bu yönü de sosyal sağlık alanını ilgilendirmektedir. Çocuğun yeterli ve dengeli beslenmesi konusunda anayı eğiten elemanların yaptıkları çalışmalar ile dengesiz ve yetersiz beslenmeden ötürü sağlıklı gelişemeyen çocuğun tedavisi için yapılan tıbsal çalışmalar bir bütünün iki parçasıdırlar(*).

Açlığın beslenme yetersizliklerinin, ortaya çıkan çocuk ölümlerinin ortalama yarısının nedeni olduğu bilinmektedir. Dünyada 20 milyondan fazla çocuk ağır beslenme yetersizliği altındadır. 150 milyon çocuğun beden ağırlıkları yaşlarına göre düşüktür; beslenmeyle ilgili kansızlık (anemi) sorunları bulunan kadınların sayısı da 350 milyon dolayındadır (Birleşmiş Milletler 1990, 12)(**). Aynı kaynağa göre, beslenme düzeyinin iyileştirilmesi a) hane halkı düzeyinde yeterli besin maddelerinin varlığını, b) sağlıklı bir çevreyi ve enfeksiyonların denetim altına alınmasını, c) yeterli ana çocuk bakımını gerektirir. Bu temel koşullar sağlandığı zaman çocuğun (kişinin) sağlığı bakımından tıbsal hizmetlere yüklenen yük büyük oranda azalacak; bu yükün azalması da tıb hizmetlerinin nitelikçe daha gelişmesini ve daha etkinleşmesini getirecektir.

Antalya’nın Ahatlı gecekondu bölgesinde yapılan bir araştırma, çocuklarda yaygın olarak görülen ishal, zatürre gibi hastalıkların ve barsak parazitlerinin nedeni araştırıldığında, gecekondu bölgesindeki pislik, kullanılan suların (bulaşık suyu vb.) ve lağım sularının açıktan akması hatta içme sularına karışması, konutun sağlıksız yapımından ötürü el ve ayak yıkama olanaklarının yetersizliği nedeniyle iyi temizlenememe gibi hijyenik olmayan koşulların varlığı saptanmıştır (Akşit/Akşit 1989, 5a). Halkın da, hastalıkların nedeni olarak “pislik”i gördüğü, bunu ifade edebildiği, ancak, mikropların hastalık yapıcı özelliğinin pek farkında olmadığı araştırma sonunda ortaya çıkmıştır (s. 10).

Ahatlı Sağlık Ocağına gelen hastalara iki pratisyen hekim ve Akdeniz Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalından bir Araştırma Görevlisi hizmet vermekteydi. Ayrıca iki sağlık memuru, bir çevre sağlığı teknisyeni, iki hemşire, bir ebe-hemşire, üç ebe, ve bir hizmetle görev yapmaktadır. 21 Ağustos 1989 günü Ahatlı Sağlık Ocağında Antalya Sağlık Müdürlüğü tarafından geçici görevlendirilen bir sosyal hizmet uzmanı da çalışmaktadır (s. 13). Sözkonusu dönemde aşı hizmetlerinin grafiğinin hayli yüksek olduğu dikkati çekmektedir (s.34). Daha sonra UNICEF’in desteğiyle Mart Nisan 1989’da yapılan bir durum saptama araştırması (s. 35) konunun sosyal sağlık yönünü gündeme getirmiş, sonunda tüm sağlık elemanlarının bilinçle katıldığı bir toplumla çalışma proğramlanmış, halkın katılımının gereği vurgulanmış (toplum katılımı), halkın sosyokültürel özellikleri değerlendirilp gözönüne alınarak sosyal ve eğitsel çalışmalar yapılmıştır, çalışmalar için toplum önderleri harekete geçirilmiştir (s. 36).

Böylesi bir “toplu çalışma”nın (s. 36) ancak, o gecekondu bölgesindeki sağlık sorunlarının üstesinden geleceği araştırmalarla görülmüş ve ishal, zatürre, bağırsak kurdu varlığı gibi durumlarda alınacak önlemlerin sosyal sağlık önlemleri olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu konularda halkın aydınlatılması, bilgili kılınması toplumsal sağlığın sağlanması açısından şarttır. Yoksa, verilen hizmetler kendini yineleyen hizmetler olarak süregidecektir. Yakalanılan “biyolojik” hastalıkların “toplumsal” nedenlerinin ve kökenlerinin olduğu konusunda halk bilgilendirilmelidir. Salt bilgilendirme amaca ulaşmaya yetmemektedir. Olumsuz çevre koşulları, olumsuz toplumsal koşulların etkilerine karşı önlem alma yolları öğretilmelidir. Bu yapılamazsa hastalığın kaynağının bilinmesi somut bir yarar getirmeyecektir. Çalışma yaptığımız bir gecekondu bölgesinde konuştuğumuz bir kadın, ana çocuk sağlığı merkezine çocuğunu neden getirmediği sorulduğunda, “Ben, diyordu, mikroplu suyu çocuğuma hergün içirdikten sonra, ona hergün vitamin yüklesem ne olur ki? Onlar hergün pislik yiyorlar..”. Sağlığın bu boyutunu gören ve böyle somut dillendiren analar, konu üzerinde sağlıklı bir kamuoyu oluşturulmadıkta ve çözüm yolları gösterilmedikte, başka bir hastalığın kurbanı olacaklardır. Bir süre sonra ruhsal ve giderek toplumsal dengeleri bozulmuş insanlar olarak karşımıza çıkacaklardır.

SAĞLIK ALANINDA AİLENİN YERİ

Ailenin, çocuğun sağlıklı gelişimi konusunda en etkili ve ekonomik dizge olduğunu uzun süredir dünyada artık kimse tartışmıyor (Bkz: Herlth, 1979). Özellikle ailenin geleneksel yapıyı kırıp çekirdeksel yapıya geçiş aşamasında olduğu ülkelerde geçiş ailesinde yapı değişiminden ötürü ortaya çıkan sorunların giderilmesi yönünde çalışmalar, aile içinde çocuğun sağlıklı gelişmesini erekleyecek ve bu tür çalışmalar sosyal hizmet uzmanı tarafından yürütülecektir. Türkiye’de ailenin geçiş aşamasında olmasının doğurduğu sorunlar ayrıca aile bireylerinin eğitim ve kültür düzeyinin düşüklüğüyle birleşince katlanarak büyümektedir. Bu durum aile çalışmasını daha da zorunlu kılmaktadır.

Anababanın çocuğa göstereceği ilgi ve şevkatin çocuğun sağlığındaki önemi toplumların sanayileşmesiyle daha da artmaktadır. Çünkü ana, çocuğuna günlük çalışma temposu içinde ilgi ve şevkat için gerekli zamanı ayırmakta güçlük çekmektedir. Çocuğun bundan yoksun kalması onun fizyolojik tedaviyle başedilemeyecek bir biçimde çeşitli sapma, saplantı ve rahatsızlıklara yuvarlanmasına yolaçacaktır. Öyle ki, gelişmiş ülkelerde kentsel yaşamın birbirinden uzaklaştırdığı ana ve çocuğun ilişkisinin tekrar kurulmasını amaçlayan, çocuğa anababanın üç “Z”`yi (Zeit, Zuwendung, Zärtlichkeit – zaman, sevgi, şevkat) mutlaka verebilmesi yönünde halkeğitimi yapan örgütler bulunmaktadır(*).

Bu tür kuruluşlar, çocuk ve gençlik suçluluğunun sanayi toplumlarında artmasını, çocukların bebekliklerinde anababalarından gerekli ilgi, sevgi ve şevkati görememelerine bağlamaktadırlar. En azından ilerde davranış bozukluğu ortaya çıkacak, bunu kaba davranışlar, saldırganlık ve polisiye olgular izleyecektir (Deutsche Liga Broşürü (tarihsiz)).

Bu tür halkeğitimi çalışmaları sosyal hizmetin bir parçası ve aile sağlığı ya da ana çocuk sağlığı kuruluşlarındaki sosyal hizmet uzmanının

ana görevlerindendir. Bu çalışmalarla toplumun belli bir kültür ve algılayabilme düzeyine getirilmesi amaçlanmaktadır.

ANA ÇOCUK SAĞLIĞINDA SOSYAL YAKLAŞIM

Bugün Türkiye’de ana çocuk sağlığı hizmetleri tıbsal boyutta – yeterli yetersiz olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur – örgütlenmiştir. Sağlık

Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü çatısı altında 300’e yakın ana çocuk sağlığı merkezleri ve ayrıca ana çocuk sağlığı konusunda da çalışmalar yapan sağlık ocakları, çocuk hastaneleri, çocuk klinikleri, servisleri, doğumevleri bu alanda etkili hizmetler yapmaktadırlar. Ancak asıl kalıcı olan ananın ve çocuğun sağlığının her boyutuyla koruma altına alınmasıdır. Örneğin, ana çocuk sağlığı kuruluşlarında çocuğun aşılanması için her daim anayı aşıya çağırmak ya da anaya, çocuğunu aşıya getirmesini her daim öğütlemek konuya kalıcı çözüm getirememektedir. Böylesi bir somut çalışma için bile, öncelikle eğitim çalışmalarına, kadının toplumdaki eşitliğinin sağlanması yönündeki çalışmalara ağırlık verilmelidir. Ananın ve çocuğun sağlığı için, ailenin sağlığı için kadının toplum içinde eşitliğinin savunulmasının yapılması, Avrupa’nın aile sağlığı tartışmalarında daha 70’li yıllarda yapılmaktaydı (Wegnerov<160>

1976, 15-17). Bu anlayışa göre, kadınlarla yapılan eşitlik yönündeki çalışmalar onu konuyla ilgilendirir. Bu ilgi, kadını örneğin çocuğunun aşısı gibi konularda da daha alıcı ve duyarlı yapar.

Demek ki, çocuğun ve ananın sağlığı için de sosyal çalışmalar tüm boyutlarıyla sağlıksal sonuç getiriyorlar. Oysa bugünün ana çocuk sağlığı merkezleri, kadını, çocuğunu aşıya, bakıma getirmek zorunda olan bir ana olarak görüyor. Bu anlayışın sonucu olarak da getirmeyince, getiremeyince ona kızıyor, yargılıyor. Kadını, çocuğunun sağlığıyla ilgilenmek zorunda olan bir ana olmanın ötesinde çağdaş bir kadın olarak görmeye yatkın bir anlayış, bu gerçekleştiği taktirde, yargıladığı, dar alanlı birçok konunun kendiliğinden ortadan kalktığını da görecektir.

Çünkü ana, analık işlevi da içinde olan bir bütündür, her yönüyle bir bütündür. Bu insanın tek bir işlevine verilen ağırlık, sağaltımsal da olsa eğitsel de olsa, istendik sonuç getiremez, insanı amacına ulaştıramaz. Oysa biz, kadını analık işlevini de içeren bir sosyal bütün olarak görürsek, kadına, öteki işlev alanlarındaki rollerini de algılayarak ve gözönüne alarak yaklaşırsak onlarla daha sağlıklı iletişim kurabiliriz. Bu boyut içinde algılanan ve kendisini algılayabilen bir kadın çocuğuyla daha rahat ilgilenir. Analık, kadınlığın bir parçasıdır, ayrılmaz parçasıdır ama bir parçasıdır. Kadın çalışır, gezer, toplumsal ilişkiler kurar, boş zaman değerlendirir, üretir ve bunların yanısıra anadır (Bkz: Kitzinger 1980, 44-49).

Bu örnekte getirdiğim birinci yaklaşım tıbsal sağlığın getirebileceği, kadına bakış konusundaki anlayış olur ve eğitime öyle yansır; ikinci yaklaşım ise, sosyal sağlığın getirebileceği, kadına bakış konusundaki anlayış olur ve eğitime öyle yansır.

Ana olmak, artık çağdaş toplumlarda bir öğrenim işi oldu. Analık eğitimlegerçek boyutunu kazanıyor çağımızda. Kitzinger diyor ki; Kuşkusuz doğum, ana olma sürecinin büyük finali değildir. Tersine, büyük bir yolun üzerinde anlamlı bir ıstasyondur sadece (1980, 214). Tüm toplumsallaştırma eğitimiyle birlikte analığın doğumdan ölüme değin büyük bir süreci var. Bu sürecin eğitimle verimlendirilmesi salt anayı değil, salt çocuğu değil, salt aileyi de değil, toplumu niteliklendirmedir aslında.

Anababalar analık ve babalık görevlerini nasıl bir eğitimle nereden öğrenecekler Türkiye’de? Doğal yolu, aile ve yakın çevreden öğrenmedir. Toplumların karmaşıklaşıp İkincil kurumların gelişmesiyle bu da eğitim konusu olmuştur artık. Bunun öğrenilmesinde bir yol gönüllü derneklerse, anababa okullarıysa, bir yol kitle iletişim araçlarıysa, bir yol da ana çocuk sağlığı merkezleridir.

Analık işlevini sağlıklı sürdüremeyen bir anayı ve babayı görmezden gelip savsaklanma yüzünden hasta olan çocuğun ciğerlerini dinlemek genel boyutu içinde ne derece anlamlıdır?

Bunu getirirken, aile bireylerinin eğitiminin tüm sorunların çözücüsü olduğu  sivriliğine kaymamak da gerektir. Ana olmak – gene de – hiçbir zaman eğitimle tam olarak öğrenilemez. O sürekli bir yaşama ve ilişki süreci içinde kendisini gösterir, belirler (Kitzinger 1980, 237).

Olaya salt ananın ve çocuğun sağlığının izlenmesi açısından bakılmasına, olayın ailesel ve toplumsal boyutunun unutulmasına Richter, “Doktorun Hastası Aile” (Patient Familie) adlı kitabında karşı çıkmakta, aileden bir kişinin sağlığı için ailenin tümünün ele alınması gerekliliğini işlemektedir. Eşler arasında ve aile içinde ortaya çıkan çatışmaların yapısı ve sağaltımının sosyal içerikli olduğu tez boyunca dile getirilmektedir (Bkz: Richter, 1972). Ana çocuk sağlığı merkezlerinde çalışan sosyal hizmet uzmanı, aile çalışması içinde, merkezin tıbsal, kendisinin sosyal çabalarını aşan olgularda (vakalarda) başka kuruluşlarda bulunan psikoterapistlerle ilişkide olmalı, gerekli durumları ona yollamalıdır. Nasıl ki, kuruluşun tıbsal olanaklarını aşan konularda hasta hastaneye yollanıyorsa, nasıl ki sosyal porğramlar geliştirmek için sosyal hizmet uzmanı çevre kuruluşlarla işbirliğine giriyorsa, aile sağaltımı konusunda gerekli her branşla ilişkide olmak, aile sağlığı çalışmalarının verimi için gereklidir.

Ana çocuk sağlığı hizmetleri alanında sosyal hizmeti ilgilendiren önemli bir soru şudur: Buralarda, sosyal hizmetin bir çalışma yöntemi olan toplumla çalışmanın hacmının daraltılıp, çalışmaların tıbsal ana çocuk sağlığı hizmetleri hacmına mı indirgenmesi, yoksa ana çocuk sağlığı çalışmalarının hacmının toplumla çalışmanın hacmına uygun olarak genişletilmesi, bu kuruluşların ana çocuk sağlığı merkezi olmaktan çok aile sağlığı merkezi biçiminde mi düzenlenmesi daha uygundur?

Bunlardan birinci model zaten bugün varolan modeldir. Dünyadaki gelişmeler de birinciden ikinci modele geçiş biçimindedir. Türkiye de bu gelişmelere koşut anlayış ve örgüt düzenlemelerini artık yapmak zorundadır.

Sonuç olarak denilebilir ki, çocuk bakımı, toplumların kültür düzeylerini gösteren bir ölçüttür. Bir ülkede çocuklara doğumlarındanberi gerekli bakım ve değer veriliyorsa o ülke kültürel bakımdan gelişik bir ülkedir.

Kuşkusuz, yukarıdanberi anlattığımız sosyal sağlık boyutunun Türkiye’de kolayca kavranması beklenemez. Ancak toplumun ilerici ögeleri olan doktorların konuya yakın durmaları toplumda bu anlayışın geliştirilmesinin en önemli adımı olacaktır. Hatta ana çocuk sağlığı merkezlerine gelen analarda bırakın sosyal sağlık anlayışını tıbsal sağlığın tüm boyutuyla kavranması bile zaman istemektedir. Çocuğunun, salt aşılarının yapıldığı, hasta olunca ilacının verildiği bir ana çocuk sağlığında, hemşirenin, bir ev ziyaretinde, “çocuğu kuruma getir, dişlerine bir bakalım.” sözlerine ananın verdiği yanıt bir hayret ifadesi taşımaktadır ve ilginçtir: “Aaaa! Ana sağlıkta dişe de mi bakıyorlar?..” İşin acısı, hemşirenin sorusu üzerine bu ailenin o mahallede oturması, orada ana çocuk sağlığı merkezinin kurulduğu tarihten de eski olmasıdır. Gene de bu kuruluştaki tıbsal sağlık hizmetlerinin boyutunu algılamakta bu denli geç kalınabilmektedir. Bu yapı içinde sosyal sağlığın kamuoyuna benimsetilmesi daha da zaman alacağa benzemektedir.

SONUÇ

Dünyanın başka ülkelerİnde 1700’lerde 1800’lerde saptanan gerçekleri bugün Türkiye’de sürekli içinde yaşayarak hergün yine görmekteyiz, bilimsel araştırmalarla saptamaktayız. Türkiye de sağlığın sosyal boyutunu görmüş, kavramış, tüzel düzenlemelerine, örgütsel yapısına çeşitli vesilelerle oturtmuştur. Ancak Türkiye’de eksik olan iki konu vardır: Bunlardan biri, tüm toplumca ve yönetenlerce benimsendiği halde sağlığın sosyal boyutuyla ilgili hizmetlerin işlerliğinin sağlanamamasıdır(*). Bu anlayışın tamca yerleşememesine bağlanabileceği gibi, varolan kurumsal örgütlenmelerin ve parasal kaynakların yetersizliğine de verilebilir. Kuşkusuz bu ve başka nedenlerin bütünselliği bu sonucu doğurmaktadır, yargısı en doğru olanıdır.

Türkiye’de eksik olan öteki konu, sağlık hizmetlerini sosyal boyut içinde ele alan bir meslek olan sosyal hizmetin, sosyal sağlık uygulamasındaki yerine henüz yerleştirilememiş olmasıdır. Meslek, devletçe tanındığı, iş tanımı yapıldığı halde, sosyal sağlık alanında işlerli bir konuma getirilememektedir. Sosyal sağlık hizmetleri kapsamında sosyal hizmet mesleğinin katkısı sağlanmadan, varılmak istenen ereklere varılması olası değildir. Çünkü sosyal sağlığın planlanması ve uygulanmasında sosyal hizmet mesleğinin getireceği anlayış ve diriklik (dinamizm), Türkiye’de bu hizmeti işlevli kılacak olan boyutları çağdaş ve toplumsal anlamda gerçekleştirecektir.

Halk sağlığı, ana çocuk sağlığı alanlarında, yazının başında ele aldığımız “topyekun sağlık” tanımında belirtildiği gibi, bedensel, ruhsal ve toplumsal sağlık sözkonusu ise, bu üç alanda da görevli olan meslek elemanlarının eşgüdümlü çalışmalarının zorunluluğu da genel politika olarak kabul edilmelidir. Eğer insanın toplumda iç ve dış dengelerini yeniden kurması, toplumla barışması, kaynaşması, ve bu yolla ruhsal ve fizyolojik dengelerini de yeniden yaratması isteniyorsa, meslek olarak tekil çalışmalar aşılıp, takım çalışması anlayışı benimsenmelidir.

Ana ve çocuk sağlığı alanında alınabilecek önlemlerin etkinliği, ilgili öteki sağlık ve sağlıkdışı kuruluşlarıyla kurulacak eşgüdümle sağlanabilir. Bunun için ana çocuk sağlığı kuruluşunda sosyal hizmet uzmanı bu tür eşgüdümün kurulmasında etkin görev yapması gereken kişidir.

KAYNAKÇA

AKŞİT, Belma T./Bahattin AKŞİT, (1989), Sağlık Eğitimi ve Toplum Katılımı: Ahatlı Gecekondu Bölgesinde Yapılan Antropolojik Müdahale Araştırması  Son Raporu, Çoğaltım.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, (1990), “Çocukların Yaşatılmaları, Korunmaları ve Geliştirilmelerine İlişkin Dünya Bildirgesi ve Dünya Bildirgesinin Uygulanması İçin Faaliyet Planı – Çocuklar İçin Dünya Zirvesi”, 30 Eylül 1990, New York.

ÇAKMAKLI, Kemal. (1991), Aileler İçin Sosyal Hizmet, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Ankara.

DEUTSCHE LİGA FÜR DAS KIND IN FAMILIE UND GESELLSCHAFT, (ohne Datum), Was Will die Deutsche Liga für das Kind in Familie und Gesellschaft, Fährstrasse 17 a, 5452 Weissenthurm, Bundesrepublik Deutschland.

DÜZCAN, Mithat. (1963), “Ana Çocuk Sağlığı Merkezinin Organizasyonları ve Istasyonlarının Mesuliyetleri”, iç: Istanbul 1.ci Ana Çocuk Sağlığı Semineri, 2-7 Temmuz 1962, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı Müdürlüğü Yayını, Istanbul, s. 47-56.

EREN, Nevzat. (1991), “Sağlık/Hastalık Hizmetleri”, iç: KELEŞ, Ruşen/Jürgen NOWAK/İlhan TOMANBAY, Türkiye’de ve Almanya’da Sosyal Hizmetler – Ansiklopedik Sözlük, Selvi Yayınları, Ankara, s.143-147.

FACHLEXIKON DER SOZIALEN ARBEIT, (1980), Eigenverlag des Deutschen Vereins, Frankfurt.

HERLTH, Alois. (1979), “Soziologische Aspekte frühkindlicher Erziehung”, Seminare über die Probleme der Sozialisierung der Kleinkinder bis zum drei Jahre Alt, 5-7.11.1979, Universität Bielefeld, Fachbereich Soziologie, Bonn-Tannenbusch.

KITZINGER, Sheila. (1980), Frauen als Mütter, Mutterschaft in verschiedenen Kulturen, Kösel-Verlag, München.

MATTHEIS, Ruth. (1980), “Gesundheitshilfe”, in: KREFT, Dieter/Ingrid MIELENZ (Hrsg.), Wörterbuch Soziale Arbeit, Belz VerlagWeinheim/Basel, s. 200-202.

NİEDERSÄCHSISCHER SOZIALMINISTER, (ohne Datum), Sozialstation, Eine Information des Niedersächsischen Sozialministers, Deutschland.

RICHTER, Horst-Eberhard. (1972), Patient Familie, Rowohlt Taschenbuch Verlag, Hamburg.

T.C. SAĞLIK VE SOSYAL YARDIM BAKANLIĞI SOSYAL HİZMETLER GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, (1970), III. Milli Sosyal Hizmetler Konferansı, 11-14 Aralık 1968, Ankara, Türkiye’de Sosyal Değişme ve Sosyal Hizmetler, T.C. Sağlık ve Sosyal YArdım Bakanlığı Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara.

UNICEF-TETM (Alman Teknik İşbirliği-GTZ), (1980), Alma-Ata 1978 – Temel Sağlık Hizmetleri, Tıbbi Eğitim Teknolojisi Merkezi Projesi, Hıfzıssıhha Okulu, Ankara.

VUYLSTEKE, J.P. (1963), “Ana ve Çocuk Sağlığı Servislerinin Çalışmaları”, iç: Istanbul 1.ci Ana Çocuk Sağlığı Semineri, 2-7 Temmuz 1962, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı Müdürlüğü Yayını, Istanbul, s. 37-44.

WEGNEROVA, Alena K. (1976), Mutter Kind Beruf, Rowohlt Taschenbuch Verlag, Hamburg. Nr: 224, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun, Resmi Gazete: 12.1.1961, Sayı: 10705

(10 04 1992, Ankara)

*


(*) Yukarıdaki tez, bebeklerde protein ve kalori yetersizliğine yolaçan kötü beslenmenin besin maddelerinin yokluğundan değil, hatalı beslenme durumlarının yolaçtığı durumlarda geçerlidir.

(**) Birleşmiş Milletler tarafından 30 Eylül 1990’da New York’ta düzenlenen “Çocuklar İçin Dünya Doruğu”nda onaylanan “Çocukların Yaşatılmaları, Korunmaları ve Geliştirilmelerine İlişkin Dünya Bildirgesi” ve bu çerçevede hazırlanan “Dünya Bildirgesinin Uygulanması İçin Faaliyet Planı” sosyal sağlık açısından daha başka birçok tezler, örnekler, veriler içermektedir. Yukarıda salt bir örnek almakla yetindik (Birleşmiş Milletler, 1990).

(*) Örnek: Deutsche Liga für das Kind in Familie und Gesellschaft, Weissenthurm, Almanya. (Ailede ve Toplumda Çocuk İçin Alman Ligi).

(*) Bu saptama Nevzat Eren tarafından da yapılmıştır (Eren 1991, 146).

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir